22 Kasım 2024 Cuma English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Ayla Kutlu'dan Asi... Asi1 Içinde nehir akan roman Ayla Kutlu'nun son romanı Asi... Asi, okurunu bir yandan merak duygusuyla peşine ta- kıyor, ya da Asi nehri gibi güçlü akışıyla sürüklerken. diğer yandan da eskil çağlardan günümüze, insanı, yaradılış mitoslarının cennet bahçesinden sürgün eden ilk günah- tan, çağdaş hukuk ve ahlâkbilimdeki suça kadar, insan zihnini kurcalamış, ruhunu acıtmış ve vicdanını yaralamış olan insana özgü temel meselelerle uğraştırıyor. ~l DİIekDlRENÇ* I A yla Kutlu'nun son romanı / \ Asi... Asi, bir ailenin tari- f~~\ hiyle bir coğrafyanın, bir A- JLyörenin tarihinin birbirine örüldüğü, ailenin ve yörenin karak- ter özelliklerinin ayrılmaz bir biçim- de iç içe geçtiği bir roman olarak karşımıza çıkar. Asi... Asîde Antak- ya ve yöresi, doğası, tarih öncesi ve tarihiyle, ırmağı, toprağı, dağı, hava- sı, bu coğrafyanın üzerinde, bu sonsuzca bereketli ve doğurgan doğarun içinde bin yıllar boyunca yaşayanlar ve yaşananlarla var olur. Dolayısıyla romanda Antakya, zamanın ve mekânın kesişmesiyle oluşan bir bütünlüğü temsil eder; Antakya hem coğrafya hem tarihtir; tek başına ne biri ne de diğeri. Önce su, suyun yeşerttiği toprak, suyun kavuştuğu deniz, yani me- kân; ardından da suyun, toprağın, denizin adını koyan, onlardan beslenerek yaşama- yı öğrenen ve bu mekânın üzerinde bırak- tığı izlerle zamanı mekâna ekleyen insan vardır. Antakya'nın tarihi, sırtını güvenle dayadığı ve "yukarıdan, gerçek bir Habip bakışıyla şehri kol[layan]" Habib Neccar Dağı'nın eteğinde, "Asi'nin çizip yaşattığı yeşil çizgi" ile başlar (173; 9). Bu nedenle Kutlu'nun son romanı Asi... Asi, "yüzler- ce yıl, kaç uygarlığın Tanrısal şehri ola- rak" yaşamış Antakya'ya ve "buradaki her uygarlrğı ve güzelliği var eden dünyanın en eski, en iÜıam verici ırmağı" Asi'ye adanmış bir güzellemedir (125; 470). Roman, bu yörede bugün var olan insan ve kültür zenginliğinin, aslında tarih önce- sinden günümüze bu topraklarda yaşamış ya da bu topraklardan geçmiş, genetik ve kültürel miraslan birbirine kanşıp sürekli yeni bileşimler üretmiş halklardan miras olduğunu vurgular. Geçmişten günümüze yörede duyulmaya devam eden kilise çan- S AYFA 18 lan ve ezanın "çok iplikli kıvrım kıvnm bir kordona dönüşmüş sesleri" (176), yö- renin "çok iplikli" bir kordon misali bir- birine örülmüş Hitit, Romalı, Arap, Er- meni, Yörük, Nusayri, Çerkez, Oğuz, Türkmen genetik ve kültürel mirasının çarpıcı bir imgesidir. Romanda Antakya, ortaklaşa soluduklan hava, içtikleri su ve işledikleri toprakla birbirinde erimiş halk- lann, bir yanda günlük yaşam pratikleri öte yanda zengin hayal güçleri ve yaratıcı- lıklarının, üzerinde yaşadıkları coğrafyayla etkileşerek ürettikleri tarihle, miderle ve efsanelerle çizilir. Bu nedenle, romanda, sıradan ölümlülerin yani sıra, yöresel mit- lerden bugüne süzülmüş ömür biçici Moi- ra'lar, talih tannçası Fortuna ve Cehen- nem Balıkçısı da karşımıza çıkar. Oncelik- le Asi nehri, ardından Asi'nin suyuyla bes- leyip var ettiği Antakya, şehrin arkasında bir koruyucu edasıyla yükselerek "şehri var eden ikinci güç" olan Habib Neccar Dağı, bir roman mekânı oluşturmanın ötesinde, bu eserde birer roman karakteri olarak güçlü ve baskın bir varlık ve kişilik kazanmışlardır (78). AİDİYETSÜRECİ... Bir yörenin tarihinin yazılması, sürekli bir hareket, göçler, aynlıklar, kesişmelerin yani sıra, yerleşme, kök salma ve aidiyet geliştirme süreçlerini içerir. Bu süreçlerde, Antakya, "tarih boyunca defalar ve defa- larca yıkılmış, sonra küllerinden yeniden doğmuş Anka'dır" (446); Asi de romanın başından sonuna, "Antakya tarihinin en eski, en eşsiz eseri olduğunun bilinciyle," mevsimlerle değişen bir döngüyü izleye- rek bazen gürüldeyerek ve tehditkâr, ba- zen de cılız ve solgun akan bir nehir (184). Asi, yalnızca bereketiyle var ettiği Antak- ya'nın içinde değil, aynı zamanda romanın bireysel ve kolektif tarihlerini yazdığı Asi- yel ailesinin hayatlannın içinde ve hayatla- nna dolanarak akar. Asi'nin ve metnin akışı birbirine öylesine kanşır ki sonunda metin, Asiyel ailesinin hayatından içine katışanlarla birlikte "dünyanın dönüşü ka- dar hızlı akLarak]... Akdeniz'in o güzel koynuna" koşan Asi'nin Akdeniz'e kanştı- ğı, "ırmakla denizin birleştiği sınırda" ve anda sonlanır (541). Erzurum kökenli Yüzbaşı Ömer Az- mi'nin, kimlikleri birbirini tamamlayan ve ancak birlikte var olan Antakya şehri ve Asi nehriyle tanışması, görev gereği An- takya'ya gönderilmesiyle gerçekleşir. Yüz- başı için tanışma ve tutkuyla bağlanma ne- redeyse eşzamanlıdır: "Antakiye denilen, alcşam alacasına saklı şehri, hayatına hiç dişi girmemiş bu yalnız subayın keşfettiği ilk dişi kimliğiyle ve tutkuyla bir anda se- viverdiğini hissetti... Asi'nin yeline kan- mıştı. Yel sırtını okşamış, içine dolmuş, onu sarhoş etmişti" (10-11). Asi'nin kıyısı- na vardığında, önünde bir an tereddüt ve tedirginlik yaşadığı köprüden geçiş, yüz- başı için hayatının yeni bir evresine geçişi simgeler. Bu yeni dönemin başında, Mu- sadağı'nda bekleyen Ermenilere yönelik harekâtta yaralanarak bir bacağuıı yitire- cek, ama ardından buraya yerleşerek, "on yaşından beri yollarda geçen hayat" yeri- ne, bu "dişi" şehirde yurt, yuva tanıyarak çoluk çocuğa kanşacaktır (7). Önce Eşref Hanım, sonra kızı yaşmdaki Ganime ile yerleşik hayatı, malulen emekli, "yaşlı ve aksak" bir adam olmastna rağmen cinselli- ği yaşayacak, en önemlisi de romanın geri- ye dönüşlerle geçmişten bugüne tarihleri- ni kayda geçirdiği Asiyel ailesinin başlan- gıcına katılacaktır (61). Yıllar sonra, Yüzbaşı Ömer Azmi ken- disine bir soyadı alırken, çocukluğunun geçtiği ve köklerinin bulunduğu Erzu- rum 'dan bir ad seçmek yerine, "içine do- larak kendini bu diyarlarda oyalayan Asi'nin yeli" etkisinde, Ömer Azmi Asiyel olmayı seçer (11). Antakya'nın Asi'si ve onun rüzgân Ömer Azmi'den, bereketli topraklan da yüzbaşının evlenmeyi kabul ettiği, Antakya'nın Asi kıyısında topraklan olan, "şimdi Arnavutluk toprağı olan Be- rat'dan göçmüş, bu topraklarda tımar sa- hibi olmuş, âyândan bir babanın kızı" Eş- ref Hanım tarafından gelerek ailenin varlı- ğına ve kimliğine katılır (89). Roman, Yüzbaşı Ömer Azmi Asiyel ve Eşref Ha- nım ile başlayan Asiyel ailesinin dört kuşa- ğının hayadannda, Ömer Azmi'nin bu se- çiminin, bir öngörü ya da belirleyici ola- rak, aile üyelerinin karakterlerini temel doğa unsurlanyla ilişkilendirerek şekillen- dirmesini izler. Ailenin Asi'yi çevreleyen topraklannın bereketi, Asi'nin suyu ve ye- linin değişken gücü, uzun yazlannda "har- lı bir ateş sıcakhğıyla doğan güneşin" ya- kıcılığı, her kuşakta aile bireylerini etkile- yen yöresel doğa özellikleridir (183). Asi- yel ailesi içinde yaşadıklan yörenin havası, suyu, toprağı ve ateşi ile kanşarak var olur. Ömer Azmi ve Eşref Hanım'ın ilk çocuklan Bestami Bey "doğunun kraliçesi olan şehrin dayandığı "Habib Neccar Da- ğı'na" benzetilirken, çiftin küçük oğlu Be- yazıt Bey, torunu Beylan'ı, "Toprağın kızı- sın sen. Ateş kadar güçlüsün" sözleriyle cesaretlendirir (175; 142). Dolayısıyla, ai- le, varhğını olduğu kadar kimliğini ve ka- rakter özelliklerini de hem ait ve hem de yürekten bağlı olduğu mekândan alır. KARAKTERLERİN ÇİZİMİ Romanda Asiyel ailesinin üyeleri başta olmak üzere, karakterlerin çizimi, durum- lar ve temalar, insanlık kadar eski arketip- ler ve mitoslardan yararlanmakta, büyük ölçüde bu arketip ve mitoslara yaslanmak- tadır. Asiyel ailesinin farklı kuşaklarından karakterler, bir yandan bugünün, yani ta- rihsel zamanın içinde var olur ve yaşar- ken, bir yandan da kendilerini ait hisset- tikleri doğal coğrafya, dağ, ırmak, toprak ve iklimle etkileşerek, onlardaki en eski, ilkel ve yalın özellikleri kişiliklerinde yan- sıtırlar. Yaşadıklan aşklar ve acılar, tutku- lar ve çatışmalar, bu etkinin yanstmalan- dır: Asi gibi coşkulu, Habib Neccar Dağı gibi dayanıklı, toprak gibi sıcak ve bere- ketli, Antakya'nın tufan benzeri yağmurla- n, elektrikli fırtınalan gibi şiddedi ve geri- limli olabilen, belli duygulan doğadaki güçlere özgü bir şiddetle yaşayabilen in- sanlardır Asiyeller. Ailenin her kuşağında "yoğun tutkulu aşklardan" geçenler vardır (448). Yüzbaşı Azmi'nin Eşref Ha- nım'dan sonra birlikte olduğu, kendinden çok genç, neredeyse çocuk yaştaki Gani- me'ye tutkusu, Ganime'nin üvey oğlu genç Bestami'ye, Verda'nın üniversitedeki devrimci sevgilisi Melih'e, Armağan'ın Şi- rin'e, Beylan'ın Sinan'a tutkusu, hep yakı- cı, yıkıcı tutkulardır. Her bir örnekte, bu tutkular, doğanın dizginlenemeyen güçleri gibi, Asi'nin baharda yükselen sulanyla denetimden çıkan gücüne benzer bir yıkı- cılık gizilgücü taşıyan duygular olarak or- taya çıkarlar. Dolayısıyla ailenin her kuşa- ğında birileri tutkuya yenik düşer, hem yı- kar hem yıkılır. Öte yandan, Yüzbaşı Az- mi ve Eşref Hanım'ın oğullan Bestami ve Beyazıt güçlü tutkulannı derin bir sevgi- nin başlangıcı yapabümişlerdir. Beya- zıt'ın kansı AprÜ Göksu'ya tutkusu, C U M H U R İ Y E T K İ T A P S A Y I 1 0 5 0
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle