20 Nisan 2024 Cumartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

? gün çok gösterişli adlandırmalarla nitelenen zaman kesitlerini yaşıyoruz. ‘Tarihin sonu’na son noktayı koymaya yeltenenler bile boy göstermeye başladı. ‘Kültürler arası savaşlarla’ yeryüzü birikimini küllere dönüştürmek, ardından da yalnızca günceli gündem edinmek, bu çağın emperyal gücünün insanlığa benimsetmek istediği uyum yasalarının en önemlisi. Aristo’nun Büyük İskender’e öğüdü, ele geçirdiği topraklar üstünde yaşayanları birbirlerine düşürüp egemenliğini sürdürmesiydi. Günümüzde kurulmak istenen Yeryüzü İmparatorluğu’nun kuram ve kurgularla pekiştirdiği yöntem, tüm geçmiş imparatorluklardan alıntılanmış yasa levhalarından başka bir şey değil. Yine de bir yeniliğin ayırtına varıyoruz: Sanatın yaratım sürecinden koparılarak güncelleştirilmesi, bambaşka yok edici bir buluş olarak karşımıza çıkarılıyor. TEDİGİN EDİCİ SAPLANTILAR Weiss’in anlatımında, Batı kültürünün bilinçlere kazıdığı bazı seçkinci ve yayılmacı saplantılar oldukça tedirgin edici. Monarşik erklerin güçlerini simgeleyen yapıtlardan söz ederken, sözü, Kaikos ovasına, daha ötelerdeki Lesbos adasına bakan, Anadolu’daki yerinden Berlin Müzesine taşınan Bergama Zeus Tapınağı’na getiriyor. Antik Pergamon’da bilgi birikiminin, Mısır parşömenine bağımlı kalmamak için inceltilmiş dana derilerine yazılıyordu. Yazgısı ayaklar altına alınmak olan kalabalıkların suskunluğunun, tepkisizliğinin hiç değişmeyeceğini vurguluyor: İyon devletinin okuma yazma bilmeyen ahalisinin yapabileceği tek şey, küçük bir azınlık olan seçkinleri daha da varsıllaştırmak ve onlara daha da çok boş zamanı sağlamaktı. Tapınağın kabartmalarında betimlenen barbarlara karşı kazanılan yengiler, elbette uygar olanın hak ettiği başarılardır. İşte sonunda, ikinci yüzyıldan bugüne yeryüzü harikalarından sayılan Zeus Tapınağı’nın yapımında çalıştırılan İyon kölelerin payına nasıl da yalnızca toz yutmak düşmüşse, bu kölelerin ardılları olan davar çobanları ve göçebelere de yerinden sökülen görkemli tapınağın ardında kalan toztoprak kalmıştı. Weiss’e göre, bu rölyeflerde sınıflar arası bir savaşın öyküsünün anlatıldığı yorumunda bulunanlar yanılıyorlardı.. Ön Asya’daki egemenlik değişimleri süresince toprak altından gün ışığına çıkan kalıntıların değerli olanlarından yararlanmayı bilenler, yine ayrıcalıklı eğitimliler olmamış mıydı? Sunağın bulunmasını sağlayan, yine de varsılların girişimci ruhu olmuştu. Nazi egemenliği son bulduğunda, bu yapıt da yine uygar Batılılarca insanlık birikimine katılmış olacaktı. Belki Weiss de orta sınıf için kurulmuş tuzaklara düşmeyi bir yazgı olarak paylaşan aydınlardandı. Amerika’nın talan ettiği Bağdat müzesinin yerle bir edilmesini görseydi böyle yargılardan kaçınırdı sanırım. Yine de “Direnmenin Estetiği”ni okumak, Batı kültürünün pek de derin olmayan dehlizlerinde bir gizemli yolculuk. Bazı yazın eleştirmenlerince Almanların James Joyce’u sayılan Peter Weiss’in bu kitabı, yayımlanma sından yirmi beş yıl sonra Türkçemize kazandırılmış. Joyce, “Ulysses”inde bir günlük bir zaman dilimi içinde olgu ve olaylara yepyeni anlamlar yükler. İrlandalı yazar, o bir gün içindeki karşılaşmalarla hem Avrupa uygarlığının temellerini, hem de sanayileşmenin hız kazandığı o dönemde, orta sınıfı can damarından kavrayan yeni değer yargılarını irdeler. Buna karşılık Weiss, “Direnmenin Estetiği”nde, özgeçmiş öyküsündeki bağlantısızlığı, façayı düzeltmek için, Batı’nın kültürel kaynaklarıyla dokunmuş bir giysinin içine sokar. Bu görkemli giysi, anlatımı bir ‘anıroman’ yapısının tuzaklarından tam anlamıyla kurtarmıştır. Belgesel gerçeklik, kurgusal bir yumuşaklığın içinde bizi geçmişe sürükler. Her iki yapıtta da eklemleri uzayan anlatımla uyumlu çok uzun tümceler kullanılır. Virgülle ayrılmış duraklar bile durdurak tanımadan; soluksuz bir ırmak gibi okuyucuyu sürükler. (3) İLK KAPSAMLI ELEŞTİRİ Julien Benda (18671956), 20. yüzyılın başlarında, 1927’de aydınlara ilk kapsamlı eleştiriyi yönelten yazardır. Denemeleriyle, romanlarıyla 50 kitabı yayımlanmıştır. 1946’da “Aydınların İhaneti”nin yeni basımına yazdığı önsözde, sanatçının bugüne bağlanmasını, bugünle bağlantı kurmasını ister. Sorumluluktan kaçmanın yolları aydınlarca o denli çeşitlendirilmiştir ki, yazarların, sanatçıların gerçeklik duygusundan iyice uzaklaştıkları izlenmektedir. Onlar artık siyasi tutkuların peşine takılmışlardır. İktidarların mu halif görünen sözcüleri olmuşlardır. Aslında kendi dar çevrelerinin çıkarlarını korumak adına da sonsuz kin ve nefret beslerler. Roma İmparatorluğu’nu inceleyen, böylelikle bugünün yönetsel özelliklerine göndermeler yapan bir deneme, önemsiz sayılırken her türlü gerçek düşünceden uzak, sanattan yoksun; yazarının bir bayrak altında yazdığını haykırdığı, duyguları sömüren bir yazı, yüksek düzeyli sayılabilmektedir. (2) Günümüzde gerçeklik duygusunun yitirilişi öyle boyutlara vardı ki, yazarlar, kitaplarının kaç baskı yaptığından dem vurarak tanıtımlarını yapmakta. Ressamlarla sanat eleştirmeni geçinenler ise hangi imzaların yakın gelecekte pirim yapacağından başka hiçbir konudan söz açmaz oldu. Edward W. Said, bir söyleşisinde, Benda’nın bir ütopya gibi algılanmaya başlanan aydın tanımının, bugün de heyecan yaratacak bir geçerliliği olduğunu söylemişti. Bu tanıma göre, aydın olmadan sanatsal yaratıma girişilemez. Aydınlar, düşünceleri uğruna, yakılmayı, kurşuna dizilmeyi göze alabilenlerdir. Aydın kesim, parayı, ünlü olmayı umursamayan çok az sayıda kişiden oluşur. ? (1) “Direnmenin Estetiği” Peter Weiss Çeviri: Çağlar Tanyeri, Turgay Kurultay, Yapı Kredi Yayınları2005820 sayfa.” (2) “Aydınların İhaneti”Julien Benda, çev.: Cem Soydemir, Doğu Batı Yayınları 2006187 sayfa. (3) “Ulysses”, James Joyce, Çev.: Nevzat ErkmenYKY. 1996 CUMHURİYET KİTAP SAYI 905 SAYFA 19
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle