Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
? yorum dikkatimi dağıtıyorsun dedi. Ayrıntısıyla değil elbette orası kitaptan okunmalı ama ana hatlarıyla nelerden bahsettiniz Yaşar Kemal ile? Yazıya destancılıkla başladığını anlattı. İşte köylere gidermiş fakat çocuk gördükleri için kadınlar anlatmazlarmış ama bir süre sonra ünü duyulmuş ve bine yakın destan toplamış Yaşar Kemal. Fakat o destanların hepsi kaybolmuş. Kaybolan romanı aynı zamanda da ilk romanı olan Hüyükteki Nar Ağacı'nı da anlattı, hatta ben de kitabımın adını oradan esinlenerek Yokuştaki Nar Ağacı koymayı bile düşünmüştüm bir ara. Yaşar Kemal, Nâzım Hikmet ile Mehmet Ali Aybar'ın Kuzguncuk'taki evinde tanıştıklarından bahsetti. Nâzım Hikmet'i Nâzım Hikmet yapanın hapishane olduğunu, Nâzım Hikmet'in Anadolu halkının aşısını aldığını, şaheserlerine olan saygısını anlattı bizlere. Sonra Türkiye'nin geleceği ile ilgili çok endişeli olduğunu söyledi. Ve gazeteciliğin öldüğünü… Evvel zaman Babıâli… Herkesin birbirini tanıdığı, Yokuş'tan inip çıkarken selamlaşadurduğu… İnsan şimdi ancak hayal edebiliyor.. Öyle, Agâh Güçlü'nün de dediği gibi kendi gazetelerinde çalışmasanız bile herkesin birbirine göz aşinalığı varmış. O zamanlar bugünkü gibi gazetecilerin bir araya geldiği bir lokal yoktur ama mesela şimdiki Ziraat Bankası ile Milli Eğitim Müdürlüğü arasındaki binada, Cemiyet'in lokantası olduğundan ve Vilayet'e yakın Meserret Kıraathanesi ile Nuruosmaniye Camisi'ne girişte solda bir bozacıdan bahsediyor Agâh Güçlü. Sinan Bozacısı varmış mesela. Oralarda buluşulur, görüşülürmüş. Akşamları da Beyoğlu'ndaki birahanelerde. Sohbetlerin hemen hepsinin gazetecilik üzerine olduğu zamanlar… Kim hangi haberi atlattı, ne oldu, ne bitti, esprisi yapılır, haber atlatılan arkadaşlar kızdırılır falan. O dönemin Babıâlisi için ‘yani muhabir olmak kolay değil o zamanlar, öyle muhabirliği kolay kolay vermezler adama’ diyor ustalar. Şimdikiyle kıyas tutmaz. İmzaları çıkmazmış aylarca. İmkânlar daha doğrusu imkânsızlıklar da malum, her şeyi geçtim telefon yok.. Tabii, diyelim ki bir ilçeyi arayacaksınız o ilçenin santralından ilgili yeri bağlatacaksınız, bekleyeceksiniz, kısmetinize düşecek falan. Türkiye'deki teknoloji, telefon hattı yeterli değil diye Avrupalı gazeteciler üs olarak Yunanistan'ı seçiyorlarmış düşünün. ELİ BOŞ GELMEYECEKSİN! Çalışan muhabirin daha makbul olduğu dönemler.. Cihat Baban şöyle demiş 'Hiçbir şey bulamıyorsan ayağının altındaki taşları konuşturacaksın, eli boş gelmeyeceksin!..'. Atlatma haber yaptırana Babıâli'de teklif çok. Haber atlatan nice muhabire rakip gazetenin yetkililerince iki kat maaş teklif edilmiş. Kitabımda söyleşileriyle yer alanların hemen hepsi şimdilerde kaliteli gazetecinin yetişmez olmasından dertli, duruş ve prensip eksikliğinin kemikleştiğinden, duyarsızlaşıldığından dertli. Gazetecilere sade vatandaştan da ayrı bir tezahürat söz konusuymuş değil mi? Hem de nasıl. Otobüse binerler basın kartı göstermelerine gerek yok. Basın dersin biletçi selama durur, beyefendi diye hitap edermiş. Yokuşta insanlara selam vermekten yorulurlarmış, o derece. İtibarın beş yüz değil bin beşyüz olduğu dönemler.. Cağaloğlu Türkiye'nin basın başkentiydi nitelemesinde bulunuyor Agâh Güçlü. Evet o zamanlar Ankara'da 23 tane 500'er basıp 200 tane zor satan bulvar gazetesi varmış o kadar. Babıâli'nin bir daha basın merkezi olamayacağı kanımızı paylaşıyor Agâh Güçlü. 'İkitelli var orada çiftetelli oynarlar' diyor haklı olarak. O zamanlar patronlar gazetecilikten geliyorlar bir kere. Çekirdekten yetişiyorlar. O zaman gazetecinin, muhabirin halinden de anlıyorlar yani. Tolerans, hoşgörü, yetkin yönlendirme, eğitme var. Onları saygıyla anıyorum, taviz vermemişler, direnmişler. Günümüzdekine kıyasla en büyük fark budur bence. Şimdi gazeteci arkadaşlarımız direnemiyorlar. Sendika var, Cemiyet var, üye bile olmuyorlar. Orada bir yerde bir Babıâli var ama.. Artık sanal mıdır nedir? Sanal Babıâli, çok doğru, dediğine katılıyorum. Bu üzüntüyü, sıkıntıyı sadece biz gazeteciler yaşamıyoruz. Basın Senatosu Sekreterliği yaptığım için vatandaşlardan gelen telefonlardan da biliyorum, onlar da böyle düşünüyor. Kitabınız merhem olsun yaraya… Teşekkür ederim, bir nebze olsa bu da bir şeydir. ? gamzeakdemir@cumhuriyet.com.tr "Hazandan Önce BabıâliDuayenlerden Anılar"/ Süleyman Boyoğlu/ Güncel Yayıncılık/ 406 s. SAYFA 15 35 gazeteci Türkiye'nin yakın tarihindeki yaşadıkları nice önemli olayı anlatıyor Süleyman Boyoğlu'na. CUMHURİYET KİTAP SAYI 905