28 Kasım 2024 Perşembe English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Kemal Ateş ile kitapları üzerine Kemal Ateş'in son iki yıl içinde İmge Kitabevi’nce dört kitabı yayımlandı. Bunlardan ikisi yeni kitapları, ikisiyse eski kitaplarının yeni baskıları. Son zamanlarda Kemal Ateş Türkçe üzerine yazdığı kitaplarla ilgi uyandırdıysa da, edebiyatı yakından izleyenler onu asıl öykü ve roman yazarı olarak bilirler. Öyle de bilinmek istiyor Ateş. Küskün Fotoğraflar ve Türkçem Mahzun Ben Mahzun, yazarın geçen yıl yayımlanan yeni yapıtlarından. Toprak Kovgunları ile Çürük Kapı'nın yeni baskıları aynı yayınevince basıldı. Cumhuriyet'teki kitabı Öğretemediğimiz Türkçe'yse 4. baskıya ulaştı. Ateş’le kitaplarını konuştuk. ‘Hava basan edebiyatçıyı okur sevmez’ kırk yaran tartışmalar olmuş belli ki... Dinamo'nun gecekonduları yazmak için oralara yerleştiğini de gene o gün Arpad'dan öğrendim. Mahmut Makal anlatmıştı: Şevket Süreyya Aydemir de gecekonduları yazmak için oralara yerleşmeyi düşünürmüş. “Benim yaşım ilerledi, sen yap bu işi!” dermiş Makal'a. Onun bu öğüdünü benim gerçekleştirmemi isterdi Mahmut ağabey. Nerden nereye geldik. Şimdi yazarlarımız Ankara'yı bile beğenmeyip İstanbul'a yerleşiyorlar. Gecekondulardaki yaşam bütün karmaşıklığıyla yansıyor yapıtlarınıza. Gecekondularda çoğu zaman fatura kadına çıkarılıyor. Buralarda kadın olmak çok zor, romanınızdan öyle anlaşılıyor... Romanımın bir yerinde Ayten; “Şu bir gözü köye, bir gözü kente bakan şaşı mahalleden bir kurtulsam,” der. Bu şaşılığın kültürü içinde öylesine bunalır ki genç kızlar ... Kadınlar için en büyük özgürlük, çeşmeye ya da bakkala kadar gidebilmektir. Kadınlar, kızlar kapalı giyinmeye zorlanırlar, ama kahvede şurda burda, onların mahrem yerleri konuşulur, hangi kadının neresinin nasıl olduğu anlatılır. Ahlak diye yaşanan korkunç bir ikiyüzlülüktür. Bu ikiyüzlü ahlakın ülkemizde yalnız gecekondularla sınırlı olduğunu söyleyebilir miyiz ? Dinimizi yalnız belden aşağı işlerle uğraşmak sananlar, bu ikiyüzlü ahlakı yarattılar. Bu çevrelerin önemli bir sorumluluğu var bence. Aynı anlayış yüzünden her işte fatura kadına çıkarılır. Camiye, mezarlığa bile sokulmayan kadın sanki doğuştan suçludur. Toprak Kovgunları'nda bunları anlattım ben. KENTİN SORUNU... Bu gün aydınların oralara ilgisi nasıl? Son zamanlarda “sol partiler sosyetikleşti” diye dilimize doladığımız bir söz var. Sosyetikleşme önce edebiyatta başladı. “Bu ülkenin işçileri yazılmamalı,” diyen anlı şanlı eleştirmenler gördük. Artık aydınlar hizmetçi aradıkları zaman hatırlıyorlar gecekonduları... Bugün onların önündeki en önemli yurt sorunu Ermeni sorunu. Çocuktum, bir gün kapımızı Amerikalı bir profesörle, ona çevirmenlik yapan güzel bir Türk kızı çaldı. Amerikalı profesör, gecekondularla ilgili araştırma yapıyormuş. Bazı anket soruları sordular bize. İşte kapımızı çalan ilk araştırmacı, bir Amerikalı... Yıllar yıllar sonra, o çe törenindeki sözlerinden de anladım. Bir kahramanı hep kendiniz olarak görürseniz ona öykü ya da roman kahramanı giysisini giydirmekte zorlanırsınız. O giysiyi bir türlü giymez. Sürekli en iyi rolü verirsiniz ona, kıyamazsınız. Bu da okuru rahatsız edebilir. Zaten benim romanım Münir'in ya da Ayten'in değil, bir mahallenin romanı. Ben kahramanlarımı anlatırken yakınlarıma yabancı gibi, yabancılara yakınım gibi bakmaya çalışırım. 68 KUŞAĞININ ÖĞRETTİKLERİ Az yer vermenize rağmen romanın önemli bir kişisi Münir. 68 kuşağı ile gecekondulular arasında irtibatı, ilişkiyi o sağlıyor. Belli ki kendi anılarınızdan esinleniyorsunuz burada... 68 kuşağının sizin anlattığınız mahallede bazı çalışmaları oldu mu ? O yıllarda DevGenç'in öncülüğünü yaptığı yürüyüşler düzenleniyordu, bilirsiniz. Halka yürümeyi, kendi sorunları için mitingler düzenlemeyi 68 kuşağı öğretti. Geçmişteki toplumsal içeriği olmayan hamasi mitinglerin yerini bu mitingler aldı. İlk gecekondu yürüyüşü de benim romanımda anlattığım Akdere'deki bir yıkım olayından sonra düzenlendi. Bir gün bizim aşağımızdaki mahallede on beş ev birden yıkılmıştı. Yıl 1969 ya da 1970... Sıcak yaz aylarından biri. Büyük bir kalabalık toplanmıştı. Polisle gecekonducular arasında uzun süren bir çatışma olmuş. Kaşı gözü yaralı insanlar dolaşıyor ortalıkta. Birkaçını da hastaneye kaldırmışlar... Polislerden de yaralananlar olmuş. Ben çocukluğumdan beri çok yıkım gördüm ama, insanları hiç böylesine devlete, düzene karşı öfkeli görmemiştim. Kimi “Belediyeyi basalım” diyor, kimi valiliği basmaktan söz ediyor. Ev yaptıkları yerler Hazine arazisi olduğu halde, açıkgöz bir emlakçi oraları sahiplenmiş, istediği parayı alamayınca evlerini başlarına yıktırmış. Öfkeleri asıl bu yüzden... O emlakçiyi bulup dövmekten söz edenler de var. Bunları duyduktan sonra ben araya girdim. Belediyeyi, Valiliği basmak yerine, bir yürüyüş düzenlemenin daha doğru olacağını, bu konuda üniversiteli gençlerden de yardım görebileceğimizi söyledim. Aralarında bizim bakkal dükkânından beni tanıyanlar çıktı. Üniversite öğrencisi olduğumu öğrendiler. Yanıma üç kişi verdiler, SBF'nin yolunu tuttuk. DevGenç'in ilk başkanı Atilla Sarp, Ankara Atatürk Lisesi'nden sınıf arkadaşımdı. Ona güveniyorum. SBF'nin koridorlarına girince, aramızdaki başı kasketli gecekondulu hemen şapkasını çıkardı. Garibanlar fakültenin taşına bile saygıyla basıyorlar ayaklarını. Koridorlarda Che'nin, Castro'nun, Lenin'in kocaman fotoğrafları... Neyse ki aralarında Mustafa Kemal'in kalpaklı posteri de var... O rahatlatıyor beni. Atilla'yı öğrenci temsilciliği odasında bulduk. Niye geldiğimizi önce ben anlattım, sonra gecekondulu vatandaşlar konuştular. Evlerini yıktıran o düzenbaz emlakçiden söz ettiler. Atilla, elindeki küçük anayasa kitabından, devletin dar gelirli vatandaşların barınma ihKİTAP SAYI ? Sevda YÜKSEL ayın Ateş, Toprak Kovgunları'nın ilk baskısından on sekiz yıl sonra Doğan Kitap tarafından ikinci baskısı, yaklaşık yirmi beş yıl sonra da İmge Kitabevince üçüncü baskısı yapıldı. Öyle sanıyoruz ki yeni kuşaklar onu ileride yeni baskılarıyla da tanıyacaklar. Klasik yapıtlara özgü bir okur ilgisi bu. Toprak Kovgunları nasıl ortaya çıktı? Onun yeni baskılarla unutulmamasını nasıl açıklarsınız? İlkin E yayınları basacaktı kitabımı, rahmetli Cengiz Tuncer'le sözleşme de imzalamıştım. Kitap dünyasının o malum krizleri yüzünden baktım iş uzayacak, MAY Yayınevi'nin yarışmasına katıldım. Burada 1981 yılında kazandığım ödülün ardından basıldı kitabım. Edebiyatın Akmerkez'e çekildiği şu günlerde, hâlâ bu tür kitapları seven bir okur kitlesi var ülkemizde. Toprak Kovgunları'nın yeni baskılarından ben biraz bunu anlıyorum. Hani edebiyatımızda bir zamanlar, “bir yeri içerden göstermek” diye bir söz vardı. Köyü, gecekonduyu ya da hapishaneyi içerden göstermek gibi... Bu tür yapıtlara, yani sahici edebiyata ilgi gösteren okurların sayısı az değil bence. Toprak Kovgunları'nı onlar okuyorlar. İki tür kitap biliyorum ben: Kimi çok satar, kimi çok yaşar... Benim kitabım sanırım çok yaşayanlardan. MAY Yayınevi’nin ödül töreninde rahmetli Burhan Arpad bir ara beni kutladıktan sonra, kitabımı “gecekonduları içerden gösteren ilk roman” saydığı için oy verdiğini söylemişti. İki adım ötemizde gene aynı seçici kurulda görev alan Hasan İzzettin Dinamo duruyordu. Benim gözüm ona kayınca, Burhan Arpad içimden geçenleri anlamış gibi; “Musa'nın Gecekondusu, gecekondulardan çok Dinamo'nun kendisini anlatır, otobiyografik bir romandır, seninki ise otobiyografik değil” diye açıklamıştı iki roman arasındaki farkı. Seçici kurulda kılı SAYFA 18 S virmen kızla bir açıkoturumda tanıştım: Tansı Şenyapılı'ymış meğer. Bizim aydınlarımız yabancılar yüreklendirdiği ölçüde bir şeyler yapıyorlar... Yabancıların yüreklendirdiği konularda düşünebiliyorlar. Aydınlarımızın bir büyük yanlışı da, gecekonduları anlatan yapıtları köy edebiyatı içinde görmeleri....Oysa gecekondular köyün değil, kentin sorunudur ve bu çevreyi anlatan yapıtlar da kent edebiyatı içinde yer alır, tabii ki böyle bir ayrım varsa... Romanlarınızda üniversiteli bir genç var: Bakkalın oğlu Münir... O siz misiniz ?Konuşmalarınızda sık sık sözünü ettiğiniz bir bakkal dükkânınız var sizin. Münir, romanın bana en yakın kişilerinden biri. Aslında her kahramanın arkasında yazarın kendisi vardır. Reşat Nuri, “Çalıkuşu benim” der ya... M. Proust'un dediği gibi, edebiyat yapıtları için gerekli olan malzemelerin tümü yazarın geçmişidir. Münir bana yakın olduğu için, romanda en çok onun yerinin ne olacağını düşündüm, hatta kendimden biraz uzaklaştırmak için Münir'i hukuk öğrencisi yaptım. Çünkü okuru sık sık bilinçli bir gencin düşünceleriyle yüz yüze getirmek yerine, o genci yoğuran ortamı, koşulları vermeye çalıştım. Böyle yapmakla iyi ettiğimi Burhan Arpad'ın ödül ? CUMHURİYET 903
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle