Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
Aylar
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
6 7 Mayıs 2014 Çarşamba İlk gazetecilik dersim Baştarafı 5. Sayfada 60 ’lı yılların başında bir akşam Tolon ile birlikte gazeteden çıktık. Ulus üzerinde dumanlar görünce oraya koştuk. 19 Mayıs Stadı’nın yanındaki bir kereste deposunda çıkan yangını itfaiye söndürmeye çalışıyordu. Tolon fotoğrafladı. Gazeteye döndük. Yanan yerin enini 100 m, boyunu 150 m olarak tahmin edip toplam yangın alanı ile haberi yazdım. Teleksle İstanbul’a geçtim. SBF yurduna döndüm. Arkadaşlara yanan alanın “15 kilometre kare” olduğunu söyledim. Arkadaşlar “15 km2 olamaz! Bu alan tüm Ulus’tan da büyük…” uyarısında bulundular. “İşte hesaplayın! 150x100=15km2 eder…” deyince, başladılar gülmeye… Neden güldüklerini sorunca alaya aldılar! “Sen, metrekare ölçümünün ikişer basamak olarak hesaplandığını bilmiyorsun galiba… Bu ölçüler doğruysa yanan alan 1.5 km2’dir” demezler mi? O an bayılacaktım. Büroya koştum. Saat 23’tü. İstanbul’u aradım. Şehirlerarası telefon bir saat sonra bağlandı. Gece yazıişleri sorumlusuna 15 km2 rakamının arasına virgül koyarak 1.5 km2 yapmasını rica ettim. Gazetenin basıldığını, Ankara gazetelerinin de kamyonla yola çıktığını söyledi. Çaylak bir gazeteci olarak “Acaba elle de olsa aralarına siyah kalemle virgül konulamaz mı?” dediğimde, İstanbul’daki arkadaşımızın alaycı yüzünü şimdi de tahmin edebiliyorum! Büroda bir koltukta karabasanlarla sabahladım. İstifamı yazdım. Arkadaşlar “Sabahları okula gitmem” talimatı verilmiş olan beni, koltukta bulunca şaşırdılar. Olayı anlattım. Soğuk bir hava esti. Sonra Ecvet Ağabey geldi. Odasına girip istifamı sundum. Nedenini sordu. Anlattım. Güldü. Yanıtı şöyleydi: “Birinci ders! Bu orman yangını değil ki zarar gören alanı km2 ile veresin. Yangın kentte… Yangının verdiği maddi zararı öğrenmeliydin. İkinci ders! Basında bu tür hatalardan sonra istifaya kalkışılsaydı Türkiye’de gazeteci kalmazdı… Hadi kalk paşa paşa dersine git!” Ardından istifamı yırtıp çöpe attı. O gün öteki gazetelerde yangın alanı 8, 6, 5 km2 gibi değişik rakamlarla çıkmıştı. Kuşkusuz en abartılısı benimki idi. Ertesi günü Ankaralı bir bayan köşe yazarının abartılı rakamlarla “Yanan yer, topu topu 4km2” diye alay etmesi ile teselli buldum! Dışişleri Bakanlığı, Türkiye’de ilk tekstil fabrikalarının kurulmasının mühendisi olup yıllarca sonra Ankara’ya Büyükelçi atanan Nikita Rijov’a 48 saatlik ‘ültimatom’ verdi. Denizaltı ya bu süre içinde çıkar, biz de Çanakkale Boğazı’nı açarız, sonrasında geçer gider. Çıkmazsa batırılacak!’” Dündar Ağabey belki gazetecilik yaşamı boyunca böylesine “atlatma” bir haber yakalamamıştı. Genel Kurmay Başkanı Orgeneral Cevdet Sunay’dan Ecvet Ağabey’e randevu istemeyi kararlaştırdık. Savunma muhabirimiz Sait Ağabey, özel kaleminden Orgeneral Sunay’dan Ecvet Ağabey için “acele” randevu istedi. Konuyu soran özel kaleme, Sait Ağabey “çok gizli olduğunu” söyleyince, o gün için randevu verilemeyeceği yanıtını aldı. “Siz bilirsiniz! Oramiral Eyiceoğlu ile Kurmay Albay Şen’in konuştukları Rus denizaltısının haberini yazacaktık. Neyse yarın okursunuz!” deyip telefonu kapattı. Bir saat dolmamıştı ki kapı çalındı. Elleri Tomsonlu bir tuğgeneralle, bir kurmay albay içeri girip “Hanginiz Ecvet Güresin?” diye sorunca hepimizde şafak attı. Ecvet Ağabey neredeyse bayılacaktı! Sait Ağabey’e kötü kötü baktı. Sonrasında Ecvet Ağabey’i götürdüler. Kaygılı bekleyişimiz Ecvet Bey’in gelmesi ile meraka dönüştü. Olayı ayrıntıla Masa komşum Fikret Otyam Ne var ki MBK 15 idam cezasından üçünü onayladı. Gürsel, Başbakan Adnan Menderes ve iki bakanını kurtaramamıştı! İnönü Sakal 1961 seçimlerinde İsmet İnönü Başbakan olmuştu. Tandoğan, Ayten Sokak’taki evinde oturuyordu. Gürsel’den aldığı izinle Çankaya Köşkü Bahçesinde sabah yürüyüşü yapıyordu. Meslektaşlarımla Köşke çıkıyor, orada yürürken gündeme ilişkin sorular soruyorduk, genelde “Hadi canım sende…” yanıtını alıyorduk! Bir gün 35 günlük sakalla gitmiştim. Beni görünce Hürriyet’ten Ali Utku’nun koluna girdi, beni göstererek sordu: “Ali! Kim bu?” Ali’nin yanıtını beklemeden “Bırakın bugünü, ben İstiklal savaşında her gün çadırımdan sakal tıraşı olmadan çıkmadım!” diyerek bana bir ders verdi. Benimle o gün hiç konuşmadı. Ertesi günü tıraş olarak gittim. Beni görünce koluma girdi ve “Özgen hoş geldin!” demez mi? Ecvet Güresin, Süleyman Demirel ve Bülent Ecevit Ankara’ya resmi ziyaret yapacağı açıklandı. Başbakanlık, Dışişleri Bakanlığı ve ABD Büyükelçiliği arasında mekik dokuyorduk. Bir gün Balin Oteli’nin santralndaki hanım arkadaş, Johnson’ın otellerinde kalacağını, ancak çok uzun olan boyuna uygun yatak olmadığı için, sitelere acele özel karyola sipariş verildiğini söyledi. Yıllarca sonra Kıbrıs’ta Yunanistan yanlısı olarak İnönü’ye bir mektup gönderecek olan Johnson’a özel yatak siparişi haberim, gündeme oturdu. İkinci haber Bulvar Palas santralındaki hanım arkadaştan geldi. “Kral ve Ben” filminin ünlü, “kel” aktörü Yul Bryner “Atatürk” filmi çekme önerisi ile geldiği Ankara’da Bulvar Palas’ta kalıyordu. Foto muhabirimiz Mustafa İstemi’nin aklına ilginç bir fikir geldi. Aktörün kaldığı odanın banyosu dışta yandaki odaya bakıyordu. Mustafa ile yan odaya kamp kurup banyodan sonra dazlak kafasını nasıl tıraş ettiğini görüntüleyecektik. Hevesimiz kursağımızda, Bryner’ın imzalı resmi arşivimde kaldı! Uçak Kazası sel rahatsızlanmış, bastonla yürüyor ve Başbakanlığa az geliyordu. (DP) yöneticilerine ilişkin Yassıada Mahkemesi’nden çıkan idam kararları “Milli Birlik Komitesi’nin (MBK)” onayına gelmişti. Bir gün Başyaver Alb. Şen telefon edip Gürsel’in Başbakanlığa gideceğini, çıkışta “Yassıada idam kararları hakkında ne düşündüğünü” sormamı rica etti. İlk kez böyle bir durumla karşılaşmıştım! Gürsel soruma, “Yasıada davalarında Demokrat Parti ileri gelenlerinin idamlarına karşı olduğu” yanıtını verdi. O anda meslektaşlarım kadar, Türk halkı bu yanıtı gazetelerde okuyunca şaşırmıştı! Gürsel’i İzmir’de 2. Yurtiçi Bölge Komutanı olduğu İzmir’de, lise öğrencisi iken İnciraltı’ndaki yazlık askeri kampta denize birlikte girdiğimiz günlerde tanımıştım. “Cemal Ağa” olarak tanınıyordu. Başta Çanakkale olmak üzere çeşitli, son olarak da Kurtuluş Savaşı’na katılmıştı. Bastonuna dayanarak geceleri Çankaya’da parklara gelir, çoluk çocuk Ankaralıların arasına karışarak söyleşir ve biz gazetecilere de haber çıkardı. O bir “askeri darbeci” idi! Ama yanında sivil bir iki görevliden başkası bulunmazdı! Günümüzün “demokrat başbakanını” bir yana bırakın, güvenlikten sorumlu İçişleri Bakanı bile “koruma ordusu” ile halkın arasına karışabiliyorlar mı? 1963’te bir gün TBMM Basın Bürosu’nda arkadaşlarla söyleşiyorduk. Bazı arkadaşlar gibi ben de pencereden dışarıya bakıyordum. Bir an yaşamımda asla unutamayacağım bir olayı bazı meslektaşlarla o an yaşadık! Ulus’un tepesinde bir yolcu uçağı ile bir küçük askeri uçak çarpışıyordu! Olayı gazetelerimize bildirip Ulus’a koştuk. Uçaktakilerden ve aşağıdaki bir bankadan toplam 104 kişi ölmüştü. Sonrasında büroda işbölümü yaptık. Kimimiz olayın nedenini, kimimiz ölenlerin kimliklerini, kimimiz yetkililerin açıklamasını öğrenmekle görevlendirildik. Bana “ölenlerin aileleri ile konuşup resimlerini sağlamak” görevi düştü. Yolcu uçağındaki Amerikalı bir öğrenci kızın evine gittim. Anne babası kızlarının cesedini bulabilmek için evde yoktular. Evde, küçük erkek kardeşi vardı. Ablasının resmini istedim. Yalnızca ablasının değil, kazada ölen erkek arkadaşı ile birlikteki bir resmini vermez mi? Bankada ölen bir memurenin Yeni Mahalle’deki evine aynı amaçla gittim. Konu komşu, evi doldurmuştu. Teskin edenlerin arasından, anneye yaklaşıp “Başınız sağ olsun efendim!” deyince herkesin yüzü asıldı! Bağdaş kurmuş kadıncağız fırlayıp iki eliyle yakama sarıldı… “Ne demek başınız sağ olsun! Benim kızım yaşıyor. Bana kızımı bulacaksın!” dediğinde şaşırmıştım! Meğer, anneye kızının öldüğü söylenmemişti! Bu acı haberi anneye çenesi düşük ben, verdiğim için oradan resim alamadan döndüm! Marmara’da Balık! Masa komşum Dündar Ağabey (Cüneyt Arcayürek’in ağabeyi) idi… O tarihlerde telefonlar karışıyor, araya başkalarının konuşmaları giriyordu. “Konya, kızım aradan çık!” şakası dillere düşmüştü. Bir gün Dündar Ağabey Genel Kurmay Basın Bürosu’nu telefonla aradı. Bana “sus” işareti yapıp ahizeyi eliyle örttü. Yüzü kıpkırmızıydı! Sonra anlattı: “Telefon karıştı. Genel Kurmay Başkanlığı İstihbarat Dairesi Başkanı Oramiral Celal Eyicioğlu ile Cumhurbaşkanlığı Başyaveri Havacı Kurmay Albay Agasi Şen’in konuşmaları araya girdi! Oramiral Eyiceoğlu, Albay Şen’den Cumhurbaşkanı Cemal Gürsel’in kendisine acele randevu vermesini istiyordu. Başyaver, kendisini hemen beklediklerini, ancak Cumhurbaşkanına sunabilmesi için konuyu özetlemesini rica etti!” Oramiral’in özeti şöyleydi: ‘Bu sabah bir Rus tankeri Karadeniz’den gelirken İstanbul Boğazı’nın altındaki ağları parçalayınca bir Rus denizaltısı Marmara’ya sızdı. Montrö Antlaşması gereği, savaş gemileri ancak gün ağardıktan sonra ve denizaltılar da yüzeyden geçmek zorundalar. Bu denizaltı, ağların parçaladığı yerden habersiz geçti. Çanakkale Boğazı’nda da gerekli önlemi aldık. Rus denizaltısı şu anda Marmara’da… İznik’ten donanma ile Balıkesir’den jetler de bölgede… rı ile anlatmışlar, ancak “sonuç alınıncaya değin haber yapılmamasını” rica etmişlerdi. Sonucu yalnızca Cumhuriyet’e bildireceklerdi. Telefon azizliğini biz de yaşamamak için arkadaşımız Haluk Besen’i İstanbul’a gönderdik. Genel Yayın Yönetmeni Cevat Fehmi Başkut, ilk sivil havacı Vecihi Hürkuş’u arayıp iki kişilik pervaneli uçak kiraladı. Uçağa kıdemli foto muhabiri Selahattin Giz bindi. Marmara üzerinde uçmaya başladılar. Ancak jetler bizim “pırpır”ın ayak altından çekilmesi için zorluyorlardı. Marmara kıyısındaki muhabirlere “denizdeki askeri tatbikatı (!)” izleyip fotoğraf çekmeleri de bildirilmişti. Karargâhlar, Oramiral Eyiceoğlu ve Büyükelçi Rijov’un ayrı ayrı gittikleri İstanbul’a kaymıştı. Merak içindeydik! O akşam Ankara Radyosu’nun saat 19’daki haber bülteninin sonunda sıkıyönetim komutanlıklarının bildirileri okunuyordu. Bir bildiri özetle şöyleydi: “İstanbul Boğazı’ndan yabancı bir cismin geçtiğine ilişkin çıkan söylentiler doğru değildir! Radarlarımız söz konusu cismin büyük bir balık olduğunu tespit etmiş olup halkımızın bu söylentilere inanmaması…” Ünlü aktör Yul Bryner (FOTO: Mustafa İstemi) Ankara Otelleri İki değişik otel öyküsü… 60 yıllarda Ankara’da 45 yıldızlı otel yoktu! En önemlileri Balin Otel ve Bulvar Palas’tı. Her iki otelin telefon santrallarındaki hanım görevlilerle dostluklar kurmuştum! Otele önemli bir yabancı geldiğinde hemen bana haber veriyorlardı! John Fitzgeral Kennedy’nin öldürülmesinden sonra ABD Başkanı olan Lyndon B. Johnson’ın “Başkan Yardımcısı” olarak Cemal Ağa, İdamlar! Cumhurbaşkanı ve Hükümet Başkanı Gür Aynı yıl Atatürk’ün ölümünün 25. yıldönümüydü. Yazıişleri, o tarihteki ABD Başkanı John F. Kennedy ve Sovyetler Birliği yöneticisi Leonid Brejnev’den demeç almamı istedi. Ben sandım ki Vaşington ve Moskova’ya uçacaktım, zevkten dört köşeydim! Meğer Ankara’dayken bu demeçleri alacakmışım. Aldım da! Prag Baharı SSCB’nin dağılmasının ilk kıvılcımını Aleksandır Dubçek 1968 başında Çekoslovakya’da yaktı. “Prag Baharı” denilen bu olay, Varşova Paktı ülkelerinin Çekoslovakya’yı 20 Ağustos’da işgali ile sona erdi. Prag’ta görevlendirildiğimde Dubçek ve yardımcıları Moskova’ya götürülmüşlerdi. Sokaklarda Rus tanklarından geçilmiyordu. Dubçek’in Moskova dönüşünde TV’de konuşacağı açıklandı. Sokaklarda Rus tanklarından başka kimse kalmamış, herkes televizyona koşmuştu. Ben de otelde öteki müşteriler ile birlikte TV başında o anı bekliyordum. Konuşma saatine doğru Ludvig von Beethoven’in “Kader Senfonisi” olarak bilinen “5. Senfonisi” duyuldu. Bu senfoni, sonucu önceden veriyordu, Çekoslovakların gözleri yaşarıyordu. Dubçek görevden ayrılmıştı. Dubçek, 1970’te Ankara’ya Büyükelçi atandı. Moskova ajanlarını atlattığı günlerde Gölbaşı’nda balık avlıyordu. Ortak dostumuz bir Çekoslovak aile aracılığı ile kendisine gelen mektuplardan bazılarını bana iletiyordu, sonra bunları izniyle Cumhuriyet’te yayımlamıştım. 1968’in yıldönümü nedeniyle aldığım özel demecinde “Prag Baharı” dedi. Ruslar, Dubçek’i Prag’a geri göndererek 6 ay AtatürkKennedyKruşçev Aleksander Dubçek Prag Baharını Cumhuriyet’e anlatıyor.. lık elçiliğine son verdiler. SSCB dağıldıktan sonra parlamento başkanı olarak Ankara’ya geldiğinde tekrar söyleştik! Bu arada bir ilginç öneriyi de açıklamak isterim. Dubçek, vedaya gittiği Başbakan Süleyman Demirel “Dönme burada kal! Sana ev ve uygun ortam sağlayalım. Dönüşünde Prag’da rahat ettirmezler!” dediyse de döndü! Sonrasında bir ormanda “memur” olarak görevlendirildi! Devamı 7. Sayfada C M Y B