22 Kasım 2024 Cuma English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
CMYB C M Y B SAYFA CUMHURİYET 27 AĞUSTOS 2010 CUMA 6 HABERLER Ergenekon operasyonlarõ şaibe altõnda kalõr diye yasadõşõ dinlemeleri incelettirmemiş Erdoğan durdurmuş ANKARA (Cumhuriyet Bürosu) - Eskişehir Emniyet Müdürü Hanefi Avcı, devlet içindeki Fethullahçõ yapõyõ anlattõ- ğõ “Haliç’te Yaşayan Simonlar” isimli kitabõnda, Başbakan Tayyip Erdoğan’õn, yasadõşõ dinlemelerin bulunmasõna ilişkin tahkikatõ engellediğini anlattõ. Yasadõşõ din- lemelerle ilgili bilgi ve delilleri İçişleri Ba- kanõ, Adalet Bakanõ ve Emniyet Genel Müdürü’ne aktardõğõnõ ifade eden Avcõ, Emniyet Genel Müdürü’nün kendisine “Müfettiş incelemesi yaptıramıyoruz, çünkü kontrol edilemeyebilir, her şeyi araştırabilirler, bundan dolayı bakan di- lekçenin iadesini istedi” dediğini akta- rarak “Başbakan son dönem Ergenekon operasyonları ve bu operasyonları ger- çekleştirenler benim şikâyetimle şaibe altında kalır tereddüdü yaşayarak tah- kikatı durdurmuştu” değerlendirme- sinde bulundu. Emniyet teşkilatõnda teknik-elektronik istihbaratõn kurucusu olarak bilinen Avcõ, devlet içindeki Fethullahçõ yapõnõn kul- landõğõ yasadõşõ dinlemelerin ortaya çõ- karõlmasõ için önayak olduğu tahkikatõn, Erdoğan tarafõndan durdurulduğunu açõk- ladõ. Avcõ’nõn kitabõndaki ifadelerine gö- re süreç şöyle gelişti: Cemaat saygınlığımı sarsmak istiyordu: Cemaatin komplosuyla hak- sõz yere tutuklanan Emniyet Genel Müdür Yardõmcõsõ Emin Aslan hakkõnda yapõlan işlemlere karşõ çõktõğõm, ona kefil oldu- ğumu söylememden bir süre sonra bu açõk- lamalarõmdan memnun olmayan İstanbul Emniyeti’ndeki cemaatin lideri konu- mundaki polis şefleri benim toplumdaki saygõnlõğõmõ sarsacak bir çalõşma başlat- tõklarõnõ ve yakõnda işleme koyacaklarõnõ söylemişlerdi. Hukuksuz dinlemeler yapılı- yordu: Daha önce benimle çalõşmõş, bu ülke için yaptõklarõmdan dolayõ bana kar- şõ derin minnet duyduğunu belirten ve hâ- lâ İstanbul Emniyet Müdürlüğü’nde gö- revli olduğunu ifade eden bir kişi, beni ön- ce santraldan sonra verdiğim güvenli bir hattan arayarak İstanbul İstihbarat Şube- si’nde benim hakkõmda çalõşma başlatõl- dõğõnõ tesadüfen öğrendiğini, aslõnda din- lenenin benim değil bana gizli bilgi veren bir kişi olduğunu, adõnõ bilmediğini ama farklõ isimler adõna dinleme yapõlõyor gösterildiğini anlattõ. Ben “Nasıl mah- keme kararı alınır?” dediğimde artõk du- rumlarõn farklõ olduğunu, bazõ mahkeme kararlarõnõn isimsiz, adressiz, IMEI num- arasõ üzerinden, hatta başka anlamsõz nu- maralar üzerinden alõnabildiğini ifade et- ti. Amirlerinin asõl amaçlarõnõn beni bir komploya getirmek olduğunu belirtti. Şeytanca bir kurgu: Yasayõ tekrar tekrar okumaya başladõm. Korkunç ve çok profesyonelce bir kurguydu, kafamda şimşekler çakmõştõ, demek olup biten ba- zõ şeyler böyle gerçekleştiriliyordu. Bun- lar çok zeki, çok tehlikeli, çok şeytanca şeylerdi. Bu adamlar hukuksuz olmakla birlikte inanõlmazõ başarmõş, benim 40 yõl düşünemeyeceğim şeytani yollarõ bul- muşlardõ. Kõl kadar ince bir noktadan ge- çerek korkunç şeyler başarmõşlardõ. Bu dehşet bir yöntemdi. Sıradan insanları avlayabilir- lerdi: Eğer bu insanlar benim herkesten gizlediğim numaramõ tespit edebilmişlerse, benimle irtibatlõ bir telefon numarasõnõ baş- ka bir kişiye aitmiş gibi göstererek dinle- me kararõ alabiliyorlarsa, sõradan insanlarõn telefonlarõ üzerinde diledikleri şeyi yap- maya muktedirlerdir. Bu insanlar devletin imkânlarõnõ böyle kullanabilirler miydi? Bir avuç insanõn, devletle, sistemle nasõl oynayabildiğini aklõm almõyordu. Bu adamlar başkalarõna, bu işleri hiç bilme- yen insanlara da aynõ tuzaklarõ kuruyor, herkesi avlõyorlardõ. İçişleri Bakanı ‘Denetletelim’ dedi: Önce randevu alarak İçişleri Ba- kanõ’na durumu anlattõm. Emniyet Genel Müdürlüğü ve İçişleri Bakanlõğõ yöneti- cilerini isimler vererek dinlediklerini söy- ledim. Sayõn Bakan Beşir Atalay “Ben ni- ye dinleteyim, üstelik bu işleri de hiç sev- mem” dedi ve sonra “O zaman biz bu- rayı denetletelim” diye ekledi. Savcılarla görüştüm: Olay yeri iti- barõyla İstanbul Cumhuriyet Başsavcõsõ Aykut Cengiz Engin’den, ardõndan özel yetkili mahkemenin cumhuriyet başsavcõ vekili Turan Çolakkadı’dan randevu al- dõm. Başsavcõnõn kendisi de dinlenmişti. Bunun izahõ yoktu, sistem cinnet geçiri- yordu. Hangi delil, hangi gerekçe ile baş- savcõ dinlenmişti. Sonra Ankara’ya geldim Başsavcõ Hüseyin Poyrazoğlu ile görüş- tüm. O da Ergenekon üyesi olmaktan İs- tanbul Başsavcõsõ gibi dinlenmişti. Benim bildiğim beş altõ kişi haricinde belki bin- lerce kişi böyle dinleniyordu. Makamlara dilekçe hazırla- dım: Hemen konuyla ilgili bir dilekçe ha- zõrladõm. Adalet ve İçişleri bakanlõklarõ, İs- tanbul, Ankara cumhuriyet başsavcõlõkla- rõ, İstanbul ve Ankara Özel Yetkili Baş- savcõ Vekillikleri ve Fatih Cumhuriyet Başsavcõlõğõ’na ve Başbakanlõk’a verilmek üzere dağõtõmlõ ancak bazõ noktalarda birbirinden farklõ dilekçelerdi. Emniyet Müdürü tasvip etme- diğini söyledi: Emniyet Genel Müdürü Oğuz Kağan Köksal’dan 6 Ocak 2010 ta- rihinde randevu aldõm ve gidip olaylarõ an- lattõm. Cemaatin olduğu bilinen bazõ ga- zetelerdeki beni övücü yayõnlarõ kast ede- rek “Ben de cemaatin senin yıldızını par- latmaya çalıştığını zannediyordum” dedi. Genel Müdür dinlemelerden haber- dar olmadõğõnõ ve bunu asla tasvip etme- diğini dile getirdi. Adalet Bakanı da ikna oldu: Di- lekçeyi göndermemden sonra Adalet Bakanõ Sadullah Ergin’den randevu alõp 12 Ocak 2010 tarihinde ziyaretine gittim. Ona da durumu anlattõm. Bakan dinlemeler konusuna hâkimdi, isimsiz dinleme olamayacağõnõ söyledi. Ben õs- rar edince Telekomünikasyon İletişim Başkanlõğõ’nda (TİB) Başkan Fethi Şim- şek’i telefonla aradõ. Fethi Bey istihba- ri dinlemelerde çok miktarda isimsiz dinleme olduğunu söyledi. Başbakan’a da ilettim: Bende işin üzerine tam olarak olarak gidilmeye- ceği şüphesi oluşmuştu. Bunun için Baş- bakan’a ulaşmalõ, bu kanunsuz dinleme- leri ve insanlara tuzak kuranlarõ anlatma- lõydõm. Başbakanlõk Müsteşarõ Efkan Ala’ya bildiklerimi anlattõm. Dinlenen dai- re başkanõ, genel müdür rütbesindeki ki- şileri anlattõm. Durumu Başbakan’a ak- tarmasõ gerektiğini ifade ettim. Müfettiş incelemesi engellen- di: Daha sonra İçişleri Bakanõ’na bu ko- nuda yaptõklarõmõ anlatmak, bilgi vermek üzere kendisinden bir iki defa randevu is- tedimse de cevap alamadõm. 28 Ocak 2010 tarihinde Emniyet Genel Müdürü Oğuz Kağan Köksal bana “Dilekçeni iade edi- yoruz, müfettiş incelemesi yaptıramı- yoruz çünkü bir defa müfettişler gö- revlendirilir ise kontrol edilemeyebilir, her şeyi araştırabilirler, bundan dola- yı bakan dilekçenin iadesini istedi, ben de geri veriyorum” dedi. Bakanı durduran Başbakan: Başta hem bakan, hem de genel müdür meselenin üstüne gidip konuyu denetle- mek istiyorlardõ. Ama şimdi İçişleri Ba- kanõ denetim yapmõyordu, bakanõ dur- duran kim ve ne olabilirdi, Başbakan’dan başka kim olabilirdi? Belki Başbakan ger- çeği tam bilmiyordu, son dönem Erge- nekon operasyonlarõ ve bu operasyonla- rõ gerçekleştirenler benim şikâyetimle şai- be altõnda kalõr tereddüdü taşõyarak tah- kikatõ durdurmuştu. İstanbul Haber Servisi - Hanefi Avcı’nõn “Haliç’te Yaşayan Simonlar: Dün Devlet, Bugün Cemaat” ki- tabõnõn yankõlarõ sürüyor. Ba- zõ gazeteler iddialarõ tartõş- mak yerine Avcõ’nõn geçmişi ile ilgilenmeyi tercih ederken bazõ yazarlar da cemaati sa- vunmaya devam etti. Anadolu’da Vakit gazetesi, dün Hürriyet’in 4 Şubat 1998 tarihinde attõğõ “Avcı çete söz- cüsü” manşeti ile çõktõ. Vakit, Avcõ’nõn yazdõğõ kitaptaki id- dialarõ göz ardõ edip Hürri- yet’in söz konusu kitapla ilgi- li haber yapmasõnõ ön plana çõ- karmaya çalõştõ. Manşet ha- berde Hürriyet’in bugün Av- cõ’yõ kahraman gibi lanse etti- ği savunularak Doğan grubu ile Avcõ’nõn daha önce mahke- melik olduğu da kaydedildi. Haberde, Hürriyet’in 12 yõl önceki haberine ve mahkeme sürecine ayrõn- tõlõ olarak yer verildi. Gaze- tenin yazarõ Hasan Kara- kaya da Hane- fi Avcõ’nõn pa- ra kazanmak için kitabõ şim- di çõkardõğõnõ öne sürerek ki- tabõn satõş re- korlarõ kõrdõğõ- nõ, 12 Ey- lül’den sonra çõkarsa kimse- nin yüzüne bakmayacağõnõ iddia etti. Karakaya, Avcõ’nõn amacõnõn Edirne ve Eskişe- hir’e sürülmesinin intikamõnõ al- mak ve bu arada da köşeyi dönmek için bu kitabõ yazdõğõ- nõ kaydetti. Cemaat değişiyor mu? Yeni Şafak gazetesi, “Adli- yede doğru söyledi, kitapta şaştı” manşeti ile Vakit gibi ki- taptaki Gülen Cemaati’ne yö- nelik iddialarõ görmezden gel- meyi tercih etti. Haberde, Av- cõ’nõn Ergenekon savcõlarõna verdiği ifadede de Ergene- kon’u “Susurluk’a benzer bir örgüt yapılanması” olarak tanõmladõğõ, kitabõnda ise sav- cõlara tarif ettiği örgütü yok saydõğõ kaydedildi. Star gazetesi yazarõ Nasuhi Güngör, kitabõn cemaat için- deki “kuşak farkının” tetik- lediği gelişmelerin hõz kazan- masõna yol açacağõnõ kaydet- ti. “Hanefi Avcı, cemaat ve değişim” başlõklõ yazõsõnda Güngör, kitaptaki iddialarõn yeni olmadõğõnõ, tek farkõn Avcõ gibi bugüne dek hep cid- diye alõnmõş bir emniyet men- subu tarafõndan dile getiril- mesi olduğunu belirtti. Güngör, Gülen cemaatinin, abartõya ba- zen şehir efsanesine dönüşse de siyaset, bürokrasi ve ekonomik hayatta ciddi bir etkinlik için- de olduğunun ortada olduğunu vurguladõ. Sabah yazarõ Okan Mü- derrisoğlu yazõsõnda, Avcõ’nõn kitabõnõn cemaate ayrõlan bö- lümünde ABD’nin 11 Eylül sendromuna benzer bir tablo ortaya çõktõğõnõ ifade ederek ki- tabõ okurken “doğrularla ka- rışık manipülasyonu yaşadı- ğını” anlattõ. Müderrisoğlu, yazõsõnda “Avcı’nın vurgula- rından geleceğe dönük baş- ka adımları olduğunu çözü- yorsunuz. Biriktirilen bilgi ve belgelerle kendisini garanti- ye alan karargâhını vurduğu oluşumla pazarlığa açık bir tarz söz konusu. Ama bu tarz ‘iste- diği göreve gelemedi’, ‘iktidarõn gözünden düştü, fi- lanca par- tiden mil- letvekilli- ğine yatõ- rõm yapõ- yor’ gibi basit çı- karlarla açıklana- mayacak kadar ka- rışık” sa- tõrlarõna yer verdi. ‘En büyük günahı sahte belge üretmek’ Taraf gazetesi yazarõ Yıldı- ray Oğur ise Avcõ’nõn kitabõ ile “cemaat adında her deliğe giren, her kilitli kapıyı açan bir maymuncuk hediye etti- ğini” yazdõğõ “Keşke 12 Ey- lül’den önce de bir cemaat ol- saydı” başlõklõ yazõsõnda ce- maatin halkõna düşman devlet- le mücadele ettiğini savundu. Cemaatin sokak ortasõnda adam infaz etmediğini, işkence yap- madõğõnõ öne süren Oğur, Av- cõ’nõn kitabõna göre cemaatin en büyük günahõnõn kirli devleti teşhir etmek için sahte belge üretmek olduğunu belirtti. Doğan’dan destek Hürriyet gazetesi yazarõ Yal- çın Doğan da “Avcı’dan Tür- kiye’nin ciğeri” başlõklõ yazõ- sõnda kitabõ okuduktan sonra insanõn dehşet içinde kaldõğõ- nõ “Biz nasıl bir ülkede yaşı- yoruz” sorusunun her satõrda insanõ çarptõğõnõ belirtti. BAZI GAZETELER İDDİALARI GÖRMEZDEN GELDİ Yine Avcı’ya saldırdılar MELTEM YILMAZ Eski İçişleri Bakanõ Saadettin Tantan, AKP’nin iktidara geldiği 2002 yõlõndan bu yana Gülen ce- maati ile PKK’nin büyük bir güç kazandõğõnõ ifade ederek “AKP’nin iktidarından sonra Gülen cemaati ile PKK, siyasi, ekonomik ve idari anlamda Tür- kiye’ye hâkim duruma gelmiştir. Yalnızca emniyetin kozmik oda- sına girmek de yetmez. Tüm is- tihbarat birimleri derhal Meclis araştırması ile adli denetime açılmalıdır. Tabii böyle bir araş- tırma, Meclis’in büyük bir ço- ğunluğunu da götürecektir” dedi. Tantan, Eskişehir Emniyet Mü- dürü Hanefi Avcı’nõn kaleme aldõ- ğõ ve geçtiğimiz günlerde raflarda yerini alan “Haliç’te Yaşayan Si- monlar: Dün Devlet Bugün Ce- maat” adlõ kitaba yönelik sorularõ- mõzõ yanõtladõ. “Hanefi Avcı’nın belgesiz ve bilgisiz konuşmaya- cağından emin olduğunu” söyle- yen Tantan, yalnõzca emniyetin de- ğil, “Türkiye’deki tüm istihba- rat birimlerinin kozmik odasına girilmesi gerek- tiğini” söyledi. Tantan, “Türkiye’nin şu anki halinden çıkabilmesi için yalnızca emniyet değil, aralarında TSK ve MİT’in de bulunduğu tüm is- tihbarat birimleri, Meclis araştırması ile adli de- netime açılmalıdır. Nerede huku- ki ve kurumsal boşluklar var, nerede altyapı eksikliği var, ma- saya yatırılmalı. Bunu siyasi kadro yapamıyor çünkü böylesi bir denetim, Meclis’in büyük bir çoğunluğunu götürecektir” dedi. AKP’nin iktidara geldiği 2002 yõ- lõndan bu yana yalnõzca cemaatle- rin değil, PKK’nin de güçlendiğine dikkat çeken Tantan, şöyle devam etti: “AKP’nin iktidarından son- ra başta Gülen cemaati ile PKK, siyasi, ekonomik ve idari anlam- da çok büyük güç kazanmış, Türkiye’ye hâkim duruma gel- miştir. 2002’den sonra Gülen ce- maati 50, PKK ise 25 milyar do- larlık marka değerine ulaşmıştır. AKP, bu iki oluşumun güçlen- mesine katkı sağladı. Bu durum karşısında halkına ve ülkesine sahip çıkan insanlar ise bilinçli bir şekilde yoksullaştırılıp cahil bırakılıyor. Bu durum, büyük bir proje.” Tantan, “Dikkat ederseniz hü- kümet ne zaman bir olay olsa sessiz kalıyor. Hükümet ka- nadının bugüne kadar somut bir adım attığı görülmüş müdür? Diğer yandan Cumhurbaşkanı devletin PKK ile masaya oturama- yacağını söylüyor. ‘Devletin kurumlarõ görüşürler’ diyor. Peki bu kurumlar bağımsız mı devlet- ten?” değerlen- dirmesini yaptõ. İstihbarat birimleri denetime açılmalı Eski İçişleri Bakanõ Saadettin Tantan TERÖR VE TOPLUM / MEHMET FARAÇ mfarac@cumhuriyet.com.tr - www.mehmetfarac.com Güneşin tenleri kavurduğu yaz sıcaklarında, akşamın hüznü şemsiyesini açınca gölge de alaca bir karanlığın insafına sığınırdı... Teldolaplarda bir parça kuzu etimiz, kokmasın diye yüksekteki bir fileye asılmış kazankebabımız ve çarşıdan alınmış buzlarla soğutulan saman karışmış sularımız vardı... Analarımız kuyu sularını ‘hayat’larımızın (avlu) beton ya da kayalık zeminine dökünce doğanın damarlarına gizlenmiş güneşin o kızıl buharı adeta gökyüzüne yükselirdi... Bazen onlarca kova su dökülürdü o avlulara ama sıcak çok uzun süre yok olup gitmezdi... Akşam yemekleri işte o hayatlara serilmiş kilimlerin üzerinde yenilirdi... Tek zenginliğimiz bakır bir legenin içinde suda bekleyen kıpkırmızı eriklerimizdi... Sayıyla verilirdi erikler bize... kimseye haksızlık olmasın diye!.. Ekmeğin bir Arap atının yelesine gizlendiği Urfa’da, babalarımız aş uğruna koştururken kaçakçı pazarında, yorgun gelirlerdi o iki göz, betonarme gecekondulara... Analarımız ise her biri bin dert misali çocuklarının peşinde koşturmaktan helak olurdu... Yaşam, Urfa’nın Kötüler Mahallesi’nde yoksullukla umudun yarattığı çelişki içinde amansız bir kısırdöngüye dönüşür ve biz o mahallenin garip çocukları, terk edilmiş dünyamızda debelenip dururduk!.. Babalarımız pek harçlık veremezdi bizlere... Ekmeğini Suriye sınırındaki mayınlı arazilerden çıkaran insanların cebinde para olmazdı ki!.. Ekmek bir jandarma tüfeğinin namlusuna hapsedilmişti ve bizler akşam eve dönecek mi diye düşünürdük cepleri delik babalarımızı!.. Her gün ama her gün, temmuz ve ağustos aylarında, yollarından kanalizasyon akan, taşıma suyla yaşamın döndüğü o mahallede, derme çatma el arabalarında eskimo ya da dondurma satanların bizce hiçbir anlamı yoktu... Kasteden zalimler! Eskimodaki boya kokusu, dondurmanın serinliği şark çıbanlı çocukların yüzlerini yalar geçerdi yalnızca!.. Analarımız kapı aralıklarından o mazlum manzaraları izleyemez, yoksulluğun kahpeliğine isyan ederlerdi... Siz hiç zemini tamamen kayalarla kaplı, elektrik direğindeki tek lambanın aydınlattığı sokaklarda, ayaklarındaki yırtık ‘cızlave’lerle on yerinden yamalı bir topun peşinden koşan mahsunlar gördünüz mü?.. Bizler “forfor top” derdik ayaklarımızdan bile pejmürde o yuvarlak meşinlere... Çorap görmemiş ayaklarımızda taşların ve kayaların açtığı derin yaralarla dönerdik gece yarıları garip gecekondularımıza!.. Hiç öyle düşünmeyin, biz kızgın güneşten kaçabilme uğruna futbolu geceyarıları oynardık!.. 8-9 çocuk, üç çaput döşeğe eskimiş bir kolyenin küçük halkaları gibi dizilmeden önce yapacağımız çok önemli bir işimiz vardı... Evet bilirdik ki, kurt puslu havayı severdi ama akrep de serinliği!.. Yaşam ne kadar çelişkiliydi bizim için, jandarmaya av olmasından korktuğumuz babalarımız uyur uyumaz biz avcı olurduk!.. O mahallede yaşayanlar, ağustos gecelerinde sıcaklardan, yılanlardan ve özellikle de akreplerden korunma uğruna damlarda ya da avlulara kurulmuş tahtlarda (sedir) uykuya dalar dalmaz; biz analarımız, babalarımız ve de kardeşlerimizin canına kasteden o zalimlerin peşine düşerdik!.. Urfa’da ya da topyekûn Güneydoğu’da, cehalet bizleri yobazın, tarikatın, cemaatin karanlığına sürüklerdi, yoksulluk ise kapkara akreplerin ihanetine!.. Tandırlıklardan (mutfak) et yüzüne hasret birer paslanmış kebaş şişi yürütür boş bir zeyintinyağı tenekesi ve birer el feneriyle sokaklara düşerdik... Gruplar halinde Kötüler Mahallesi’nin karanlık sokaklarına dağılırdık... Duvarlarında akrep resimleri olan antik mağaralara ve kaderine terk edilmiş harebelere dalardık... Korkuyla ve de sesizce; taş duvarların diplerine, çalıların sinsiliğine sığınan o mahlukatların peşinden koşardık... Dünyanın en zehirli akrepleri gericiliğin en yoğun olduğu Güneydoğu’da yaşardı!.. Babalarımızdan bilirdik ki, çöl ortamında yaşayan akrepler, suyu az tükettiklerinden dolayı çok daha zehirliydi!.. Karanlığı seven hain!.. Bizler, yani Kötüler Mahallesi’nin çocukları hem aile bireylerimizin can güvenliği hem de harçlık uğruna işte o zalimlerin ardına düşerdik gecenin serinliğinde... Kapkara akrepler karanlığı, köhneliği, serinliği ve sessizliği severdi!.. Ay ışığında yiyecek arayan akrepleri görür görmez fenerleri üzerlerine tutar ve onlara şok yaşatırdık!.. Sonra kebap şişlerini gövdelerinin tam ortasına saplar ve nefretini, karanlığın sinsiliğinde gizleyen o akreplerin ölümle dansını izlerdik!.. Orası Urfa’nın Kötüler Mahallesi’ydi... Siz birkaç saniye düşünebilir misiniz acaba; salt kaçakçılığın kolaylıkla yapılabilmesi uğruna dağlarda oluşturulan o mahallede “kötü” kimdi acaba?.. Suriye’den birkaç kilo çay ve kına getirme uğruna canlarını mayınlı arazilere süren babalarımız mı?.. Devletin bekasını koruma uğruna sözde kaçakçılara acımadan kurşun yağdıran jandarmalar mı?.. Üç gariban geçmesin diye sınıra o kalleş mayınları yerleştirenler mi?.. Bizi kanalizasyonların açıkta aktığı, çoğunda su ve elektrik bile olmayan betonarme gecekondularda yoksulluğun cehenneminde yaşamaya mahkûm eden ihmalkâr devlet mi?.. Küçük bebelerimizi serinliğin uykusunda masum rüyalar görürken sokan akrepler mi?.. Yoksa, hem can güvenliği hem de harçlık uğruna zehirli akrepleri kebap şişleriyle avlayan biz çocuklar mı?.. Kötüler Mahallesi’nin viranelerindeki akrep avı gecenin çok geç saatlerinde biterdi... Sabahın köründe, ellerimizde zeytinyağı tenekeleriyle Urfa Sağlık Müdürlüğü’nün yolunu tutardık. Akreplerimiz bir görevli tarafından sayılır, ellerimize birkaç kuruş sıkıştırılırdı... Devleti saran akrepler!.. İşte o akrepler yaz boyunca toplanır Ankara’ya, Refik Saydam Hıfzıssıhha Enstitisü’ne gönderilirdi... Devlet, yoksulluğumuza ve delik ceplerimize çare olsun diye avladığımız o akreplerden panzehir yapardı!.. Dün konuştuğum Urfalı akrep avcısı Ali Yılmaz, deposunda biriken 70 bin akrebi iki yıldır devlete satamadığından yakındı!.. İşte tam bugünlerde bir cesur Avcı, Türkiye’yi kuşatan karanlığa fener tutunca da, anladım ki, devletin elinde yeterince akrep varmış!.. Peki, ya panzehir!.. Gelin 12 Eylül’de biz imal edelim... Ne dersiniz?.. Akrebin İhaneti!.. ‘Avcı’nın Feneri!.. Panzehirin Günü!..
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle