03 Mayıs 2024 Cuma English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

? hatlıkla yanıtlayabilirim. Üç kez gidip gelen bir metin vardı elimde. Bir türlü arzu edilen seviyeye ulaşmıyordu. Yazım hatalarını geçtim, çok ciddi kurgusal aksaklıklar da barındırıyordu metin. Yazarla aramızdaki paslaşmalardan sonra, ben, “Bu iş olmayacak” diyeceğime, gördüm ki yazar küstü. Artık benimle muhatap olmak yerine yayınevinin diğer çalışanlarıyla bana haber göndermeye, önce yayımlanan kitaplarının imza günlerine katılmamaya, işi rest çekmeye götürdü. Kitabı bir şekilde sonuca ulaştırdım yine de, ama söylemeye gerek var mı bilmem, ama bu, o yazarla yaptığım son ortaklıktı. Çevirilerde, kitabın orijinalini de okuyor musunuz? Çeviri kitaplar üzerinde editoryal çalışma yaparken en zorlandığınız konular... Bugüne dek ciddi sıkıntı taşıyan bir çeviriyle karşılaşmadım. Dolayısıyla orijinal metni baştan sona okumak, yeniden çevirmek ya da çevirilmesini istemek durumunda kalmadım. Ancak editörün orijinal metne sahip olmasının, bir aksama sezdiğinde kontrol etmesinin hayati gereklilik olduğunu da söylemeliyim elbet. Türkçenin çeviride bir “çoğul” sorunu var. Çevirmenlerimizin büyük kısmı, “İki adam yürüyordu” demek yerine “İki adam yürüyorlardı” diye çevirir orijinal metni. Bu çeviri zafiyetinin sebep olduğu garabetler dilimize yerleşmiş, doğru kabul edilir hale gelmiştir ne yazık ki: “Yedi Cüceler”, “Kırk Haramiler” gibi. Öyle ki, yardımcı editörlerimden birine bu duruma dikkat etmesini söyleyip yukarıdaki örnekleri vererek, “Yedi Cüceler değil, Yedi Cüce... Kırk Haramiler değil, Kırk Harami,” dediğimde, şaka yaptığımı sanmış, “Yok artık,” demişti. Bunun onlarca yıldır süregelen bir hata olduğunu kendisine başka örneklerle destekleyip anlatmam yarım günümü almıştı. Demem o ki, gözüme kıymık batmışçasına beni rahatsız eden bu tip çevirilerdir. Bir tür otomekanizmayla bu kalıpları düzeltirim, ama her seferinde de fena sinirlenirim, “Türkçenin yapısı üzerine biraz daha düşünülemez mi?” diye. Sizce bir editör her alanda editörlük yapabilir mi? Ya da şiir editörü, öykü editörü gibi ayrımlar mı olmalı? Hatta çeviri editörlüğü ile telif dosya üzerinde çalışmak da çok farklı değil mi? Olması gereken, her editörün belli alanlarda profesyonelliğini sergilemesidir elbette, ama Türkiye’deki yayıncılık anlayışı bunu pek mümkün kılmaz. Sağlam finansal desteği olan, örneğin arkasına büyük bir banka alan bir yayıneviyseniz, tarih kitapları için ayrı, genel kültür kitapları için ayrı, bilim kitapları için ayrı editörler atayabilirsiniz. Ne yazık ki yayın piyasasının ciddi yüzdesini oluşturan orta ölçekli yayınevlerinin böyle bir finansal genişliği yoktur. Bir, bilemediniz iki editör, tüm yazınsal yükü omuzlar, tabir yerindeyse ağır işçilik yapar. Bugüne dek çalıştığım yayınevlerinde benim yaptığım da farklı değildi işin doğrusu. İyi bir editör olmanın sizce olmazsa olmaz üç ölçütü... Şöyle bir formül verebilirim: Okumak x 2 + Düşünmek İyi editörlüğün ön şartı, okumayı bir hayat biçime haline getirmektir. Sonrasında daha çok ayrıntı gerektiren diğer bölüm gelir: Okuduğun metin hakkında düşünmek. Yani, okumayı Türkçenin kurallarına uygunlukla sınırlamak, birtakım ezbere düzeltmeler yapmak değildir editörlük, çok daha ötesidir; metni özümsemek, kurgu, üslup ve yapısal bütünlüğü hakkında düşünmektir. Bir kitabın ilgi çekeceğine veya tutmayacağına nasıl karar veriyorsunuz? Türkiye’de bir kitabın tutup tutmayacağının en önemli göstergesi, yayınevinin tanıtıma ayırdığı paydır. Nice edebiyat harikası iki binlik tiraja ulaşamazken, arkasına tanıtım desteği alan eften püften kitaplar on binler satıyor ve okurun anlayışı değişmedikçe bu düzen böyle işlemeye de devam edecek. İşinizde karşılaştığınız zorluklardan birkaçı... En önemli zorluk, düzgün bir cümle yazmayı başaran hemen herkesin kitap yazmaya soyunması olsa gerek. Öğrenim hayatında okumak zorunda kaldıkları sayılmazsa ömründe hiç kitap okumamış, buna karşın dört yüz sayfalık roman yazmış insanlar tanıdım ben. Ortaya çıkan metnin ne durumda olduğunu söylemeye bile çekiniyorum. Kimi yazarların kapris sergilemeye varan tavrına, kimilerinin küskünlüğüne falan değinmeyeceğim bile, onlar bu işin cilvesi gibi, editör bir süre sonra kabulleniyor bu tip yaklaşımları, ama çevirmenin aylar, yazarın yıllar harcadığı metnin düzenlenmesi için editöre tanınan zaman var ki, işte o ayrı bir yazı konusu. Ülkemizde editörlük kurumu hangi aşamada? Sizce yeterli mi? Ülkemizde genel olarak edebiyat bile gereken aşamada değilken, editörlüğün tüm şartları yerine getirebildiğini söylemek mümkün değil. Yine de bir kıyaslama yapmak gerekirse, ülkemizde editörlüğün “düzeltmenlik” olarak algılandığını söylemek mümkün. Pek çok yazar, editörün sadece yazım yanlışlarını bulmakla, noktayı virgülü düzenlemekle yükümlü olduğunu sanıyor. Bunu bir noktaya kadar anlıyorum da, zaman zaman bizzat editörlerin de bunu böyle sandığına tanık oluyorum ki, işte akıl almaz olan bu. Kendi özel zevkiniz için de okumaya zaman ayırabiliyor musunuz? Yakaladığım her anda zevk için kitap okumaya gayret ediyorum. Ya uykuya dalmadan önce kitap oluyor elimde, ya da otobüsle bir yerden bir yere giderken. Okumadan, yazmadan yaşamanın mümkün olduğunu bile düşünemiyorum. Kimi kitaplarda sinema dili ağırlıklı olabiliyor. Kitabı okurken “Bundan iyi film olur” deyip sonradan sinemaya uyarlandığına tanık olduğunuz kitaplar var mı? Çok. Teker teker hepsini saymak mümkün değil. Ama şunu rahatlıkla söyleyebilirim: Çok az birkaç örnek dışında edebiyat uyarlamalarının iyi birer filme dönüştüğünü düşünmüyorum. Örneğin, oyuncu seçimindeki ve görsel efektlerdeki isabetli tercihlere karşın, bence Yüzüklerin Efendisi serisinin film uyarlamaları fiyaskodur. Şu günlerde merakla beklenen Hobbit filminin de aynı akıbeti paylaşacağına neredeyse eminim. Benzer biçimde, soluk soluğa okunan, Dan Brown imzalı Melekler ve Şeytanlar ile Da Vinci Şifresi de son derece vasat biçimde perdeye yansıyabilmiş, gizeminden de, lezzetinden de çok şey yitirmiştir. Ancak benim için asıl büyük hayal kırıklığı, Harry Potter romanlarının sinema uyarlamalarıdır. Yönetmenlerin gotik unsurlarla bezeli karanlık sahneler aktarma sevdası kitapların barındırdığı aydınlığı da, olumlu yanları da yok etmiş, ortaya üçüncü sınıf gerilim filmleri çıkmıştır. En fenası, kelli felli nice adamla kadının Harry Potter serisini bu karanlık filmlerden yola çıkarak değerlendirmesidir ki, yazıya bundan büyük haksızlık yapılması mümkün değildir. Siz de yazıyorsunuz. Sizin metinlerinizin editörlüğünü kim yapsın isterdiniz? “Editörlüğümü pekiştiren ana etken yazarlıktan gelmemdir” desem, herhalde hata etmiş olmam. Doğrusu, edebi donanımına güvendiğim herkesin desteğine açığım. Ancak bugüne dek beni en iyi anlayan, sorunsuz çalışabildiğim editör, edebiyatımızın saygın yazarlarından biri olan Mavisel Yener’dir ve yine onunla çalışmayı tercih ederim. En çok hangi kitabın editörü siz olmak isterdiniz? Stephen King’in tüm kitaplarının editörü olmak isterdim. En büyük arzum, Amerika’daki 25. yaşı nedeniyle yeniden gündemde olan ve Türkiye’de zamanında kısaltılarak yayımlanan O (It) adlı harika King romanının eksiksiz ve tam çevirisinin editörü olmak. ? Mavisel Yener Ata Cad. Defne Sok. No: 1 D: 1 Balçovaİzmir www.maviselyener.com [email protected] SAYFA 52 ? 12 NİSAN 2012 CUMHURİYET KİTAP SAYI 1156
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle