28 Nisan 2024 Pazar English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

14 7 Mayıs 2014 Çarşamba Ne yazık ki onu da susturdular... B o ZUHAL AYTOLUN ir Pazar Sabahıydı Ankara Kar Altında/ Zemheri Ayazıydı Yaz Güneşi Koynunda/ Ucuz Can Pazarıydı Kalemim Düştü Kana/ Zalımlar Pusudaydı Bedenim Paramparça/ Ucuz Can Pazarıydı Kalemim Düştü Kana... Uğurlar Olsun Uğurlar Olsun/ Hüzünlü Bulutlar Yoldaşın Olsun/ Bir Keskin Kalem Bir Kırık Gözlük/ Yürekli Yiğitlere Hatıran Olsun... Çevirdim Anahtarı Apansız Bir Ölüme/ Şarapnel Parçaları Saplandı Ciğerime/ Ucuz Can Pazarıydı Kan Doldu Gözlerime/ İsimsiz Korkuları Katmadım Yüreğime/ Bembeyaz Doğruları Yaşadım Ölümüne...” İnsanın yüreğine dokunuyor bu acı. Uğur Mumcu’yu yazarken, kulağında Selda Bağcan’ın sesi yankılanıyor... “Uğur”lar Olsun’ diyor... İçine işliyor insanın. Terörün perde arkasını gün yüzüne çıkaran, demokrasi tuzaklarına karşı toplumu uyaran, şeriata savaş açan Uğur Mumcu, hain bir saldırıya kurban gitti. Mesleğine, toplumuna, doğru bildiğine adanmış bir yaşamdı onunki... 22 Ağustos 1942’de Kırşehir’de dünyaya gözlerini açmıştı. Okudu, çok okudu... Hukuk fakültesini bitirdi. Henüz öğrenciyken Cumhuriyet gazetesinde yayımlanan Türk Sosyalizmi başlıklı makalesiyle Yunus Nadi Ödülü’nü aldığında 20 yaşındaydı. Uğur Mumcu’nun 1975 yılından itibaren Cumhuriyet’te “Gözlem” başlıklı köşesinde düzenli yazıları çıkmaya başladı. 1977 yılından sonra sadece Cumhuriyet için yazmaya başladı. Kitapları çıktı, makaleleri oldukça ses getirdi. Çok sayıda kitabı, hakkında yazılan kitaplar, yapılan belgeseller, adına bestelenen şarkı bulunan Mumcu, hayatını adadı mesleğine. Kısa bir dönem Cumhuriyet’ten ayrılarak Milliyet’e geçti, sonra Cumhuriyet gazetesini yaşatabilmek güç durumda lacaktı... Çünkü artık halkta yılgınlık, güvensizlik yaratmak için başka enstrümanlar devrede...” Uğur Mumcu, gerçek bir gazeteciydi. Hala da yazıları, eserleri ve yarattığı değerlerle yaşamaya devam ediyor. 3 Mayıs 1992 yılında Milliyet’ten ayrılıp tekrar Cumhuriyet’e döndüğünü anlattığı yazısında yaptığı gazetecilik tanımı belki size de tanıdık gelecektir: “Gazeteciyi nasıl tanımlarsınız? Kimdir gazeteci, ne yapar? İşlevi nedir? Gazeteci, her konuda fikir ileri süren, her şeyi bilen insan demek midir? Hayır. Nereden bilecek gazeteci her şeyi? Ben kendime göre bir tanım yapayım: Gazeteci, haber ve bilgi kaynağına en çabuk ulaşan ve bu kaynaklardan edindiği bilgi ve haberleri okurlara sunan insan demektir. Gazetecinin bu görevini yapabilmesi için habere, olaya, olguya, belgeye ve bilgiye dayalı yazılar yazması gerekir. Bunun için de gazetecinin güvenilir kişi olması zorunludur. Sır saklayan, haber ve bilgi kaynağını gizlemesini bilen, gerektiğinde hükümetlere ve güç odaklarına karşı savaşmayı göze alan insan, gazetecidir. Günümüzde sarı basın kartlarının ardına gizlenip devlet kapılarında ve belediyelerde “ihale takip eden”, bankalardan aldıkları kredilerle milyarlar vuran, düzmece belgelerle gazetelerini ve devleti dolandıranlar da var.” İlhan Selçuk’un 2009’da “Pencere”sinde yazdığı yazıdan alıntı en iyi son söz aslında: “Uğur Atatürkçüydü... Cumhuriyetçiydi... Aydınlanmacıydı... Demokratik devrimciydi... Antiemperyalistti... Laikti... Bağımsızlıkçıydı... DinciİslamcıAmerikancı devlete kökünden karşıydı... Uğur’un güzelim anısını yad etmek için, onun kimliğini, kişiliğini, hayatını, mematını oluşturan ilkelere bağlılık ve hizmet en geçerli yöntemdir...” olan Cumhuriyet’e geri döndü. Yazılarına ve mücadelesine devam etti. Ta ki, 24 Ocak 1993 tarihine dek... Arabasın konulan bombanın patlaması sonucu suikaste kurban gitti Uğur Mumcu. Ölümünün 21. yılında, 24 Ocak 2014’te Ahmet Tan, yaşasaydı Mumcu’nun bu cinayeti çözmek için nasıl çalışacağını yazmıştı: “Bilmek zor” diyordu Ahmet Tan, “Tahmin belki: Uğur Mumcu, önce kimin öldürdüğüyle değil, ısrarla ve inatla kendisini ne için öldürdükleriyle ilgilenirdi. Cinayetle hedeflenen kargaşa ortamından kimlerin, hangi çevrelerin, nasıl bir çıkar sağlayacağı üzerine düşünür, araştırır ve buna kafa yorardı. (...) Yaşasa belki katilini bulacaktı. Ama “asli fail” hep karanlıkta kalacaktı. Tıpkı Ağca’nın arkasındaki karanlık gibi... Ve bugünlere ulaşsa hayatta ka uÇok uzun yıllarını Cumhuriyet’e veren gazeteci büyüğümüz Oktay Akbal 29 haziran 1981 tarihli “Gelip Geçiyoruz” tarihli yazısında gazetemizde bir dönem görev yapanları bakın nasıl anlatıyor... EVET OKTAY AKBAL HAYIR O Gelip Geçiyoruz!.. ktay Kurtböke, Bülent Dikmener, Çetin Özbayrak, Orhan Erinç, Turhan Ilgaz, Müfit Alacalı, Soner Girgin, Selmi Andak, İhsan Onur, Doğan Katırcıoğlu, Kosta Daponte, İbrahim Köseoğlu, Tülay Divitçioğlu, Abdülkadir Yücelman, Kemal Aydar, Fikret Otyam, Sadun Tanju, Şahabettin Aktarı, Refik Zorlu, Orhan Uçansu, Naci Yener, Yalçın Eryalçın, Fuat Tokcan, Kadriye Tamgör, Sofu Tuğrul, Necmettin Öztunalı, Rafet Baysalgil, Ferit Erdini, Yarar Susuz, Nazmi Dağlıoğlu, Burhanettin Eroğlu vb... Adını yazmadıklarım beni bağışlasın. Bu kadar çok olduklarını düşünememiştim. Bir de baktım ki adlar yazıyı dolduracak! Kim bunlar? Bir bölümü size yabancı değil, ama birçoğunun adını yeni duyuyorsunuz. Bunlar “Cumhuriyet”! hazırlayan kadronun önemli adlarıdır. Şimdi hepsi “emekli” oldular. Kimi bir iki yıl önce, kimi şu günlerde... “Cumhuriyet”in 50. yıldönümünde yayınlanan “1974 Yıllığı”nda hepsi kadromuzdaymış, hepsi çalışır durumdaymış. Yazı İşlerinde, İdarede, tertip bölümünde, içlerinde yitirdiklerimiz de var: Bülent Dikmener, Kosta Daponte gibi... 1950’de gazeteciliğe başladım, ama basınla ilgim çok daha eski tarihe kadar gider. Kendimi bildim bileli “yazar” olarak dergiler, gazeteler dünyasında yaşadım. Okul çağlarından başlar bu yaşantı... 1943’te Serveti FünunUyanış’ın sekreterliğinden, çeşitli gazete ve dergilerde yayınladığım yazılardan geçer meslekteki deneylerim... 1950’den sonra “Vatan”da kitap tanıtma yazılarım, edebiyat eleştirilerim, gece çalışmalarım, daha sonra köşe yazarlığım... 1969’dan bu yana da “Cumhuriyet”teki yazarlık yaşantım... Yazımın başında adı geçen arkadaşların birçoğunu yakından tanıdım, arkadaşlık ettim, içlerinde az tanıdıklarım da var. Hepsini birleştiren “Cumhuriyet”e olan bağlılıkları idi. Emekli de olsalar, gazeteden de ayrılsalar yine de “Cumhuriyet”e olan sevgileri, ilgileri sürer gider. “Cumhuriyet”ten emekli olunur, ama “Cumhuriyet” ailesinden kopulmaz. Bu gazete okurları ve çalışanlarıyla bir büyük aile oluşturuyorsa, gücü burdan gelir, o büyük sevgiden... Oktay Kurtböke benim askerlik arkadaşım. Ezine’deki günleri nasıl unuturum! Gerçi benden çok genç, ama yine de beraber olduk birkaç ay... O coşkulu, içtenlikli, her zaman uyanık, her zaman bol kahkahalı kişiliği... “Cumhuriyet”i on yıl yönetmek az şey değildir. Hem de en bunalımlı dönemlerde kaptanlık ederek, en tehlikeli sulardan kazasız geçirerek gemiyi... Gerektiğinde de en büyük sorumluluğu üstlenmektir de çekinmeyerek... Sonra Çetin Özbayrak, Müfit, Soner, Katırcıoğlu, Yücelman... Hepsi nerdeyse bütün bir yaşam verdiler bu gazeteye... Şimdi genç yaşlarında “emekli” olmanın tadını mı, acısını mı duyuyorlar? Siz ne derseniz deyin, yine çalışacaklar, yine yaşam savaşı verecekler. Kırk yaşlarında emekli olmak belli yasaların zorunluluğundandır. Orhan Erinç, İhsan Onur son günlerde gazeteden emekli olarak ayrılanlar... Orhan Erinç’in etkileyici kişiliğini, tutarlı yöneticiliğini, Babıâli’de az rastlanan nitelikli “gazeteciliği”ni belirtmeden geçmek zor. Bir elektronik beyin gibi çalışan kafası, nice nice bilgiyi zamanında size anımsatıvermesi, o dengeli davranışıyla sizi etkileyebilmesi... Yazarlar, sürekli savaşım verirler sorumlu yöneticilere karşı. Biz yazdığımız yazının etkisiyle duygulanırız zaman zaman, ille de yazımız tek satırı değişmeden çıkmalı! Ne olacaksa olsun, neresi inceyse oradan kopsun! En deneyimli, en dengeli yazarların bile böyle ruh hallerine düştükleri olur. İşte Erinç, böyle anların sorumlu yöneticisidir; öyle incelikle, öyle inandırıcılıkla konuşur ki, siz kendiliğinizden vazgeçersiniz inadınızdan... Orhan Erinç gibi bir aydın yöneticiden yoksun kalmak “Cumhuriyet” için gerçek bir “kayıp”tır. Ama Türk basınında Erinç her zaman ağırlığını, etkisini duyuracaktır; buna inanıyorum. Ya İhsan Onur!.. 1955’lerden bu yana hep birlikte çalıştığım bir gerçek gazeteci... İşini hem seven, hem de bilinçle yerine getiren alçakgönüllü, hiç hava basmadan çalışan, en yararlı en gerekli güncel olayları ortaya çıkaran, sorunları gündeme getiren bir gazete istihbaratçısı... Yıllarca muhabirlik, sonra haberalma bölümü şefliği... Daha kırk yaşlarında insanların meslekten kopmaları üzücüdür elbet. Ama Onur’un gazeteden ayrılmakla bir “basın emeklisi” olacağını hiç sanmam. Yine çalışacak yine yararlı ürünler ortaya koyacaktır. Böyledir yaşam! Geçip gider. Güzelliği de burdadır ya, yazarsınız an an, dakika dakika, gün gün... Her şey geçmişte kalır, anılaşır, tat kazanır. Bakıyorum hepsi benden genç bu arkadaşların. Yazarlığın acı yanı, gençler yetişir, olgunlaşır, bir yana çekilir, siz hep yazar yazarsınız. Felek ustamız gibi belki doksan yaşına dek. Kimler gelir kimler geçer, sizse yazar yazarsınız! Çoğu kez hep aynı şeyleri; hukuk devleti, demokrasi, kültüre önem vermek, aydınlıktan yana olmak, dön dolaş aynı noktaya gel, boyuna çıkar yolları göster, durmadan didin, savaş!.. Arkadaşlara yeni yaşamlarında güzel günler dileyerek... C M Y B
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle