19 Nisan 2024 Cuma English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

? olamaz” diyor. Olamaz gerçekten, Balkanlar gibi özelikle Makedonya'da Osmanlı döneminde birçok millet, kültür bir arada uzun asırlar bir arada yaşayabildiler, evet çoğu zaman göreceli bir barış içerisinde de olsa bir arada yaşayabildiler. Fakat 20. yüzyılda insanlar bir gün sabahleyin kalkıp onlarca yıl komşu olarak bir arada, yan yana yaşadıkları insanları düşman olarak gördüler. Necati Cumalı'nın savı “bu insanlar tekrar bir arada yaşayabilirler” idi. Olmadı, olamadı. Ancak bu kitabı 70'lerde yazmaya başladı; o zaman işte sosyalizmin tatlı rüyasını görenler vardı, Necati Cumalı da bu insanlardan birisiydi. Ancak Necati Cumalı'nın kendisi maalesef o rüyanın korkunç bir şekilde yıkılmış olduğunu da gördü. Çünkü 2001'de öldü biliyorsunuz Balkanlar Rusya'nın dağılmasından sonra Balkanlar tekrar Necati Cumalı'nın ve ailesinin yaşadığı dönemden çok çok daha büyük bir ateşe, acıya boğuldu. Buna rağmen yine de biz ümidimizi kaybetmemeliyiz, Necati Cumalı bugün yaşasa yine o mesajları vermeye devam ederdi diye düşünüyorum. İnsanlar bir şekilde belli bir vahşet içerisinde gidebilirler ama belli bir zamanda da bir kardeşlik bağı içinde yaşayabilirler diye bir ümit var daima, ütopyadır diye vazgeçilmemeli bundan. FRANSA’DAKİ YANSIMA... Dışarıda nasıl bir ilgi görüyor ve algılanıyor Türk yazını… Fazla Doğu olarak mı yorumlanıyoruz? Fransa'da bu bir sorun yani Türk edebiyatının dışarıdaki kaderi, o şekilde söylemek lazım. Bu aslında genel bir sorun, Türk edebiyatının dışarıdaki özellikle Fransa'daki yansıması uzun yıllar birkaç yazarı geçmedi, bunun ilki işte Nâzım Hikmet'ti. Fransız okuru hemen hemen ilk Türk yazarı olarak Nâzım'ı tanıdı. Aynı şekilde Yaşar Kemal çok tanınıyor, ve uzun yıllar Nâzım, Yaşar Kemal, biraz Sait Faik ve elbette Nedim Gürsel gibi yazarlarla anıldıanılıyor Türk yazını. Bunun dışında daha birçok yazar şiirleriyle olsun, öyküleriyle olsun, romanlarıyla olsun tanınıyordu ama Fransa'da böyle yoğunluklu olarak bir Türk edebiyatından bahsetmek zordu. Şimdi son zamanlarda 67 yıldan beri özellikle Türkiye'nin AB'ye üyelik müzakereleri süreciyle ilgili başlatılmış olan tartışmalar Türkiye'yi edebiyat dünyasının ortasına itiverdi. Ve bu tartışmalar hem Osmanlı tarihine, hem Çağdaş Türkiye'ye hem de edebiyatına ilgiyi yoğun bir şekilde artırdı. Necati Cumalı'nın dilini, biçemini, tarzını Fransız insanı nasıl buldu/buluyor sizce? Hitap ediyor mu onlara? Necati Cumalı'nın üslubu çok yalın ve aslında çok yanıltıcı bir üslup, çünkü çeviren açısından aslında bu bir sorun. Çünkü CUMHURİYET KİTAP SAYI o sadeliği başka bir dile aynı sadelikte geçirmek ve edebi ağırlığını koruyarak iletmek çok zor. Necati Cumalı'nın özellikle öyküleri, ben Viran Dağları o kadar fazla başarılı bulmuyorum ama özellikle öyküleri burada okumuş olanlardan hareketle söylüyorum çok daha hitap ediyor Fransız okurlara. Fransız okuru daha çok roman mı tercih ediyor? Evet şimdilerde romanın her türünü özellikle tarihi roman hâlâ çok revaçta, çok kurgusal romanlar da seviliyor. Ama tarihi roman tahtını kolay kolay kaptırmaz. Da Vinciler de kapış kapış. Ama yine de kitap okuma oranlarının önceki yıllarına göre oldukça düştüğü de bir gerçek. Fransa'da şiir.. Çok az çeviriliyor maalesef, Fransız şairleri de zorluk içinde yaşıyor. Şiir bu dönemde Fransa'nın zirvesinde asla değil. Gelelim Necati Cumalı'nın geleceğine.. Klasikleşmiş bir yazar Necati Cumalı, kolay kolay ölmez. Cumhuriyet Kitapları yeniden yayımlıyor mesela, demek ki Necati Cumalı yeni bir hayata doğuyor, hatta bir yerlerden birileri Cumalı'nın İngilizceye çevrilmesi için bazı girişimlerde bulunuyor. Fakat Necati Cumalı'nın başka yapıtlarının da Fransızcaya çevrilmesi lazım. Mesela hangileri öncelikle çevrilmeli sizce? Susuz Yaz mutlaka çevrilmeli diye düşünüyorum. İşte Zeliş çevrilebilir, şiirleri aslında çok önemli, bir kısmı çevrildi. Fakat şiir çevirmek çok zor ama maalesef hem para getirmediği için tercih edilmiyor ama özellikle Tütün Zamanı, Zeliş, Yağmurlar ve Topraklar mutlaka çevrilmeli diye düşünüyorum. Bu arada “Viran Dağları”nın cep kitapları arasında yayımlanması projesi söz konusu. ActesSud kitabın haklarını Esprit des Peninsules'den satın almayı ve onu cep kitabı yapmayı düşünüyor. Cep kitabı olursa daha çok ve kolay okunur, kaderi değişir hem çok ucuz dolayısıyla kolay satın alınabilen bir kitap olur. Son soruda Türkiye kendi edebiyatını başka dillere çevirmek konusunda neden eksik kalıyor? Bu kapsamda TEDA projesini de açar mısınız? Bu konu aslında uzun söyleşileri gerektirir. Kısaca şunlar söylenebilir. Türkiye uzun yıllar kendi edebiyatına hor baktı. Yazarlara hep kuşkulu ve tehlikeli insanlar olarak bakıldı. Değil onları tanıtmak, onlara yardım etmek, daha çok adli yönden, polisiye açısından ilgi gösterildi. Birçokları, mahkemelerde süründü, hapsedildi, işkence gördü; bazıları öldürüldü, bazıları yurtlarını terk etmek zorunda kaldı, Hem içerde hem dışarıda Türkiye'nin gururu olması gereken insanlar her dönemde bağnazlığın çarklarında kıyıldılar. Çok küçük ülkeler bile edebiyatlarının dışarıda tanınması için gayret gösterirken, yüklü miktarda çeviriye, yayına ve tanıtıma yatırım yaparken, Türkiye edebiyat ve kültür adına turizm reklamı yaptı. Türkiye'nin tanıtımı, milyonlarca dolar aktarılan birkaç reklam şirketine aktarılmak olarak algılandı. Bir ulusun gerçek cevherinin edebiyatçılarının, sinemacılarının, ressamlarının, bilim adamlarının olduğu unutuldu. Neyse ki son zamanlarda tarihi yanlık anlaşılmış görünüyor. 2005 yılında Kültür ve Turizm Bakanlığı, Türk Kültür, Sanat ve Edebiyatı ile ilgili Eserlerin Türkçe Dışındaki Dillerde Yayımlanmasına Destek Projesi adı altında bir birim oluşturdu. ? Makedonya 1900/ Necati Cumalı/ Cumhuriyet Kitapları/ 197 s. 903 SAYFA 21
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle