19 Nisan 2024 Cuma English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Tuncer Erdem, iyi bir çizerdir. Gırgır, Çarşaf, Limon, Nankör ve Deli dergilerinde yayımlanan karikatürleri, çizgi romanları ile tanıdık onu. Gırgır ekolündendir ama çizgisiyle ve özellikle anlatımıyla kolayca ayırt edilir. Özellikle Express ve Öküz dergilerinde yayımlanan çizimleri ile karikatürden ayrılıp kendine has bir anlatım yolu oluşturdu. Birkaç karede anlatılan hikâyeler bunlar. Önceleri sözsüz, daha sonra çizimlere eşlik eden bir kaç cümle ya da dize ile çok şey anlatan hikâyeler... Metin CELAL Okuduğum Kitaplar O çizgi hikâyelerdeki şiirsel hava, çizim tekniği Tuncer Erdem'in edebi ilgisinin, kaygısının da işaretlerini veriyordu okurlarına. Zamanla çalışmalarında edebi ağırlık gittikçe arttı ve nihayetinde "Denizlerimizde Rüzgâr" (Yapı Kredi yay.) adlı bir hikâye kitabı ile okur karşısına çıktı. Tuncer Erdem, gündelik hayatın karmaşası içinde dikkatimizi çekmeyen, görsek bile durup da bakmadığımız ayrıntıları görüyor, yazıyor, işaretliyor. Yanımızdan sakin sakin yürüyüp geçen bir adamın, kendi halinde bildiğimiz komşumuzun neler yaşadığına yoğunlaşıyor. Denizlerimizde Rüzgâr'ın ilk hikayesinde geri dönüşümlü bir poşetin yaşadıklarını anlatıyor. Markette yeni hayatının başlaması için bekleyen geri dönüşümlü poşetin bakış açısından "tek başına çocuk yetiştiren bir babanın" dünyasına bakıyoruz. Biri on, biri yedi yaşında iki erkek çocuğa bakan şefkatli bir baba anlatılan. Poşetle birlikte o evin mahremine giriyoruz. Poşetin çöple doldurulup atılmasını, oradan çöplüğe yollanmasını izliyoruz. Kitaba adını veren "Denizlerimizde Rüzgâr"da en önemli merakı televizyondaki "Hava Durumu" programlarını izlemek olan bir adamı tanıyoruz. Akşam yemeğe gelecek misafirler için balık almaya çıkan hikâye kahramanı bir kilo ucuz balık alacağım diye çıktığı yoldan denize ulaşıyor. Ve kendini denize atıveriyor. Koku'da memur görünüşlü bir adamın minibüsle her akşam eve dönerken bir duvarın ardında gördüğü şehrin bildik görüntüleri arasında bir vaha gibi duran küçük göletin çekimine kapılması anlatılıyor. Hikâye kahramanı, minibüsten iniyor, duvarın ardına geçiyor. Artık cennete, düş âlemindedir. Denizlerimizde Rüzgâr'ın kahramanının aksine bir süre orada kaldıktan sonra eve dönmüyor. Aksine, şehirle tek bağlantısı olan duvardaki deliği de taşlarla kapıyor ve orada kalıyor. Dünyanın Muhteviyatı'nda elinde torbalarla eve gelen babanın, evinden hiç çıkmayan komşusuna heykel modelliği yapması anlatılıyor. Esintilerin Yarattığı Çırpıntılar'da "elindeki bond çantayla keskin kokulu otlar arasında amaçsızca dolaşın bir adam"dır hikâye kahramanı. Şemsiyesinin denize uçması ile olaylar gelişiyor. Tuncer Erdem'in hikâyelerinde kendini hayatın rutinine kaptırmış şehir insanlarının bir anlık kopmaları anlatılıyor. Onlar bazen bu bir anlık kopmadan yararlanıp şehri bırakıp gidiyorlar, bazen de rutin hayatlarına dönüyorlar. Ama hiçbirinin bir gerekçesi yok. Durumları Denizlerimizde Rüzgâr nın üzerinde durup düşünmüyorlar. Belki bir rahatsızlıkları, sıkıntıları var bu rutinden, ama onu dillendirmiyorlar. Şehirden kopup kırlara doğru yönelmeleri sanki içgüdüsel bir hal. Tuncer Erdem, hemen hiç diyalog yazmadan, üçüncü tekil kişi ağzından anlatıyor hikâyelerini. Anlatımı akıcı. Sessiz sakin bir köpeğin gördüğü bir adamı tutkuyla ısırma arzusu ile dolmasını anlattığı son hikaye Isırma Korkusu hariç karikatüristliğinden gelen mizah gücünü de hiç kullanmıyor. Tuncer Erdem, dikkatle üzerinde durulması gereken bir hikâyeci. bir süredir gözardı edilen bir yazar kimliğiyle bizi yeniden buluşturuyor. Yetmişli, seksenli yıllarda bolca okuduğumuz, sonra okuyup anladığımızı ve tabii tükettiğimizi düşündüğümüz Almanya'da Türkçe yazan yazarlardan söz ediyorum. O yıllarda, bu yazarlarımız bize daha çok Türkiye'den Almanya'ya ekonomik ya da siyasi nedenlerle göç edenlerin gidiş hikayelerini, orada yaşadıkları uyum sorunlarını, memleket özlemlerini anlatan eserler verdi. Menekşe Toprak, onlardan daha farklı bir konumdan anlatıyor hikâyelerini Almanya'da büyümüş bir Türk olarak. Menekşe Toprak'ın, esas temaları duygu, mekân, ilgi, ortam değişikliklerinin insana yaptığı etkiler. Bu değişiklik Kitaba adını veren Valizdeki Mektup, yazarın tüm niteliklerini kendinde taşıyan bir hikâye. Almanya'da yaşayan bir Türk ailesi yeni bir eve taşınıyor. Eski kiracı yaşlı kadından kalma eşyalar atılırken ailenin küçük kızının dikkatini bir tahta valiz çekiyor. O valizden çıkan defterler, mektuplar, fotoğraflar küçük kız için önemli değil. Onun için önemli olan küçük valizin kendisidir. Evdeki tüm eşya ile birlikte bu evrak da çöpe atılır. Oysa biraz dikkatli bakılsa bu evrakın aslında tarihi anlamakta yardımcı olacak belgeler olduğu ortaya çıkacaktır. Ama farkına da, ayırdına da varmazlar. Oysa küçük kızın yıllarca kullandıktan sonra iyice eskitip attığı valiz bile tarihi bir değerdir ve yıllar sonra hikâye kahramanın karşısına bir müzede çıkacaktır. Kitabın ana eksenini bu gidişler, dönüşler, buluşmalar oluşuturuyor. İki dilli, iki ülkeli olmanın yanında günümüz insanının temel konuları bunlar. İnsan ilişkileri, ister istemez ayrılıkları ve yeni başlangıçları getiriyor beraberinde. Ayrılıklar ve başlangıçlar da iç hesaplaşmaları. Kitabın arka kapağındaki tanıtımda "Yalnızlık, cinsellik, aşk, kimlik gibi temel sorunlar çevresinde dönen öyküler, hem samimi hem ustalıklı, hem yalın hem zengin" deniyor. Hikâyeleri okuyunca, gerçekten de bu izlenimi ediniyorsunuz. Ama içten içe bir çekimserlik var sanki. Yazar, tam anlamıyla samimi davranmıyor gibi. Bir sınırda duruyor. O sınırı geçse, daha rahat, daha açık seçik anlatsa, yani şimdikinden daha da samimi olsa sanıyorum günümüz hikâyecilerinin arasından sıyrılarak kendine has hikâyeleriyle seçkinleşecek. Kitabın diğerlerinden ayrıksı ve cüretkâr duran tek hikâyesi "Güzel Bir Gün" bu ipuçlarını veriyor. VALİZDEKİ MEKTUP Yalınlık, hikâyede üsluptan çok anlatılana ağırlık verilmesi son dönem hikâyecilerimizin genel eğilimlerinden. Sanki üsluptan özenle kaçıyor gibiler. Süslemeyi hele, hiç sevmiyorlar. Daha çok anlattıklarıyla bir dünya kurmak, orada farklılaşmak istiyorlar gibiler. Ama ne yazık ki, işlenen konular çok çeşitli değil. Hemen her kitapta farklı açılardan da olsa orta sınıf şehirlilerin sıkıntılarını okuyoruz. Genellikle de bir olayı değil bir zaman kesitini anlatmayı tercih ediyorlar. Anlattıkları zaman kesitinden geriye doğru dönüşlerle hikâyelerini oluşturuyorlar. Bu genel hikâye standardının dışına çıkan, çıkmaya çalışan hemen her yapıt doğal olarak ilgilimizi çekiyor. Menekşe Toprak'ın ilk hikâye kitabı Valizdeki Mektup'da (Yapı Kredi yay.) yer alan çalışmaları bu genel hikaye standardının içinden doğsalar da sınırları zorlamak istiyor. Bu durum belki de yazarın iki dilli, iki ülkeli olmasından kaynaklanıyor. Hem Türkiye'de, hem de Almanya'da olmak, iki ülkede yaşamak, öteki olma duygusunu yaşamak… Menekşe Toprak, Türk Edebiyatı'nda ÖNERİLER 15 Yazar 15 Öykü Silk & Cashmere firması 15. Yılını kutlamak amacıyla iyi bir yol seçmiş, bir hikâye antolojisi yayınlamış. Antolojide 15 yazarın seçtiği 15 hikâye yer alıyor. İşin ilginçliği, yazarların kendilerinden değil, Türk edebiyatından beğendikleri yazarlardan hikâyeler seçmeleri. Hikâyeleri seçmekle de kalmamışlar, seçme gerekçelerini de yazmışlar. Böylelikle seçimi yapan yazarlarımızın bu hikâyeleri neden değerli, seçmeye değer bulduklarını anlıyoruz. Bir anlamda çağdaş hikâyeciliğimizin küçük bir antolojisi oluyor. Yaşar Kemal Orhan Kemal'den, Nezihe Meriç Nemika Tuğcu'dan, Tahsin Yücel Erdal Öz'den, Ferit Edgü ve Nedim Gürsel Sait Faik'ten, Nursel Duruel M. Zaman Saçlıoğlu'ndan, Pınar Kür Ahmet Hamdi Tanpınar'dan, Nazlı Eray Sevim Burak'tan, Selim İleri Samipaşazade Sezai'den, Ahmet Altan Refik Halit Karay'dan, Enis Batur Tahsin Yücel'den, Orhan Pamuk ve Murathan Mungan Oğuz Atay'dan, Latife Tekin Onat Kutlar'dan, Elif Şafak Sevgi Soysal'dan hikaye seçmiş. Tabii ki bir antoloji oluşturuyoruz diye düşünmemişler bu hikâyeleri seçerken daha çok bireysel beğeniler ağır basmış. Yine de insan bu listede yer alan hikâyeler kadar almayan hikâyeleri de düşünüyor ister istemez. Zaten antolojilerin en eğlendirici ve tartıştıran yanı da bu değil midir? Kimden hangi eser alınmış diye uzun uzun düşünüp, tartışmaz mıyız? Silk & Cashmere'in 15. Yıl hediyesi çok hoş ve şık bir çalışma. Sadece eşe dosta dağıtılmakla kalmayıp satışa sunulacak olması da olumlu bir davranış. ? KİTAP SAYI 905 lerin insanın hayatında yarattıklarını, değişikliklere rağmen hayatı nasıl sürdürdüğümüzü işliyor. Özellikle başkasını anlamak olgusu üzerinde duruyor. Ama bir açıklama, çözümleme söz konusu değil. Durumu anlatıyor, gösteriyor ki durumu göstermekle yetinmek daha önce de söylediğim gibi günümüz Türk hikâyeciliğinin genel bir eğilimi. SAYFA 12 CUMHURİYET
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle