14 Mayıs 2024 Salı English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
27 MAYIS 2010 PERŞEMBE CUMHURİYET SAYFA KÜLTÜR [email protected] CMYB C M Y B ESİNTİLER ZEYNEP ORAL Umutlar Yeşerirken... Torunlarımdan biriyle şöyle bir anım var: Maya, 3 ya da 4 yaşında... Onu denize sokuyorum. Kucağıma sımsıkı yapışmış, kollarıyla boynuma sarılmış. Bir yandan bana “Bırak beni”, “Bırak beni” diyor, öte yandan gözleriyle “sakın bırakma” der gibi... Hem tek başına yüzmek istiyor, hem batacağından korkuyor... Her “Bırak beni”de kolları biraz daha gevşiyor. Boynumdan, omuzlarıma, derken dirseklerime, derken bileklerime kayıyor. Şimdi sadece iki eliyle avuçlarıma sarılmış. “Bırak beni! Bırak beni!” Bir parmak daha gevşedi, bir parmak daha... Artık sadece işaret parmağımı tuttuğunda avaz avaz haykırıyor: “Bırak....ma! Bırakmaaaa! Bırakmaaaa!” Hani Sezen Aksu’nun “Git, git.... git... me... Gitme” şarkısı gibi... Kurultay öncesi günlerde işte hep bu ruh halindeydim: Bırak, bırak, bırakma... Kaldım, gittim, aday oldum, aday olmadım... Neyse geçti gitti! Gelelim kurultay sırasına: Kemal Kılıçdaroğlu’nun konuşmasını ben de birçokları gibi gözlerim yaşararak izledim. (Televizyondan) Hayır, hayır, çok acıklı şeyler anlattığından değil... Hayır, ilk kez içimde bir umut yeşerdiği içindi... (Bizim kuşak öyledir. Güzellikler karşısında da ağlarız, içimizde bir umut ışığı yanınca da!) Günlerdir o konuşmanın içeriğine ilişkin derin mi derin analizler okuyorsunuz. Benimki analiz değil, sadece iç sesime kulak veriyorum... Ben o konuşmayı, ezilenden, yoksuldan, haksızlığa uğrayandan yana olduğu için sevdim; vicdanımıza seslendiği için sevdim. Karşısındakileri insan yerine koyduğu için sevdim. Ne zamandır ağza bile alınmayan, sanki çoktaaaan unutulmuş değerleri bize anımsattığı için sevdim... Hele hele bu ülkenin Başbakan’ı, maden işçilerinin ölümünü “kader kısmet”e bağlayıp, ölüm acısını “alışkanlık” sınıfına soktuğu bir anda... Geldik kurultay sonrasına: Kurultay günlerinden sonra Ege kıyılarında yollardayım. En çok, ama en çok dikkatimi çeken şu: İnsanların umuda olan açlıkları! Ne devasa bir açlıkmış meğer! Bir şeyler değişebilir umudu... Demokratikleşme umudu... “Bu faşist iktidar...” , “Bu dikta rejim...” diye başlıyorlar söze... (Bu iki tümcenin bunca çok tekrarlandığını hiç bu kadar çok duymamıştım.) Sonra... Sonra, “Ben yaptım oldu”cu hükümetin karşısına ilk kez ciddi bir muhalefet çıkacağına dair içlerinde büyüttükleri inancı birbirleriyle paylaşmaya doyamaz oluyorlar. AKP’nin dayatmacı üslubuna, dayatmacı ve baskıcı yöntemlerine duyulan nefret, CHP’li olsun ya da olmasın, insanları azami ortak paydada buluşturuyor ... Gözler pırıl, pırıl, yüzlerde kocaman tebessümler, “Yaşasın sabah oldu, gün ağardı” dermişçesine, bakışlarıyla adeta birbirlerini kucaklıyorlar... Durun acele etmeyin; durun hele, durun bakalım... diyecek oluyorum... Duyan yok! Bir şeyleri değiştirebileceklerine dair içlerindeki filizi büyütmeye, yeşertmeye öylesine kararlılar ki... Dikkatimi çeken bir başka nokta: Anlı şanlı ya da adsız sansız, tatsız tuzsuz her köşe yazarı, her televizyon starının Kemal Kılıçdaroğlu’na ne yapması ve ne yapmaması gerektiğine dair ahkâm kesmesi... Ayıptır beyler, kendinize gelin. Daha demokratik, daha genç, daha ilerici, daha devrimci bir CHP, daha etkili bir muhalefet, daha güçlü bir Türkiye, daha eşitlikçi, daha adil bir toplum düzeni yaratabilmek için güç birliği yapmanın tam sırasıdır. Bu fırsatı kaçırmayalım; Kemal Kılıçdaroğlu’nun yol açtığı umut rüzgârını heba etmeyelim... [email protected] faks 0212. 257 16 50 B ugün 50. yõlõnõ kutladõğõmõz “27 Mayıs Devrimi”nde ilkokuldaydõm. “Kutladığımız” diyorum; çünkü aile tari- himizin en sevinçli günlerinden biriydi… “Devrim” diyorum; çünkü ilerleyen yaşlarõmda hep böyle bildik. Benzinsiz bõrakõlõp yürüme- si engellenen “Devrim otomobili”ni de aynõ nedenle çok sevmiştik… Önce, Erzincan’daki o “coşkulu sabah”õmõzõ anlatayõm... İlkokula, Fatih’teki Akşemsettin İlkoku- lu’nda başlamõştõm. Babam Harp Akademisi’ni bitirip Erzincan’a alay komutanõ olarak ata- nõnca, 2. sõnõfõ bu kentin İnönü İlkokulu’nda okudum. Annem, askeri “lojman”lardaki o “dışa kapalı” ortamõ sevmezdi. Hele kimi subay eş- lerindeki “kocalarının rütbeleri”ne bağlõ “hiyerarşi” saplantõlarõndan nefret ederdi. Bu nedenle “nizamiye”den girilen tel örgülerle çevrili bloklarda değil, “şehir”deki ucuz kira evlerinde oturduk... Erzincan’da da çarşõya, pazara yakõn, tek kat- lõ, bahçeli “deprem evleri”ndeydik… “Ma- halle”miz çocuk doluydu; ablam Olcay’õn ve benim hiç “subay çocuğu arkadaşımız” ol- mamõştõ. Annem Feruze’nin en yakõn dostla- rõ da “sokak komşuları”ydõ... ‘İHTİLALİN VALİSİ’ O sabah kör karanlõktaki konuşmalarla uyandõğõmda, annem ağlõyor, babam gülü- yordu… Eve gelen subay arkadaşlarõyla he- yecanlõ heyecanlõ çaylarõnõ içtiler; hepimizi öpe- rek “cip”e atlayõp gittiler... şafak söküyordu; ablam radyonun başõndaydõ... Akşam babam eve gelmeyince, bizi yalnõz bõrakmayan komşularõn sevinçlerini anõmsõ- yorum... Bahçede masa ve semaver kurulmuş; börekler, çörekler, “sanki bayram” sofrasõ... Bir de ilkokul öğretmenimiz İsmet Bey’in, derse başlamadan “Çocuklar, yeni valimiz ar- tık Oktay’ın babası” diyerek gözyaşlarõyla ge- lip kucaklamasõ, gözümün önünden hiç gitmedi. Neden ağladõğõnõ, ilerleyen yaşlarõmda kav- radõm.. Topçu Alayõ Komutanõ Kurmay Albay Sü- leyman Ekinci “ihtilalin valisi” olmuştu ama ne evimiz, ne yaşantõmõz ne de komşularõmõz değişmişti... Yõllar sonra bir anõsõnõ şöyle an- latacaktõ: “Köyün birinde imamın askerler için ‘dinsizler’ dediğini duyduk. Rüyasında da Menderes’in beyaz ata binerek dinsiz su- bayları kovaladığını görmüş... Cuma na- mazını, gidip o köyde, o imamla kıldım. Rü- yasını anlatmasını istediğimde dili tutuldu...” ‘ALYANS’LAR DEVLETE 27 Mayõs’ta halkõn “alyans”larõnõ devlete vermesi de çocuk yaşõma rağmen belleğimde yer etmiştir.. Karayollarõ’nda şef olan, aile dostumuz Lokman Amca, hanõmõ ve çocuklarõyla bize gelmişti… Hem kendi hem de eşinin parma- ğõndaki alyanslarõ çõkardõ; bizimkiler de çõkardõ ve bir kesenin içine, adlarõnõ yazdõklarõ kâğõt- la birlikte koydular. Al- yanslarõn ül- kedeki ekono- mik sõkõntõlarõ gidermek için “hükümete des- tek” amacõyla “gö- nüllü” olarak Ankara’ya gönde- rildiğini yõllar sonra öğrendim ama o geceki ko- nuşmalar bende iz bõrakmõştõ... Babam diyordu ki “Maaşlarımızı da vere- ceğiz”; oysa “maaş”õn hepimiz için ne denli “yaşamsal” olduğunu, babamõn sürekli yine- lediği şu sözünden kavramõştõm: “Biz sabit ge- lirli aileyiz; her aklınıza geleni alamayız.” Kim bilir nice canõmõz çekeni alamadõğõmõz o azõcõk maaşõn devlete bağõşlanacağõnõ duy- duğumda çok “kıskanmış” olmalõyõm ki unut- mamõşõm… Nitekim yaşlõlõğõnda babama sor- muştum; “Maaşlarınızı da vermiş miydiniz?” Yanõtõnõ not almõştõm: “Birkaç ay zaten ya- rım maaş ödendi ama devleti soyanlardan kurtulunca zam bile yaptılar. Hatta emek- li ikramiyemle Fatih’teki daireyi aldık; da- yadık, döşedik.” Babam “general”lik beklerken, “27 Ma- yıs’ın askeri valileri”nin ordudan uzaklaştõ- rõlmasõyla “EMİNSU”larõn (Emekli İnkilap Su- bayõ) arasõna katõlmõştõ. 61 Anayasasõ’yla güçlendirilen “sosyal devlet”in ikramiyeleri de şimdiki gibi değil, konforlu bir ev almaya ye- tecek düzeydeydi.. ORDUEVİNDE CAZ Erzincan’daki “devrim günleri”mizden anõmsadõklarõm arasõnda “Orduevinde dans yarışması”nõ da anlatmam lazõm. Geçen yõl orduevindeki bir düğünde, herkesin ku- lak patlatan volüm eşliğinde saat- lerce “göbek” attõğõnõ görün- ce düşünmüş- tüm: “50 yıl öncenin o vals- leri, tangoları, romantik dansları nereye gitti?” Üstelik Erzincan’daki 60’larõn “asker orkestrası” şimdiki gibi sa- dece “ritimli org”dan ibaret değildi... Askerliğini yapan müzisyenlerden oluşmuş, kontrbas, gitar, akordeon, trom- pet, saksofon, bateri gibi enstrümanlarla tam tekmil bir “caz grubu” vardõ. Modern dans- larõn yanõ sõra “mahalli” oyun havalarõnõ da çal- dõklarõnõ, bizimkilerin “Azeri oynarken” çe- kilmiş fotoğraflarõndan anlõyorum. “Devrim Balosu”nda dans yarõşmasõnõ ka- zanan çiftlere ödül olarak “şampanya” veril- diğini, şampiyonlarla aynõ masayõ paylaşma- mõzdan anõmsõyorum… Bize “çocuklar iç- mez” demeleri bir yana, “kulaklarınızı tıka- yın” diyerek coşkuyla patlatmalarõ nasõl unu- tulabilir? İlerleyen yaşlarõmda o coşkularõn nedenle- rini öğrendikten sonra her 27 Mayõs’ta “ku- laklarımı tıkıyorum”! Çağõn en demokratik anayasasõnõ ülkeye armağan edenleri; hatta İs- tanbul’daki Bayezit Meydanõ’na “Hürriyet Meydanı” denilmesine neden olanlarõ; aynõ anayasayõ, meydanõn adõyla birlikte yok etmiş 12 Eylül faşizmiyle “eş” tutan, sözde “darbe karşıtı” söylemleri duymamak için... Evet... 27 Mayõs Devrimi’nde çocuktum... Şimdi o devrimle kurulan Anayasa Mah- kemesi’ni bile “işlevsiz” kõlmak isteyen “ya- şıt”larõm, ikide bir “milli iradeye bağlıyız” dedikçe sorasõm geliyor: “Asıl milli iradeye bağlılık, anamızın babamızın alyanslarını bile devlete bağışlayabildikleri o efsanevi güven ve bağlılığın çağdaş kazanımlarına saygı değil midir?” Elli yõl önce bugün şafakla uyandõğõmda, annem sevinçten ağlõyor, babam gülümsüyordu Çocukluğumdaki ‘27 Mayõs’1-Cumhuriyet gazetesi-27 Mayıs 1960 2- “Hürriyet Meydanı”nda özgürlük coşkusu (Haziran 1960) 3- “İlk ve son” Türk otomobili Devrim. BABYLON AYA YORGİ’YE TAŞINIYOR Kültür Servisi - Açõldõğõ 1999 yõ- lõndan bu yana İstanbullu müzikse- verlerin eğlence mekânlarõndan biri olan Babylon, 11 Haziran’da Çeş- me’deki Aya Yorgi koyunda bir yer açõyor. Gündüz ve gece haftanõn her günü Babylon müzikleri, yerli/yaban- cõ gruplarõn konserleri ve Babylon yemeklerine ulaşõlabilecek Babylon Aya Yorgi’de, hafta içi akşamlarõ Bo- ra Uzer’in dinamik canlõ performan- sõ, her cuma “Oldies But Goldies” partileri ve pazar günleri “Havana Sal- sa” akşamüstleri yapõlacak. Kültür Servisi - İstanbul’un Tophane sem- ti, sanatçõ ve gazeteci Işıl Eğrikavuk ile tiyatro oyuncusu Sevinç Üçok’un ortak çalõşmasõ olan “Olağandışı Bir Mahalle Turu”yla yeniden keşfedilmeyi bekliyor. 1 saat 15 dakika sürecek performansta izle- yiciler iki veya üçer kişilik gruplar ha- linde, ellerindeki kõlavuzlarla Tophane’de yer alan 10 mekânõ gezecekler. Tüm bu mekânlarda sanatçõlarõn beraber tasar- ladõklarõ performanslar ve yerleştirme- ler görülebilecek. Esnafõn da katõlõmcõ olacağõ performans, bir mahallede birbirinden bağõmsõz görünen etkileşim alanlarõnõ ve insanlarõ bir ara- ya getiriyor. Bu kõsa süreli keşif gezisi, gerçek ve kurgunun, hikâye ve tanõklõkla karõştõğõ bir oyuna dönüşüyor. Son dö- nemde açõlan sanat galerileri, bienal mekânlarõ, hostelleriyle bir dönüşüm içerisine giren Tophane’yi görünür kõl- manõn amaçlandõğõ bu etkinlikte, ma- hallede yaşanmõş hikâyelerin üretim bi- çimleri üzerinden mizahi bir bağlantõ ku- rularak, katõlõmcõlar da mahallede yaşa- nan bu değişim içinde kendi paylarõnõ sorgulamaya çağõrõlõyor. 29 Mayõs, 5 ve 12 Haziran Cumartesi gün- leri saat 12.00 ve 13.30’da Tophane Tü- tün Deposu’nun avlusunda başlayacak olan performansa katõlmak ücretsiz. Olağandõşõ bir mahalle turu Almanca çeviriye ödül Kültür Servisi - Federal Almanya Dõşişleri Bakanlõğõ ve Türkiye Cumhuriyeti Kültür ve Turizm Bakanlõğõ; Ernst Reuter Girişimi çerçevesinde, Almancadan Türkçeye ve Türkçeden Almancaya yapõlan edebi çeviriler için birer çeviri ödülü verileceğini açõkladõ. Her yõl verilecek olan “Tarabya Çeviri Ödülü”, 7.500 Avro değerinde. S. Fischer Vakfõ ile Robert Bosch Vakfõ ise sözü geçen bu iki ödülün yanõ sõra, genç kuşak çevirmenleri desteklemek amacõyla da 5.000 Avro değerinde bir ödül daha verecek. Üç ödülün de ilk ödül törenleri 3 Kasõm 2010’da Tarabya’da gerçekleşecek. (0 212 249 20 09)
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle