04 Mayıs 2024 Cumartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Tahsin Yücel’den ‘İnsan Yazdığı Şeydir’ ‘Dostlar bizi işçiliğimizden anımsasın’ İnsan Yazdığı Şeydir, Tahsin Yücel imzalı bir kaynak kitap. Yazına, yazarlara, düşünürlere, kalem ve yaşam ustalarına bir başka ustanın penceresinden ehil bir bakış. Alphonse Daudet’nin Tarasconlu Tartarin‘iyle başlayan çevirilerini kendi yapıtlarının yanı sıra hep sürdürmüş, son çevirisi Robert Desnos’nun Hayır, Aşk Ölme gelinceye dek yüze yakın eseri Türkçeye kazandırmış olan Yücel, İnsan Yazdığı Şeydir‘de, aralarında Balzac, Flaubert, Camus ve Barthes’ın da bulunduğu yirmi altı yazarın otuz altı çeviri yapıtı için yazdığı sunuşlar ile kendi kitaplarının bir bölümüne yazdığı toplam elli beş sunuşu birlikte buluşturuyor okurlarla. Yücel, İnsan Yazdığı Şeydir‘i anlattı. ? Gamze AKDEMİR “Tanrım, yeteneklerimizi sınırlı, yaşam süremizi kısa tutmuşsun; koşulumuz sonucu, yüzeysel bilgilerle, yüz kızartıcı önyargılarla donanmışız, yaşamımız acıklı koşulumuzun örnekleriyle dolu; gene de hiç değilse kitaplarımda, içi sıra da bu kitabımda. Okurumun karşısına yüzeysel bilgilerle, yazarlıkla bağdaşmayan önyargılarla çıkacak olursam, beni durdur demiyorum, her iş bitti de sıradan bir yazara mı çobanlık edeceksin ama içime fazladan bir tepke yerleştir de beni sürekli uyarsın; kalıplaşmış bilgilerle, taşlaşmış önyargılarla okurumu yanlış yola sürüklemeyeyim. (…) Okur karşısına aksak bir dille çıkmama izin verme Tanrım.” Kitaptan… kuru cendereye sokmayan ve yapıt üzerinde sesli düşünmesine sevk eden bir yaklaşımla kaleme alıyorsunuz kitabınızı… Üstelik kitabı hazırlarken düşlediğiniz bütünlüğe ulaşamamayı göze alarak yazıları okur için daha kullanışlı ve daha anlaşılır kılmaya çalıştığınızı ifade ediyorsunuz; “Dostlar bizi işçiliğimizden anımsasın” diyerek. Kimi yazarlar okura kendilerine göre bir kişilik, bir düzey ya da düzeyler biçiyor, bu düzeyleri göz önüne alarak yazıyorlar. Benim tutumum bu değil. Okuru kendim gibi düşünüyor, yazdıklarım onun bekleyebileceği düzeyden aşağıya düşmesin istiyorum. Emekçi yaklaşımımın nedeni bu; okura saygıdan kaynaklanıyor. “Dostlar bizi işçiliğimizden anımsasın” dememe gelince, burada “işçilik” sözcüğüyle yazarın özenini, doğru ve düzgün yazma çabasını belirtmek istiyorum. Ben her zaman okura elden geldiğince kusursuz, elden geldiğince düzgün yapıtlar sun O maya çalıştım. Sizin nitelemenizden alıntılarsam “Genç sözcüklerle aranız nasıl?”ı sizden duymalı. Ayrıca yine Söylemlerin İçinden’de imlediğiniz “yazı”nın anlamının “söylem”e dönüşmesi durumu... Anlam mı değişti? Dilimizin yapısına uygun olduktan sonra, genç yani daha yeni yaratılmış, yeni yeni kullanılmaya başlamış sözcükler de yüzyıllardır kullanılagelen sözcükler de benim içim aynı değerdedir. Öteden beri kullanılagelen Türkçe sözcüklerin ayrı bir sıcaklığı, ayrı bir çekiciliği ve bir çağrışım gücü vardır. Ama dilimizin yapısına uygun yeni sözcükler de bu sıcaklık ve çekiciliği kısa sürede kazanabilirler. Söylemlerin İçinden de “yazı”nın anlamının “söylem”e dönüşmesine gelince, burada bir yanlış anlama söz konusu. Kuşkusuz yazı başka, söylem başkadır. Ama söylem yalnızca sözel değildir, yazıya da dökülebilir. “SALAKLIK ÇOK YAYGIN BİR NİTELİK” Kitabınızda da eleştiriyorsunuz, işte sanal veya gerçek sözlüklerdeki yaşamöykülerinden hareket edilerek yazı yazılır, eleştiri kaleme alınır oldu. Sürekli yanılıyorlar da… Üstelik vazgeçmiyorlar da… Eleştiri ve incelemelerde yaşamöykülerinden yararlanmak, yapıtını inceleyeceğimiz yazarın yaşamöyküsünü birincil kaynak olarak ele almak çok eski ve çok yaygın bir alışkanlık. Ama iyi bir yaşamöyküsünün kişiyi, bizim konumuzda da yazarı anlamakta küçümsenmeyecek bir işlevi bulunsa bile, yazarın yapıtını anlamak konusunda çok da ileriye götürmez bizi. Günümüzde yazın yapıtlarını inceleme ve çözümleme yöntemleri çok gelişti. Yaşamöyküsüne dayalı eleştiri de çok geride kaldı. Ama tümden yararsız olduğu da söylenemez. Salaklık Üzerine Bir Deneme’de salaklığın yazındaki, yapıtlardaki yerini irdeliyorsunuz. Salaklığı yazdığınız denemelerle aynı cümlede telaffuz ediyorsunuz sonra... Yazdığınız denemelerin büyük çoğunluğunun belirli ölçü de bir salaklığa dokunduğunu imliyorsunuz. Anlatır mısınız salaklıkla bu yazınsal ilişkinizi? Haklısınız, salaklık konusunu Salaklık Üstüne Deneme adlı kitabımdaki son denemede doğrudan doğruya ve oldukça kapsamlı bir biçimde ele alıyorum ve kitapta yer alan öteki denemelerde de şöyle bir dokunduğum oluyor. Nedeni açık; kitapta sık sık vurgulandığı gibi salaklık insanlar arasında çok yaygın bir nitelik ama tek bir biçim altında çıkmıyor karşımıza, bin bir türü, bin bir görünüşü var. En çok büründüğü görünüş de akıllı, bilgili, bilge kişi görünüşü. Bu da bize salaklığın yalnızca budalalık olmadığını göstermekte. Eleştiri Kuramları’nda “birbirini çekiştirme dehaları”nı anıyorsunuz eleştirinin doğasını ve eleştirmenin sonsuza dek yazarca sevimsiz addedileceği gerçeğini imlerken... Korkulacak bir şey değildir eleştiri diyorsunuz sonra... Yanlış anlamalara yol açmayalım. Kimi eleştiriler bir yergi, bir karalama olarak nitelenebilir. Ama en az bunlar kadar insancıl, anlayışlı, olumlu eleştiriler de var yazın evrenimizde. Sayıları da eleştiriyi bir “yergi sanatı”na dönüştüren eleştirilerinkinden daha az değil. Eleştirinin tanımına gelince, tanımlar sınırlayıcıdır genellikle; biz eleştirinin öncelikle bir anlama ve yorumlama etkinliği olduğunu, bu etkinliğin de çok değişik biçimleri ve yöntemleri bulunduğunu belirtmekle yetinelim. “BİLİRBİLMEZLER, BAŞ DÖNDÜRÜCÜ BİR DORUK” Çeviriye yaklaşımınız adına sorarsam, yapıtları çözümleme yolunda kağıda ve zihninize attığınız ilk skeç darbeler nelerdir? Ben çeviri etkinliğinin çok değişik yöntemleri bulunduğunu düşünmüyorum. Ama her yazarın bir yazma yaklaşımı bulunduğu gibi çevirmenin bir yorumlama ve yabancı dilde oluşturulmuş bir yapıtı kendi diline aktarma yaklaşımı vardır. Bu yaklaşım dilimize çevirdiğimiz yapıtının özelliklerine göre birtakım değişikliklere uğrayabilir. Ama olabildiğince doğru ve düzgün aktarmak, bu arada dilimizin elverdiği ölçüde yapıtın özgün biçemini de yansıtmaya çalışmak temel ilkedir. Türkçeye çevirmekte büyük bir coşkuyla hareket ettiğiniz, sizin için ayrı bir önemi olduğunu ifade etttiğiniz Flaubert’in “Bilirbilmezler”i... Neden sizi bu kadar etkilediğini kitabınızda ayrıntılarıyla okuyoruz, burada da dile getirir misiniz? Bilirbilmezler’in (Bouvard et Pécuchet) çevirisine yazdığım önsözde “Ben ilk Quichotte’tan Teneke Trampet’e doğru uzanan çizgide baş döndürücü bir doruk olarak gördüm Bouvard ile Pécuchet’yi”, diye yazmıştım. Bugün de böyle düşünüyorum. İnsanoğlunun saçmalıkları, bilginin saptırılıp yozlaştırılması ancak bu kitaptaki kadar doğru ve güzel yansıtılabilirmiş gibi gelir bana. Bilirbilmezler nerdeyse hepimizde az çok bulunan bir sapkınlık ya da salaklığı benzerine milyonda bir rastlanan bir ustalıkla anlatan bir yapıttır. Flaubert’in benzersiz anlatımı da ona önemli bir boyut daha ekler. Bu yüzden olacak, Bilirbilmezler ülkemizde Gustave Flaubert’in öteki kitaplarının gördüğü ilgiyi görmemiştir. Edebiyatta bir Balzac nasıl bir ‘sıra dışı sıradan’dır (mıdır)? Nasıl bir ? b ğını ala ilmek i ze serm nüvisi yazmış na ayk Gö zac ned soruyu gelir. S kendi d kadar b ken, bu ne sıra Ama bir kâğ ayrılma olursak bağdaş yük ya aldığım mında adland pıtlar d İlk yen ve yıl içer kıymet tan bir Çok 18. ve özellik şam sü namala toplum yapıtla biliyor mı? Ya d ? te SAYFA 4 ? 12 NİSAN 2012 CUMHURİYET KİTAP SAYI 1156 CUMH
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle