14 Mayıs 2024 Salı English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
K itaplar Adası M.SADIKASLANKARA Belleğim ya- nıltmıyor- sa beni, "raf ömrü" diye bir söyleyiş yoktu dilimizde eskiden. Son yirmi otuz yıl- da kapitalizmle uyumumuz sonu- cunda girdi bu deyiş sanıyorum, sonrasında da te- rimleşti. Şimdi bil- meyen, kullanma- yan yok galiba. Yediden yetmişe herkes, tazeliğini koruyan "mal" arıyor. Raf ömrii- nü doldurmuşsa eğer başını çevi- rip de göz ucuyla bile bakmaya gö- nül indirmiyor mala... Hayat ola- rak adlandırdığı- mız "şey" de eni- konu gelip buna dayandı âdeta. Raf ömrünü dol- durmuş ne varsa atılması, yenilen- mesi gereken nesne artık. Yal- nız nesneler mi; aşk, dostluk, er- dem. ilişkiler, kı- saca hayata iliş- kin ne varsa, her şey raf ömrüne bağlı... Bakmayın siz Diderot'nun "Sanat uzun, ya- şam kısa" sözüne. Yaşam ışığının bi- le pabucunun da- ma atıldığı bir çağda, kim dinler sanatı? Nitekim yıllardır kitabev- lerinin vitrininde aynı kitaba ayrı- lan sürenin gittik- çe daraldığından söz edilmiyor mu? Bir kitabın vitrin ömrünün saniyelerle sınırlı olduğu söylenmi- yor mu? Kitaplar ardı ardına öyle sıklıkla çıkıyor- muş ki, okur ilkini görmeye zaman bulamadan son- raki, sonraki, son- raki konuyormuş onun yerine. SAYFA 22 Öykü için "raf ömrü" nedir ki? Jean Tardieu'nün bir kısa oyunu var; "Gişe". Memur, sırt numarası taşıyan birer hayat müşteri- si olarak algılanabilecek rol kişilerini "Sıradaki" di- ye çağınp görüşür onlarla. Gidenin ardından öteki gelir gişeye... Tuzla'da ölen tersane işçilerinin, göçük altında kalan maden işçilerinin yerine böy- lesi ölümler için sırada bekleyenlerin geçmesi gi- bi... Yaşamı bu tekdüze kavrayış içinde algılamak, kapitaiizmin hız ideolojine kendimizi uyariamak, yaşamı altüst etmeye yetiyor. Bunu öyküde, ro- manda, oyunda da izliyoruz. llki neredeyse hiçbir etki bırakmadan gidiyor, yerine yenisi geliyor. Ama haksızlık etmeyelim, on yıllar boyu kitapçı sergenlerinde varlığını koruyan şiir, öykü, roman yok mu? Sahnelerimizde on yıllardır sergilenen üç beş oyunumuzun da hakkını yemeyeîim bu arada... Sinemada da özellikle televizyon kanal- lannın sürekli yaytmladığı filmler anımsanabilir pe- kâlâ... Ne var ki aykın örneklerine karşın sanatsal et- kinliğin hernen her alanda giderek kapitaiizmin hız ideolojisine yenik düştüğü de görülmüyor de- ğil. Demek sanatsal ürünler de bir "raf ömrü"yle anımsanır, kullanılır, yaşanılır, kısaca alınır satılır, sonra da atılır oldu yazık ki. Yapıtı sanatın özüyle, yapısıyla, kavramsal iç- eriğiyle taban tabana zıt biçimde mezbahada damgalanmışçasına bir "raf ömrü" sınırlan içine almaya çalışmanın ne anlama gelebileceği üze- rinde yeterince düşündük mü dersiniz? Gelin bu- nu, öykü özelinde sağından solundan deşmeye girişelim birlikte... TÜRKÇENİN BÜTÜN ÖYKÜLERİBİRLEŞİN! Geçen yüzyıl içinde dilimizde yayımlanmış bin- lerce, on binlerce öykü söz konusu. Ulusal yazın dergilerinde Istanbul'da, Ankara'da, Izmirde ya- yımlananlar kadar Anadolu'da yayımlanan dergi- lerde, küçük boyut gazetelerle ilçe gazetelerinde bile azımsanmayacak sayıda öykünün yer aldığı düşünülürse yuvarladığım sayı doğal karşılanabi- lirherhalde... Iş öykü kitaplanna geldiğinde ne söylenebilir peki? Atatürk'ün Türk Dil Kurumu'nca yayımlanan Türk Dili dergisi "Günümüz Türk öykücülüğü özel Sayısı", başlangıcından o güne yayımlanmış bir öykü kitapları dizini vermjşti 1970'lerde. Yirmi yıl kadar sonra bunu Adam Öykü dergisi yenile- meye çalıştı anımsadığımca. 1990'lann sonlanna doğru, yıl içinde yayımlanan öykü kitaplan sayısı- nın yüzü bulduğu, aştığı çıktı ortaya. Bu hesapla, 1995-2005 arasındaki on yıllık dilimde yayımla- nan öykü kitaplan sayısının bütün zamanlarda ya- yımlanmış öykü kitaplan sayısını bulduğu, hatta aştığı düşünülebilecek demektir neredeyse. Dergilerle gazetelerde kalmış öyküleri bir yana bırakaîım, peki biz bunca öykü kitabı içinden ka- çını anımsıyoruz? Genç öykücüler, öyküye yeni başlayanlar bir ödev gibi de alabilir bu soruyu... öyle ya, anımsadığımız kitaplann adlannı alt alta yazmaya girişsek, bugüne dek yayımlanmış öykü kitaplanndan kaçını katabiliriz dersiniz liste- ye? öykülerin anımsanabilmesi ayn iş; bunun üzerinde daha önce durmuştum "Kitaplar Adası"nda. Burada öykü kitaplannın öykü- cülüğümüz içindeki yerinin ne ölçüde kalıcı olduğunu sorgulayalım istiyorum daha çok. Kitaplann da bir raf ömrü olduğunu düşüne- ceksek eğer, adlan bu dizinde yer alsa da günümüze ulaşmayanlannı raf ömrünü dol- durmuş kitaplar olarak mı alacağız, yoksa kimsesiz öykü kitaplan mezarlığında güçlük- le ayakta duran taşlar olarak mı göreceğiz? Evet, bugüne dek yayımlanmış öykü kitapla- nnı, ne gibi ölçütleri dikkate alarak hangi ka- tegpride nasıl değerlendirebiliriz? Üstelik bunlar arasında ödüllendirilmiş pek çok öykü kitabına rastlıyorsak, sonra bu kitaplardan bir bölümünün, döneminde öv- gülerle karşıianmış yazarları olduğunu öğre- niyorsak bunu nasıl yorumlayacağız? Nere- de bu kitaplar, nerede bunlann yazarları? Bir vefa duygusu eksikliğini, ahde vefa erozyo- nunu düşünmek de olası elbette burada, ama ge- lin ayn biryazı konusu yapalım bunu... Sözgelimi yakın zamanda yitirdiğimiz Yeditepe dergisinin kurucusu Hüsamettin Bozok'u (1916-2008) kim anımsıyor? O Hüsamettin Bozok ki, bugün öykü- de kalem oynatan genç erişkin kim varsa hepsi- nin üzerinde, görece emeği bulunduğu düşünüle- bilir onun. Şimdilerde pek anımsanmayan iki öykü kitabı özelinde konuyu tartışmayı sürdürelim... llki F.ÜI- ke Aren'in Hanya Konya'sı, (Yazko, 1981), ikinci- si Gülderen Bilgili'nin Bir Gece Yolculuğu (Can, 1987)... Yirmi beş, otuz yıl önceki iki öykü kitabının bu bağlamda ele alınması, kimi ipuçlan verebilir belki bizim için... İKİ ÖYKÜCÜ. İKİ ÖYKÜ KİTABI... F.ÜIke Aren'e, Hanya Konya'yla Yazko 1982 öykü özendirme Ödülü, Gülderen Bilgili'ye de Bir Gece Yolculuğu ile Akademi Kitabevi 1986 öykü Başan ödülü verilmiş... Her iki yazar da belli ki göz doldurmuş, yazdıklan günün beğeni- len öykü kitaplan olınuş o yıllarda. ötesinde Gül- deren Bilgili'ye 1988 Sait Faik Hikâye Armağanı da verilmiş Mahir öztaş'la birlikte. Son tümcedeki bilgiyi, Hikmet Altınkaynak'ın yazarlar konusunda başvuru kaynağı olarak kul- landığım Türk Edebiyatında Yazarlar ve Şairler Sözlüğü'nden (Doğan, 2007) aldım. Bilgili'nin 1989'da yayımlanmış bir çevirisi ol- muş aynca. Adının karşılığında "aç parantez kapa parantez" buncacık bilgi işte, o kadar... Ne ki F.ÜIke Aren'le ilgili madde başlığına da rastlama- dım tuhaf bir burkulmayla. Aren, Altınkaynak'ta yer almıyor da Behçet Necatigil'in Edebiyatımız- da Isimler Sözlüğü'nün, ölümünden sonra "yeni- den gözden geçirilip genişletilmiş on yedinci ba- sım"ında (Varlık, 1998) görülüyor mu sanki? Ne gezer... Oysa bugünmüş gibi anımsıyorum. Dönemi içinde bu öyküler üzerine günümüz genç öykücü- lerini kıskandıracak ölçüde konuşulup tartışılmış, ortaklaşa bir beğeni halesiyle karşılanmıştı iki ya- zar da. O yıllar yayımlanan yazın dergilerine göz atanlar, andığım öykü kitaplan üzerine çıkmış azımsanmayacak sayıda yazıyla karşılaşabilir. Aradan geçen yıllarda kimi konuşma, söyleşme ortamlannda bu yazariann ikinci öykü kitabı ve- rimlememiş olmalanna hayıflanıldığına tanıklık yaptığımı da ekleyebilirim aynca. Gerçekten Aren beş, Bilgili altı öyküsüyle ilgiyi hak etmişti. Doygunluk, olgunluk yansıtan bu ör- neklerle, dönemin öykü verimi içinde adlanndan söz ettirmeyi bileklerinin hakkıyla başarmıştı ikisi de. Neredeyse "unutulmaz" nitelikte öyküler ve- rimlemiş bu yazariann yirmi beş, otuz yıla varan suskunluklarını anlamak bir açıdan olanaksızdı. O yıllar ilk kitaplanyla gencecik birer öykü yazan olarak öykücülüğümüzden adım atan bu yazaria- nn, günümüzdekı suskunluklan nasıl yorumlana- bilir, kestirebilmek çok güç. lyi de nerede bu yazarlar, hayatın hendesesi içinde dağılıp gitmiş olabileceklerini kabullenemi- yor insan. Sözünü ettiğim öykü kıtaplannı anan ya da kitapçılan dolaşarak bunlan arayan kaldı mı? Üşenmedim, Kabalcı'ya, bir iki kitapçıya sor- dum, sonunda Can Kitabeyine uğradım... Bu ya- zariann kitaplan yoktu hiçbirinde. Aren'in zaten adı da yoktu. Bilgili'nin öykü kitabının ise basımı yapılmiyordu... Bu veriler, o tarihlerde dünyaya gelmiş, ilk ki- taplanyla günümüz öykücülüğüne katılmış genç yazarlar için, yirmi beş otuz yıl sonra kendilerini hangi durumda görmek istiyoriarsa o doğrultuda adım atmalan gerektiği biçiminde bir gizli bilgiler yumağı olarak da yorumlanabilir elbette. Gülderen Bilgili'yle birlikte aynı dönemde orta- ya çıkan Mahir öztaş'ın kitap yayımlamayı, aralık- laria da olsa sürdürmesi; öykü kadar romanda da variık göstermesi, onun öteki iki yazara oranla ya- zınsal bağlamda üstünlüğüne yormak hamhalatlı- ğındikâlâsı elbette! Ama yine de Mahir Öztaş, diyelim bu yolla "raf ömrü"nü sürdürüyorsa, ötekilerin, Aren'le Bilgi- li'nin raf ömürlerini tükettikleri gibisinden bir dü- şünceye mi varacağız buradan? ÖYKÜCÜLER YARIŞ DIŞIBIRAKILMIŞ AT MIDIR? Günümüzün önde gelen öykücüsü Cemil Ka- vukçu'yu örneklemenin tam sırası... Nitekim ona da 1987'de, yanî aynı dönemde Patika (Variık, 1987) ile Yaşar Nabi Nayır Öykü ödülü verilmişti. Kavukçu'nun beş öyküden oluşan bu yetkin kita- bına Aren'in Hanya Konya'sı.Bilgili'nin Bir Gece Yolculuğu kadar bile yer açılmamıştı anımsadı- ğım kadanyla yazın dergilerinde. Üstelik Patika, Kavukçu'nun Pazar Güneşi'nden (Yaba, 1983) sonra yayımlanan ikinci öykü kitabı olduğu halde. Sonrasında Kavukçu, üçüncü öykü kitabı Tem- muz Suçlu'yu (Yazıt, 1990) yayımladı. Bereket Fethi Naci, bunu gördü de biraz rüzgârlandı yazın ortamı. Kavukçu yorulmadı, çok geçmeden dör- düncü öykü kitabıyla çıktı okurun karşısına: Uzak Noktalara Doğru (Can, 1995). Sonunda bu dör- düncü öykü kitabı görülebildi de yazın kamuoyu geniş ölçekte onu tanımış oldu. Bu kitabıyla aynı yıl Sait Faik Hikâye Armağanı sunuldu kendisine belirgin bir gecikmeyle. Yukandaki dört ömek, ilginç sonuçlar üretilme- ye aday görünüyor. Çünkü yazarlığı tek kitapla çı- kış bağlamında kalmış yazariann, bu kitaplanyla yarattıklan yankı nice yoğun da olsa sonradan bı- rakalım kıtaplannı, adlan bile unutulur hale gelebi- liyor... F.ÜIke Aren bu vefasızlığı yaşıyor işte! Gülderen Bilgili'nin adının yazar sözlüklerinde madde başlığı olarak anılması da büyük olasılıkla kendisine Sait Faik Hikâye Armağanı verilmiş ol- masından kaynaklanıyor... Ama Mahir Öztaş sabırla öykü, roman yayımla- mayı sürdürüyor. Cemil Kavukçu, ek olarak inat- laşırcasına kitap verimliyor sanki. Onun yaklaşık otuz yıla varan öykü yazarlığının, genelde Türk öykücülüğü içinde bir yıldız gibi par- ladığı söylenebilir... Bütün bu örnekler, kitap yayımlamayan yazariann bu alanda üretilen erkeden artık pay alamayacağını mı gösteriyor bize? Ya da yazariann raf ömürlerini sürdürebilmek için yeni kitaplarla variık göstermek zo- runda olduklannı mı sürekli? lyi de her- hangi yazar, tek kitabıyla erke koyamaz mı ortaya, bu erkeyle kendisine kalıcı yer edinemez mi? Sonuçta bir maratondaymışçasına so- luk soluğa hep koşmak zorunda mı ya- zar? Ya da kapitaiizmin ideolojik kuramına dönüşmüş "hız" olgusuyla uyumu oranın- da mı ölçümlenecek bu insan? Yarış atları gibi durmadan koşup yan- şacaklar demek yazarlar? Sonunda "Atlan da vururlar!" denecek, öyle mi? Haftaya, konuyu bir başka boyutta sür- dürüp tartışalım istiyorum yine... • C U M H U R İ Y E T K İ T A P SAYI 1058
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle