22 Aralık 2024 Pazar English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Prof. Dr. Adnan ŞEHU Ankara Üniversitesi Veteriner Fakültesi Y em sektörü için yeni olan, ancak önümüzdeki yıllarda artarak devam edeceği anlaşılan bir değişim süreci yaşanmaktadır. Bu değişimi yem sanayinin en önemli yem ham maddelerinden bazılarının biyoyakıt üretiminde kullanılması tetiklemektedir. Biyodizel üretimi yemlik yağa, biyoetanol üretimi de özellikle mısır başta olmak üzere nişastası bol olan tahıllara ortak olmaya başlamıştır. Bu durum yemlik yağ ve mısır fiyatlarında önemli artışlara neden olmuştur. Ayrıca piyasaya sürülen bazı yemlik yağların kalitesinde ve standardizasyonunda problemler ortaya çıkmaya başlamıştır. Yağların dizel yakıt olarak kullanılması motorun icat edilişi ile başlamış ve 1920’lere kadar kullanılmıştır. Daha sonra fosil yakıtlar üretim ve fiyat avantajı nedeni ile bitkisel yağ kaynaklı dizel geri planda kalmıştır. Yağların yüksek viskozitesi metil alkol reaksiyonu ile 1980’li yıllarda giderilmiş ve biyodizel ismi ile telaffuz edilmeye başlanmıştır. Biyodizel yanma gazları olan karbondioksit, karbonmonoksit ve sülfat emisyonlarını düşürmekte, partikül madde ve yanmamış hidrokarbonların salınmasını azaltmaktadır. Biyoetanol ise yüksek oktanlı bir yakıt olup, benzine belli düzeylerde karıştırılması tam bir yanma sağlayarak emisyonu azaltmaktadır. Biyoyakıtların fosil yakıtlardan % 4080 daha az sera gazı yaydıkları ve sera gazlarının atmosferde azalmasını sağlayacak önemli bir alternatif olduğu bildirilmektedir. Günümüzde hava ve su kalitesindeki problemler ve çevresel endişeler yenilebilir, emisyonu düşük yakıt kullanımını hızlandırmıştır. Buna paralel olarak yağdan elde edilen biyodizel kullanımını ve tahılların özellikle de mısırın damıtılması ile elde edilen biyoetanol üretimi Biyoyakıt üretimi yem fiyatlarını yükseltiyor! oldukça hızlı bir arıtış göstermektedir. Yem sektörünün çok kullanılan bazı ham maddelerine biyoyakıt sanayi ortak olurken, biyoyakıt yan ürünleri de hayvan besleme alanında kullanılmaya başlamış ve daha önce kullanılmayan bazı ham maddeler kesif yemlerin yapısında yer almaya başlamıştır. Hızla artan damıtılmış tane üretimi, yem sanayinde kullanılabilen önemli bir ham madde alternatifi ortaya çıkarmıştır (Grafik 1). Ancak Biyoetanol üretimi sırasında ürünün en fazla 1/3’lük kısmı damıtılmış tane olarak yem sanayine geri dönmektedir. Biyoetanol üretiminde kullanılan tahılların kalıntısında proteinler, mineraller ve bazı vitaminler miktar olarak varlığını korurken enerji içeriğinin çok önemli bir kısmı biyoetanole dönüşmektedir. Biyodizel üretiminde ise kullanılan toplam yağın 1/10’u gliserin olarak ayrılmakta, fiyatı uygun olduğu taktirde yem sektöründe kullanım şansı bulmaktadır. Yani yem sektörü yemlerdeki enerji içeriği açısından nicel bir kayba uğramaktadır. Damıtılmış tane üretiminde protein bakımından bir kayıp söz konusu olmamakla birlikte damıtma işlemi sırasında uygulanan ısı işlemine bağlı olarak protein kalitesinde ve sindirilebilirliğinde önemli tahribatlar şekillenebilmektedir. Özellikle en önemli amino asitlerden biri olarak kabul edilen lizin bu tahribattan büyük pay alabilmektedir. Damıtılmış tanelerde hayvan besleme açısından önemli bir standardizasyon probleminden bahsetmek mümkündür. Altın sarısı renge sahip ürünler yüksek besleyici değere sahip iken, koyu kahverengiye kadar oluşan renk değişiklikleri ürünün kalitesinin bozulduğunun belirtisidir. Koyu kahverengi damıtılmış tane proteinlerinin değerlendirilebilirliği büyük ölçüde azalmaktadır. Bu gelişmeler, ışığında önümüzdeki süreç içerisinde enerji kaynağı olarak kullanılan yem ham maddelerinde bir daralma olması, bu daralmanın da yem fiyatlarında artışlara neden olması beklenmektedir. Nitekim 2007 yılında bu artışlar ciddi bir biçimde kendisini hissettirmeye başlamıştır. Yemdeki fiyat artışları 2007 yılında hayvancılık sektöründe çok ciddi sıkıntılar ortaya çıkarmıştır. Yapılan değerlendirmelerin birçoğunda, 2007 yılındaki yem fiyat artışları genellikle kuraklık ile ilişkilendirilmektedir. Ancak fiyat artışlarının yaşanan kuraklıkla birlikte biyoyakıt sektöründeki gelişmelerden kaynaklandığı unutulmamalıdır. Önümüzdeki süreçte yem fiyatlarında önemli gevşemeler beklenmemelidir. Endemik bitkilerin şifasına bilimsel onay İSKENDERUN (Cumhuriyet) Amanos Dağı'nın Hatay bölümünde bulunan ve bazı hastalıklara iyi geldiğine inanılan doğadaki endemik bitki çeşitlerine bilimsel onay geldi. Hatay'daki Mustafa Kemal Üniversitesi (MKÜ) Fen Edebiyat Fakültesi Biyoloji Bölümü Moleküler Biyoloji Anabilim Dalı Başkanı Prof. Dr. Mahmut Çalışkan, bölgede yoğun olarak yetiştirilen 'şifalı bitki' olarak kabul edilen endemik bitkiler üzerinde yaptıkları bilimsel incelemede, bazı doğal ürün olan bitkilerin insan sağlığına faydasını bilimsel olarak kanıtladıklarını söyledi. Hatay’daki endemik olan ve halk arasında tıbbi amaçlar için kullanılan bitkilerin antimikrobiyal ve antioksidan etkilerini özellişle araştırdığını belirten Prof. Dr. Mahmut Çalışkan, Cumhuriyet'e yaptığı açıklamada şunları söyledi:"İnsanoğlu dünyada var olduğu andan günümüze kadar bitkileri gıda, barınma, giyecek ve tedavi aracı olarak kullanmıştır. Son yıllarda özellikle sentetik olarak üretilen ilaçların insan sağlığında zaman zaman meydana getirdiği bazı olumsuz etkilerden dolayı, bitkilerden ilaç hammaddesi geliştirme araştırmalarına hız verilmiştir. MKÜ'deki laboratuarımızda 3 yıldır yürüttüğümüz çalışmalarımızda; yöremizde halk arasında tıbbi amaçlar doğrultusunda kullanılan Salvia microstegia (Adaçayı), Verbascum pinetorum (Sığırkuyruğu) ve Laurus nobilis (Defne) gibi bitkilerin antimikrobiyal ve antioksidan aktiviteleri araştırıldı. Bu çalışmalardan elde ettiğimiz sonuçlar gerek antimikrobiyal aktivite yönünden ve gerekse antioksidan aktivite yönünden oldukça olumlu sonuçlardır." Yrd. Doç. Dr. Birgül Özcan'ın da katılımıyla Mustafa Kemal Üniversitesi’nde kurduğu moleküler biyoloji laboratuvarında üniversitenin Su Ürünleri Fakültesi, Ziraat, Tıp Fakültesi ile Koç Üniversitesi, Almanya'dan Flensburg Üniversitesi, İngiltere'den Leeds Üniversitesiyle ortaklaşa projeleri çeşitlendirerek yürüttüklerini ifade eden Prof. Dr. Çalışkan, "Bu çalışmalardan biri, çok sayıda canlı bünyesinde bulunan okzalik asit metabolizmasını anlamaya yönelik olan çalışmadır. " dedi. Hastalıklara iyi geldiğine inanılan bölgedeki diğer doğal ürünler üzerinde bilimsel araştırmalarının devam edeceğini anlatan Prof. Dr. Çalışkan, şöyle konuştu: "Laboratuvarımızda yürütülen bir çalışmamız da halofilik arkelerdir (aşırı tuz ortamlarında yaşayabilen mikroorganizmalar). Bu bakteriler, Türkiye’nin çeşitli tuzcul ortamlarında (Tuz gölü gibi) yaşamaktadır, ve ne yazık ki; Türkiye bu mikroorganizmalarla ilgili çalışmalarda henüz identifikasyon (taksonomik olarak tanımlama) aşamasındadır. Laboratuvarımızda yürütülen çalışma ile Türkiye’nin çeşitli tuzcul alanlarından toplanan örneklerden halofilik arkelerin izolasyonu yapılmış, bunların taksonomoik olarak tanımlanmaları için gerekli olan biyokimyasal, morfolojik ve moleküler çalışmalar yürütülmektedir." Nesli tükenen bitkilere uluslararası koruma İSKENDERUN (Cumhuriyet) Endemik ve neoendemik bitkilerin her yıl biraz daha azalıp, neslinin tehlike altına ulaşması, 1973 yılında uluslararası CITES Sözleşmesi'yle koruma altına alındı. Türkiye'nin 20 Haziran 1996 tarihli Resmi Gazete'de yayınlanarak kabul ettiği CITES (Nesli Tehlike Altında Olan Yabani Hayvan ve Bitki Türlerinin Uluslararası Ticaretine İlişkin Sözleşmesi), 22 Aralık 1996'da yürürlüğe girdi. Ülkemizde CITES Sözleşmesi'nin yönetiminin; Çevre ve Orman Bakalığı, Tarım ve Köyişleri Bakanlığı olup, bilimsel yönetiminden de Türkiye Bilimsel ve Teknik Araştırma Kurumu Başkanlığı (TÜBİTAK) sorumlu tutuluyor. Çevre ve Orman Bakanlığı, CİTES Sekreteryası taraf ülkeler ve ülke içindeki uygulamadan sorumlu kurum ve kuruluşlar arasındaki koordinasyonu sağlıyor. 19
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle