22 Aralık 2024 Pazar English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Kıyı Kanunu tasarısı toprakları biçiyor Buğra GÖKÇE Şehir Plancıları Odası Başkanı on dönemde ülke gündemine giren bir çok yasal düzenlemenin kente ve mekana ilişkin bakış açısı ve değerlendirmelerinin özellikle incelenmesi gerekli görünüyor. Kent ve kamu yönetiminden, kentsel dönüşüme, orman alanları ve tarım topraklarından kıyılardaki düzenleme arayışlarına kadar bir çok tasarının yasalaştığı bu dönem, tasarıların bütünlüklü bir kentleşmeyerleşme politikasından yoksun olması, kent ve kamu kaynaklarını korumaktan çok tüketebilecek içerikler taşıması, tüm doğal, kültürel ve kentsel unsurları salt ekonomik değerleri bağlamında ele alması ve bazı yasadışı gelişme ve eğilimlerin meşrulaştırılması yönünde riskler taşımasıyla ön plana çıkıyor. Arka arkaya yasalaşan bir çok düzenleme, tarım arazilerinin sembolik bedeller karşılığında işgalcilerine satılmasını veya kullandırılmasını sağlayarak yasadışı uygulamaları affederek, bu arazilerin yağmalanmasını özendiriyor. Örneğin, 4916 sayılı kanun ile; kıyı alanları ile bütünleşen orman niteliğindeki alanlara tahsis verilerek yapılan turizm tesislerinin, plan ve projesine aykırı yapılmaları halinde, bu tahsisler için açılmış davalardan proje maliyet bedellerinin %3’ünün ödenmesi halinde vazgeçileceği hükmü getirilmekte. Bu kanun maddesi, kıyıların tarımsal, doğal niteliklerinin ne kadar önemsendiğinin(!) basit bir göstergesi. 5403 sayılı Kanun ile ise, tarımsal arazilerde yer seçmiş kaçak yapılar için, m2’ye 5 YTL ödenerek faaliyetlerine izin verilmesi biçiminde bir "imar affı" getirilmişti. Bu tip yasal düzenlemelerin son halkasını oluşturan Kıyı Kanunu Tasarısı da, kente ve mekana yönelik bu genel endişe ve sakıncaları taşıyor. Tasarının kamuoyuna yansıyışına ve tasarının sakıncalarını belirtir uzman kurum ve meslek odası açıklamalarının basında yer alamayışına(!) bakılacak olursa, bu tasarının kısa sürede yasalaştırılması yolunun seçileceği söylenebilir. Kıyı mevzuatında yapılan değişiklikler çoğu yasama çalışmasında olduğu gibi genellikle, korumakullanma dengesini gözetmekten çok, bu değerleri tüketme yolunu seçmekte, doğal ve kültürel değerleri barındıran kıyı bölgelerini yatırım alanına dönüştürme çabası içindeki pek çok yerli ve yabancı proje bu duruma dayanak gösterilmekte. Sadece yatırımcıların görüşlerinin alındığı bu Tasarı ile, kamu kurumlarının da yatırımcı olarak tarif edildiği, kıyıların sadece ekonomik bir değer olarak ele alındığı, kıyıları toplumsal kullanıma açık ve erişilebilir mekanlar olmaktan çıkaracak, yatırımcıların hizmetine sokacak, kıyıları ve su alanlarını özelleştirecek, kıyılardaki kaçak yapı ve tesisleri yasallaştıracak, böylelikle benzer nitelikte yeni yapı ve tesislerin kıyıların hemen her yerinde yapılabilmesine olanak sağlayacak düzenlemeler getirildiği, kamunun hüküm ve tasarrufu altında olan alanların özel mülke konu edildiği, kazanılmış hak kavramına kaçak yapıları yasallaştıracak eşsiz(!) bir tanım getirildiği ve ayrıcalıklı bölgelerin oluşturulduğu ifade edilebilir. S ? Sahil Şeridi İçindeki Kaçak Yapılar Meşrulaştırılıyor Taslakta, sahil şeridi tanımı yeniden yapılmakta, ölçütleri belirsiz kullanış amaçlarına göre 100 metre genişliğindeki sahil şeridi daraltılmakta, kırsal ve kentsel yerleşmelerin yerleşik alanlarında 50 metreye indirilmekte. Bu hüküm ile, Anayasanın 43. ve 56. maddeleri ile bağdaşmayacak şekilde; kamu yararına aykırı, toplumun yararlanmasına kapalı, sağlıksız ve dengesiz yaşam çevrelerinin oluşturulması teşvik edilmekte, ikinci 50 metrede kalan yerleşik alanlarda kıyı, deniz ve gölleri kirleten ve kaçak yapıları kapsamına alan "imar affı" gündeme getirilmek istenmekte. Taslakta ifade edilen, kanun yürürlüğe girmeden önce yapılmış yapı ve tesislerin cephe hatlarını birleştiren doğrusal çizginin sahil şeridi kabul edilerek imar planlarının buna göre hazırlanması hükmü, kaçak yapıları meşrulaştırmakla birlikte, sahil şeridi sınırlarının kıyı kenar çizgisiyle çakıştığı, hatta aştığı durumlar yaratmakta, sahil şeridini ortadan kaldırmakta. Taslakta, kıyılar korunması gereken değerleri tamamen unutularak, "pazarlanacak" meta olarak tarif edilmekte. Kıyılardaki kullanım çeşitliliğini, homojen/tek tip olmayan yapılaşmaları derinlemesine algılamayan ve/veya dikkate almayan, korunması gerekli değerleri öncelik olarak ele almayan ve yalnızca yapılaşılabilecek alanları çoğaltmayı hedefleyen bu yaklaşım, kıyılar ile bütünleşen tarımsal alanlar üzerindeki yapılaşma baskılarının önünde durulmasını da imkansızlaştıracak. ? Kıyı, Sahil Şeridi, Dolgu Alanı, Deniz, Göl ve Akarsular Üzerinde Rant Tesisleri Yapmak Mümkün Hale Getiriliyor Buğra GÖKÇE Tasarı ile, kıyıyı koruma amacına yönelik tesisler ile özelliği gereği kıyıdan başka yerde yapılması mümkün olmayan yapıların yanı sıra, Kıyılarda Anayasaya aykırı ve ranta yönelik olarak her türlü yapının yapılması da mümkün olacak. Alışveriş merkezleri, konaklama üniteleri, ofis binaları, karayolu, demiryolu, hava meydanı, terminal, gar, açık otopark, eğlence kullanımları ve kruvaziyer liman adı altında turizm amaçlı olan ve bunlarla bütünleşen yapı ve tesisler kıyıların her yerinde yapılabilir hale getiriliyor. Galataport, Kuşadası ve Haydarpaşa gibi kamuoyunda tepki görmüş projelerin yasallaştırılması yanında, tüm kıyılara yayılmasının önü açılmakta, kruvaziyer liman tanımı altında esasen kıyıya yapılması olanaksız otel, alışveriş merkezi vb. yatırımların koşulsuz, kısıtsız tüm kıyıları betonlaştırıp, halka kapatması olanaklı kılınmakta. Benzer biçimde tüm doğal değerleri yok ederek Karadeniz’i katleden sahil yolunun ve bu yol kenarında yapılması mümkün olmayan yepyeni tesislerin yapılabilmesine zemin yaratılmakta. Kırsal kesim ve tarımsal üretimin yaşama şansını bir yandan tarımsal politikalar ile cendereye alan yaklaşım diğer yandan yarattığı yapılaşma cazibesi ile son hamleyi yapıyor. Diğer yandan, kıyı, sahil şeridi, dolgu alanı, deniz, göl ve akarsular üzerinde yapılabilecek tesislerin gerek tarım toprakları, gerekse sular üzerindeki kirletici etkileri, ormancılık ve balıkçılık da dahil olmak üzere tarımsal üretimin sürekliliği/sürdürülebilirliği ile ilgili şansı fiilen ortadan kaldırıyor. Ayrıca, bütünleşik kıyı alanı olarak tanımlanacak bölgelerin üst ölçekli plan kararlarıyla, coğrafi bütünleriyle uyumunu garanti altına alacak ve yerel yönetimlerin kaygılarını ortadan kaldıracak hiçbir bağlayıcılık bulunmadığı gibi, kıyıları izleyen tarım kullanımlarının sürekliliğini parçalaması ve olumsuz etkilerinin zincirleme reaksiyonlara neden olması olasılığı endişe uyandırıyor. Kıyı Kanunundaki bu değişiklik hazırlığı, elbette yerleşmelerin dokusunu etkilediği kadar, tarımsal yapıyı, özel mahsul alanlarını ve tarım topraklarını da etkiliyor. Tasarıdaki haliyle büyük ölçüde yapılaşma baskısı altında kalacak kıyılarda 80’li yıllar sonrası "turizm bölgeleri" oluşturulması amacıyla ya da ikinci konut alanları için yok edilen "muz ve narenciye bahçeleri"nin kalan sınırlı parçalarının da elden çıkması tehlikesi bizleri bekliyor. Dünyaya "Anamur muzu" ihraç edecekken, ithal ettiğimiz muzlara, portakal, limon, turunç, mandalina gibi ürünlerin de eklenmesi olası. Benzer biçimde özel Kanunlarla korunmuş zeytinliklerin de turizm ve yapılaşma baskısına ne kadar ve nasıl direnebileceği belirsiz. Üstelik özel mahsul olarak tanımlanan bu tarım alanlarının en yoğun olarak yer aldığı ve nitelikli ürününün alındığı yerler kıyılara yakın alanlar. Tüm bunlar, kıyıların ve değerli tarım topraklarının ve ormanların amacına uygun bir biçimde kullanılması ya da değerlendirilmesi kaygısından öte, sadece anlık ekonomik değerleriyle ele alındığını açıkça ortaya koyuyor. Oysa kıyılar ve tarım toprakları bir arada, doğru biçimde sunulduğunda ve kullanıldığında "altın yumurtlayan tavuk". Turizmi tarımsal üretime ve zenginliğe alternatif göstermeye çalışan ve kalkınmanın sadece turizm, yol ve inşaat ile gerçekleşeceğini kamuoyunun bilinçaltına işlemeye çalışan yaklaşım, kentlerde, doğa ve kültür varlıklarında nelerin yitirildiğini ise kamuoyundan gizlemeye çalışıyor. Yapı, tesis, yol, alışveriş merkezi, otel vb. kullanımların, sorgusuzca, fütursuzca ve gelecek kaygısı olmaksızın üretilerek bu alanların tüketilmesi, kentleri, kıyıları ve tarım alanlarını "rant arayışlarına" teslim ettiği gibi, bu alanlara dair geri dönüşü olmayan risk ve sakıncaları, turizmi, doğayı, kentleri öldürebilecek çok ağır bedelleri beraberinde getirecektir. Kıyılara ilişkin temel bakış açısı, kıyı bölgelerini tüketmeden, betonlaştırmadan, doğayı, tarımı, ormancılığı, balıkçılığı ve bunlara dayalı sosyoekonomik yapıyı öldürmeden, korumakullanma dengesi içinde değerlendirmek olmalı. Yapılaşma ise, bu korunması ve yaşatılması öncelikli alanlar dışında kurgulanmalı, kısıtlanmalı. Her ne kadar toplum olarak sahiplenemesek de, gelecek nesillere borçlu olduğumuz kentlerimiz, kıyılarımız ve kültür ve tabiat varlıklarımıza yönelik düzenlemeler, ancak bu çerçeve içerisinde tartışılıp, sonuçlandırılabildiğinde doğru sonuçlar üretebilecektir. Kaybedenin sadece kentler, doğal ve kültürel varlıklar ve kıyılar değil, toplum olarak bizzat "biz" olacağımızı görebildiğimizde, kentler de kıyılar da, bu risklerden kurtulabilecektir. 26
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle