19 Mayıs 2024 Pazar English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
CMYB C M Y B 27 AĞUSTOS 2010 CUMA CUMHUR YET SAYFA KÜLTÜR 17 ODAK NOKTASI AHMET CEMAL Yaşamanın Ölüm Kültürü Belki de en katıksız bilgelik: Ölüm kültürünü içermeyen bir yaşama kültürünün olmayacağının bilincine varmak. Ölüm, yani yaşamda kesinlikle gerçekleşeceği bilinen tek olgu. Yaşadıkça karşımıza neler çıkacak? Ölümün kesinliği karşısında bu yoldaki bütün tahminler rastgeledir. Ama bütün yollarımızın sonu olan ölüm, karşımıza kesinlikle çıkacak... Gerçeklerin en kesini. Belki de bir zamanlar James Dean’e, “Hayatta tek bir soylu gerçek vardır, o da ölümdür…” dedirtmiş olan da buydu: Soyluluğunu gerçekleşmesinin kesinliğinden alan bir gerçek. Yaşarken ölümün kültürüne sahip olmak, onu yaşama yedirebilmek, ölümle barışmak sözcüğünü kullanmıyorum burada, çünkü o zaten öyle kesin ki, barış ya da barışma, bir şey değişmez, “ben ölümle barıştım”, demek, belki de hadsizliğin en acınası türü! Her neyse, evet, ölümü yaşamdaki yerine yerleştirmek, yeryüzü konukluğunun süreye bağlılığını bilmek, bence de yaşamı anlamlı kılmanın en etkin yolu. Eğer yaşadığımız sürece birtakım seçim yapma olanaklarından söz ediyorsak, o seçimleri anlamlı ve işlevsel kılan da sağlam bir ölüm kültürüne sahip olmak. Yani, sonunda mutlaka bitecek bir süreyi, yaşamlarının sonuna kadar iskele babalarına yapışık kalan istiridyeler gibi değil de etkin ve anlamlı kılmak, kurgulayabilmek. İsa’nın doğumundan yirmi bir yüzyıl sonra, yaşamı uzatabilme peşine düşmüş bir tıp biliminin karşısına, daha var olan yaşam süresini tam anlamıyla insanca yaşamayı sağlayacak bir ‘bilim’ koyamamış, “Ne uğruna?” sorusundan yoksun bir yaşamayı marifet bilen, zavallı bir insanlık durumu karşısında ölüm kültürünü edinebilmek, çok önemli. Herhangi bir zaman ölmekten korkmuş olduğumu hiç hatırlamıyorum. Ama bu korkusuzluğun bilinçli bir ölüm kültürüne dönüşmesi, 2005 yılında, bir gece yarısı kalbimin beni ilk soluksuz bırakışıyla başladı. O gece, cankurtaran arabası beni hastaneye yetiştirmeye çalışırken yaklaşık on beş, yirmi dakikalık bir yolda, içimde “Ölüyor muyum?” diye bir korku değil, ama kafamda, “Boşuna yaşamamışımdır değil mi?” diye bir soru vardı. Ölüm kültürüm, o gece, cankurtaran daha hastaneye varmazdan önce içimdeki sesin, “Hayır, boşuna yaşamadın!” yanıtını vermesiyle başlamıştı. Ve bu sesin beni boşuna avutmaya kalkışmadığından da emindim. Doktorumun her zamanki ve bilgelik düzeyindeki gerçekçiliği, son zamanlarda ölüm kültürümü daha da pekiştirdi. Geçenlerde, bugünkü çalışma/yaşama yoğunluğumla kalbimin bana ancak 3-4 yıl daha ayak uydurabileceğini söyleyen doktor, “Ama seçim, elbet sizin!” diye ekledi. Geçmişteki sohbetlerimizden, ardından, seçimimin ne olacağını zaten biliyordu. “Bitirmek istediklerimi tamamlamak için bana üç yıl sanırım yeter!” dedim. Üç yıl derken, “ne olursa olsun yaşamak”tan değil, benim yaşamaktan anladığımı yaşamaktan, başka deyişle, sırf birkaç yıl daha uğruna aslında artık benimkisi olmayacak bir yaşamı “Benim yaşamım” diye nitelendirip kendimi aldatmamaktan söz etmiştim. Yani, bugünkü gibi, gündüzlerle geceleri harmanlayarak çalıştığım, sabahın ilk saatlerinde kalın perdeleri kapatıp güneşe, “Dur bakalım, ben sana daha bu evde doğma izni vermedim!” diyebildiğim, çalışma masalarımdan sigaralarımı ve kahvelerimi asla eksik etmediğim bir yaşamı ölebilmek! Yani hesabım şu: Böyle bir üç yıl daha, “Faust” dahil, bitiremediğim her şeyi bitirmeye yetebiliyor. Bitirdiğim ve ‘Ben’ dediğimde hep ne anlamışsam, o olarak çekip gidebildiğim takdirde, Cemal Süreya’nın dediği gibi, “Üstü kalabilir!” [email protected] [email protected] B u yõl 90. yõldö- nümünü kutlayan Salzburg Festi- vali’nin açõlõş günlerinde önce Fazıl Say ve Borusan İstanbul Filarmoni Orkes- trasõ’nõn konseriyle ka- natlanmõş, sonra festivalin tiyatro bölümüne dalmõş, gördüğüm oyunlarõ geçen ay sizlerle paylaşmõştõm. Ağus- tosta tatili fõrsat bilip yine soluğu orada aldõm. Bu kez opera ve kon- serleri izlemeye… Bu yõl Salzburg Festivali’nin ana temasõ mitlerdi. Operalarda da se- çilen eserler bu tema çerçevesin- deydi. 5 güne sõğdõrabildiklerim: Bellini “Norma”, Gounod “Ro- meo Juliet”, Alben Berg “Lulu”, Mozart “Don Giovanni” ve bir de Riccardo Muti yönetiminde, ünlü oyuncu Gerard Depardieu ile taç- lanan Viyana Filarmoniker’den din- lediğim / izlediğim, Prokofiev “Korkunç İvan”… Mitolojideki tanrõlarla sahnede- ki “tanrılar” yani sanatçõlar ara- sõnda, tanrõlarla insanlar arasõnda, kaderle kadere meydan okuma arasõnda, geçmişle sonsuzluk ara- sõnda gidip geldiğim insanõn yara- tõcõ gücüne yeniden yeniden hay- ran olduğum bir yolculuktu. Bu yolculukta bana yaratõcõlõğõ ve tutkuyu yücelten, Salzburg mer- kezli bir kitap “Stefan Zweig ve Frederike Zweig- Mektuplaşma- lar” kitabõ (çeviren: Ahmet Arpad- Burhan Arpad- Yordam Yayõnevi) eşlik etti. Harikaydõ, Orta Avrupa’ya doğru giden her yolcuya öneririm! NORMA’DA B R TÜRK SANATÇI Bellini’nin ölümsüz eseri “Nor- ma” konser formatõnda sunuluyor- du. Kõsõtlõ günlerimde bu eseri seç- me nedenim dünyanõn sayõlõ sop- ranolarõndan Edita Gruberova’ydõ. İtalyan “Bel Canto” geleneğinin ya- şadõğõmõz dönemlerdeki belki de son temsilcilerindendi. Ona “Olympos Dağı’ndan inmiş şancı” diyorlar. Yani “Primadonna assoluta”… Yani bir “Diva!”… Salzburg Oda Orkestrasõ ve Vi- yana Devlet Opera Korosu eşliğin- de Friedrich Heider yönetiminde verilen konserde Gruberova’ya hayran olmamak olanaksõz. Sesi çok geniş bir yelpazeye yayõlõyor (colloratur soprano)... En uç nok- talara tüm inişler çõkõşlar, en yüksek, en tiz perdelerde titreşimle mü- kemmel… Hele o ünlü “La Casta Diva - Kutsal Bâkire” aryasõnõ öy- le bir fõsõltõyla söyledi ki gözyaşla- rõmõ tutamadõm. O piyanissimo ya- karõda, duada, aşk bir barõş çağrõsõ- na dönüşmüştü.. Hemen belirteyim: Öteki rolleri paylaşanlar ondan aşağõ kalmõyor- lardõ. Amerikalõ mezzosoprano Joy- ce Didonato (Adalgisa rolünde) mükemmel ve geniş hacimli sesi ve yorumuyla sahneden taşan sõcacõk bir iletişim kuruyordu dinleyiciyle. Ve bu devlerin yanõnda bir Türk sanatçõ: Leyla Gencer Şan Yarõş- masõ’ndan tanõdõğõm ve yurtdõşõ meslek yaşamõnda hõzla ilerleyen Ezgi Kutlu, Norma’nõn nedimesi Clotilde rolünde. Ezgi Kutlu sesi- nin sõcaklõğõ ve sahnedeki güveniyle dikkat çekiciydi. Onunla ne denli gururlansak azdõr! (Bir de haber: Yine Leyla Gencer Şan Yarõşmasõ’ndan tanõdõğõm Bur- cu Uyar, Salzburg’da Ocak 2011’de Mozart’õn “Sihirli Flüt”ünde Ge- ce Kraliçesi rolüne seçildi… Yolu oralara düşeceklerin haberi olsun!) ROMEO-JUL ET Opera ve müzikle ilgilenip de An- na Netrebko adõnõ duymayan yok- tur sanõrõm. Yalnõz sesiyle değil, gü- zelliği, çekiciliği, dişiliği, yaşam- öyküsüyle (St.Petersburg’da Ma- rinski Tiyatrosu’nda temizlik işçi- si olarak çalõşõrken keşfedilmesi vb…) sanat dünyasõnda olduğu ka- dar magazin dünyasõnda da fõrtõna- lar koparmasõyla popülerlik kazanan Anna Netrebko ölümsüz aşk öykü- sünün Juliet’iydi. Hemen belirteyim: Bu rolü kimi temsilde o, kimi temsilde Nino Machaidze oynuyordu. Gürcü Ni- no Machaidze’nin önünde muhte- şem bir meslek yolu açan da Ley- la Gencer Şan Yarõşmasõ’ndaki birincilikti! (Teşekkürler IKSV, Garanti, Do- ğuş bu yarõşmayõ gözünüzün bebe- ği gibi koruduğunuz için!) Yannick Nezet Seguin yöneti- minde ben Anna Netrebko’lu tem- sili izledim. Yine muhteşemdi. Se- si põrõl põrõldõ, güzeldi. Ancak Ro- meo’su… Polonyalõ tenor Piotr Beczala hastalandõğõ için onun yerini alan Amerikalõ tenor Step- hen Costello düşlerimdeki Ro- meo’dan çok uzaktõ. Üstelik Charles Gounod’nun bu eserinde, müzik özellikle iki başrol oyuncusunun çevresinde örülmüş ve geliştirilmiş. İkili sah- neler, düetler ağõrlõkta. Birbirin- den melodik aryalar ikiliye kaçõ- nõlmaz fõrsatlar veriyor… Dev bir sahneye yayõlan, Röne- sans tablolarõnõ andõran çok gör- kemli kostümler, renkler, dekorlar… 300 kişilik koro… Ancak o ikili arasõnda ki dengesizlik, ağõrlõğõn, sarkacõn sürekli Anna Netrebko’ya kaymasõ, o müthiş aşkõ tutkuyu bence zedeliyordu. Ablan Berg’in “Lulu”su… Ta- mam orada da aşk ile ölüm arasõn- da gittim geldim, tõpkõ Norma’da, Romeo ve Juliet’te olduğu gibi… Ama onu sizlerle paylaşamayaca- ğõm. Çünkü bu “çağdaş müzik” be- ni aştõğõndan yarõsõnda çõktõm. “Don Giovanni” ve Muti-De- pardieu işbirliğinden doğan Proko- fief”in “Korkunç İvan”õ ise hafta- ya… Çünkü yerim bitti. [email protected] faks:0212. 257 16 50 S A L Z B U R G F E S T İ V A L İ ’ N D E N O P E R A İ Z L E N İ M L E R İ Aşkileölümarasõnda... Oscar onur ödülleri belirlendi Kültür Servisi - Oscar ödüllerini organize eden ve dağõtan Sinema Sanatlarõ ve Bilimleri Akademisi Yönetim Kurulu tarafõndan yapõlan değerlendirme ve oylama sonucunda 2010 yõlõ Onur Ödülleri ve son iki yõldõr verilen Irving G. Thalberg ödülü sahipleri belirlendi. 2010 Oscar Onur Ödülleri’ne sinema tarihçisi, yapõmcõ, yazar ve yönetmen Kevin Brownlow, yönetmen Jean-Luc Godard ve aktör Eli Wallach değer görülürken Irving G. Thalberg ödülünün yapõmcõ-yönetmen Francis Ford Coppola’ya verilmesine karar verildi. Los Angeles’taki Sinema Sanatlarõ ve Bilimleri Akademisi, Fransõz Yeni Dalga Akõmõ’nõn en önemli üyelerinden biri olan ve bu tür törenlere katõlmayõ pek tercih etmeyen Godard’õn ödülünü almak üzere Los Angeles’a gelip gelmeyeceğinin bilinmediğini belirtti. Ödüller kasõm ayõnda Los Angeles’ta düzenlenecek özel bir törenle sahiplerine verilecek. Kültür Servisi - Zõtlõklarõyla uyum- lu bir biçimde yaşayan İstanbul’a ada- nan “İstanbul Contrast” sergisi, ön- ceki gün İstanbul Modern’de açõldõ. “Dice Kayek” markasõnõn yaratõcõla- rõ Ece ve Ayşe Ege kardeşlerin İstan- bul’un sokaklarõndan, binalarõndan, tadõndan, kokusundan ve yaşam sti- linden esinlenerek oluşturduklarõ ser- gi 2010 AKB Ajansõ desteği, İstanbul Tekstil ve Konfeksiyon İhracatçõ Bir- likleri ve İstanbul Moda Akademisi’nin organizasyonuyla 19 Eylül’e kadar gezilebilecek. İstanbul Modern’de kõsa süreli açõlan ilk sergi olma özelliğini taşõyan “İs- tanbul Contrast”õn açõlõşõna katõlanlar arasõnda Devlet Bakanõ ve Başmüza- kereci Egemen Bağış, Kültür ve Turizm Bakanõ Ertuğrul Günay da yer aldõ. Daha önce Paris Moda Haftasõ ve Fransa’da Türkiye Mevsimi Final Et- kinlikleri kapsamõnda meraklõlarõyla buluşan sergide 26 parça elbise “kub- be”, “lokum”, “Topkapı”, “Boğa- ziçi”, “kumru”, “İstanbul çiçekleri”, “İstanbul geceleri”, “Dolmabah- çe”, “İstanbul Modern”, “Galata Köprüsü”, “kaftan” ve “Ayasof- ya”dan esinlenilerek tasarlandõ. Her ta- sarõmõn İstanbul’un farklõ bir yüzünü yansõttõğõ serginin küratörlüğünü Arik Levy üstlendi. Yerebatan Sarnõcõ’ndaki seslerin kaydedilip montajlanmasõyla oluştu- rulan mekândaki sesin tasarõmõnõ da Le- on Milo’nun yaptõğõ sergide, Elif Şa- fak da her bir elbise için kõsa metinler kaleme aldõ. Ege kardeşler “İstanbul Contrast” sergisinin “eskiyle yeniyi birbirine bağlayan kaotik ama bir o kadar da dengeli, birbirinden fark- lı kültürleri barındıran İstanbul’un farklı yüzünü yansıttığını” dile ge- tirdiler. Ece ve Ayşe Ege, sergideki en ilginç yapõtlardan birinin de, kiliseden camiye dönüştürülerek İstanbul’daki en büyük kontrastlardan birini oluşturan Ayasofya’yõ simgeleyen giysi tasarõmõ olduğunu vurguladõlar. Kemal Yıldırım yaşamını yitirdi Kültür Servisi - Dokuz Eylül Üniversitesi Buca Eğitim Fakültesi Güzel Sanatlar Enstitüsü Bölümü Müzik Eğitimi Anabilim Dalõ Öğretim Görevlisi Dr. Kemal Yõldõrõm dün yaşamõnõ yitirdi. Bugün saat 14.00’te Dokuz Eylül Üniversitesi Buca Eğitim Fakültesi Konferans Salonu’nda yapõlacak törenin ardõndan Yõldõrõm, İzmir Karşõyaka Beşikçioğlu Camii’nde kõlõnacak ikindi namazõnõn ardõndan İzmir Karşõyaka Doğançay Mezarlõğõ’nda toprağa verilecek. Soruşturmaya milyonluk katkı Kültür Servisi - Mõsõrlõ milyarder Naguib Sawiris, çalõnan Van Gogh tablosunun ortaya çõkarõlmasõnda kaydadeğer bir yarar sağlayacak bir bilgi verecek kişiye 1 milyon Mõsõr poundu (yaklaşõk 267 bin TL) ödül vereceğini duyurdu. Sawiris, Orascos Telecom adlõ şirketin yönetim kurulu başkanõ ve şu ana kadar 55 milyon dolar değerindeki tabloyla ilgili soruşturmaya alenen dahil olan ilk işadamõ olarak biliniyor. Van Gogh’un tablosu geçen cumartesi günü Mahmoud Khalil Museum’da çalõnmõştõ. The Beatles’ın ilk 100’ü Kültür Servisi - Rolling Stone dergisi tarihinde ilk defa en iyi 100 Beatles şarkõsõnõ seçti. Çarşamba günü açõklanan listede birinci sõrayõ 1967 tarihli, John Lennon ve Paul McCartney’nin birlikte yazdõklarõ “A Day in the Life” adlõ parça alõrken ardõndan gelen şarkõ, 1963 yapõmõ single “I Want to Hold Your Hand” oldu. Lennon’un Liverpool, İngiltere’de geçirdiği çocukluğuna duyduğu özlemin yansõmasõ olarak yorumlanan “Strawberry Fields Forever” üçüncü sõrada yer aldõ. U2’ya gürültü cezasõ MADRİD (AA) - Barselona Belediyesi, dünyaca ün- lü İrlandalõ rock müzik grubu U2’ya, provalarda ses sõnõrõnõ aşmasõndan dolayõ 18 bin Avro para ceza- sõ verdi. Barselona’da yayõn yapan Avui gazetesi- nin haberine göre, “360 derece” adlõ dünya turu kap- samõnda 30 Haziran ve 2 Temmuz 2009 tarihlerinde Barcelona’daki Nou Camp Stadõ’nda konserler ve- ren U2’nun, prova süresini izin verilenden daha uzun tutarak, 70 desibel olan ses sõnõrõnõ aştõğõ belirtil- di. Barselona’daki organizatörlerinin, cezaya hiç- bir itirazda bulunmadõğõ ifade edildi. Romeo Juliet Karşıtlıkların uyumu İstanbul Fotoğraf:Hermann,Clärchen,MatthiasBaus.
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle