Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
Tom Robbins’ten isyankâr bir roman Kovboy Kızlar da Hüzünlenir Tom Robbins’in başyapıtı sayılan Kovboy Kızlar da Hüzülenir‘de kendine özgü neşeli üslubuyla karşı kültürün sözcülüğünü yapıyor. 1970’lerin anarşizan hippi kültüründen esinlenen uçuk ama eleştirel bir hikâyedir bu kitapta anlatılan. Aştan cinsel özgürlüklere, siyasi isyandan hayvan haklarına, bedene, doğaya, dine, hayata dokunan, dilin sınırlarını zorlayan Kovboy Kızlar da Hüzünlenir, Gus van Sant tarafından sinemaya aktarıldı. ? Serap ÇAKIR ovboy Kızlar da Hüzünlenir, Sissy Hankshaw’un hikâyesidir. İki tane kocaman başparmağa sahip bu tuhaf kız sayesinde Tom Robbins; bizi, farklı olanın, az olanın ve karşı kültürün insanlarıyla tanıştırır. Derya deniz bir hikâyenin içinde, sıradanlığımıza hayıflanırız… “ÖLÇÜYÜ AŞMA, ÖLÇÜSÜZ OL” Merhaba ben Sissy Hankshaw. Kovboy Kızlar da Hüzünlenir adlı kitabın kahramanıyım. “Fakir Cahil Beyaz ırkından geliyorum ben, liseden terk. Ve her neslin patates tarlası öncekinden daha küçük” olan bir yerden. Yaratıcım Tom Robbins beni yıllar önce kaleme aldı, şimdi Ayrıntı Yayınları sizin dilinize aktarmış. Gerçi ben aynı dili konuşmasak da anlaşabileceğimizi düşünüyorum ya neyse. Yine de Sona Ertekin’e teşekkür ederim. Tom’un dilini herkes kıvıramazdı, iyi iş çıkarmışsın dostum. Benim bir özelliğim var, aslında bazılarının kusur kabul ettiği bir özellik bu. Belki de şöyle demeliyim, nasıl baktığınıza bağlı bir özellik. Sizden farklıyım; çünkü iki tane kocaman başparmağım var. Annem, babam ve erkek kardeşlerim ve çevremdeki diğer insanlar ben okula giderken ve büyürken, bu özelliğim yüzünden ya benden utandılar ya da beni dışladılar. “Tarihteki uygar kültürlerin hepsi olağandışı üyelerine karşı ayrımcılık yapmıştır. ‘Şizofreni’ uygar, Batılı bir terimdir. ‘Cadı’ ya da ‘anormal’ de öyle, olağanüstü insanlara reva görülen acımasız ve tuhaf cezaları rasyonalize etmek için kullanılan terimler bunlar.” Bunu bilmeme rağmen, farklı olmak ve böyle büyümek çok zordu, bilirsiniz siz de. Yani hepiniz de aynı değilsinizdir herSAYFA 16 ? 12 NİSAN K halde. Çoğunluk değil de az olmakla ilgili aslında benim hikâyem. Biricik olmakla. Farklı olmanın ne kadar muhteşem olduğunu herkese göstermekle ilgili. Kimileri beni sakat olarak nitelendirdi başparmaklarım yüzünden, kimileri de bir ucubeymişim gibi davrandı bana, korktular benden. Farklı olmak, bunu kabul edene kadar inanın benim için de çok zordu. Ama sonra anlamaya başladım. Farklı olmanın ne kadar büyük bir hediye olduğunu yani.“Ben asıl toplumun sakatladığı insanlara acıyorum. Doğanın deneylerine katlanabiliriz ve eğer çok çirkin değillerse onları avantaja çevirebiliriz. Ama toplumsal sakatlık sinsi ve görünmezdir, insanları canavara çevirir. Ya da fareye.” Kocaman iki başparmakla ne yapabilirdim ki? İnce işlere el atamıyordum, yazı, çizi bana göre değildi. Bu dünyada en iyi yapabileceğim işi arıyordum kendime, sevdiğim, mutlu olabileceğim, tamamen ben olabileceğim. Henüz genç bir kızken otostop çekmeye başladım. Çatlak Tom’un bir sözü var, belki denk gelmişsinizdir: “Whitman’dan Steinbeck’e, Kerouac’tan 70’lerin çılgın gençlerine ve diğerlerine, Amerikan otoyolu, her zaman seçeneği, kaçışı, fırsatı ve başka bir yere giden bir yolu simgelemiştir. Ne kadar aldatıcı olsa da yol özgürlüktü ve yolda olmanın en özgür yolu da otostop çekmekti.” Ben de öyle yaptım, özgürlüğün peşine düştüm anlayacağınız. Önceleri kısa mesafeleri kat ettim, sonra upuzun yolculuklara çıktım. Yıllarca sürecek muhteşem bir deneyim oldu benim için. Acayip insanlarla karşılaştım, bana kötülük etmek isteyenler de oldu, iyilik yapmak isteyenler de… Kötülüğü başparmağımla savurup attım hayatımdan, inip bir başka arabaya bindim mesela. Zor kullanmak isteyen olduğunda yine başparmağımla haklarından geldim. “Bir defasında bir muhabbet kuşuna otostop çekmeyi öğretmiştim. Tek kelime konuşamıyordu ama otostop delisiydi.” Yıllar türlü maceralarla akıp geçti, tıpkı yollar gibi… Sonra bir kadınla tanıştım, Kontes’le. Yine otostop çekerek Amerika’yı baştanbaşa kat ediyordum ama paraya da ihtiyacım oluyordu. Yüzüm, fiziğim öyle yetmiş yaşında bir dul olmaktan iyidir.” Aynen böyle düşünüyordum ama Julian’ı seviyordum. Jellybean’in dediği gibi “aşk bir uyuşturucu ve hiç de tavuk çorbasına benzemiyor.” Ben kendimi harekete adamıştım, Julian ise durağandı. Toplumun sakatladığı bir Mohawk Kızılderelisiydi o. Mohawk olduğunu, bundan fiziksel ya da ruhsal anlamda faydalanmayı reddediyordu. Birinin onu kendi kanıyla tekrar bağ kurmasını sağlayacak şekilde sevmesi gerekiyordu ve ben de onu böyle sevmeye çalışıyordum ve şehir ve yaşadığımız bina ve o dört duvar. Sessiz bile değildi. Durağandı. Hiçbir şey hareket etmiyordu. Kuşlar bile… Hayatta mutluluktan önemli bir şey daha vardı: Özgürlük. Özgür olmak mutlu olmaktan daha önemliydi benim için. “TUTSAKLAR GİBİ DÜŞÜNEN ÖZGÜR İNSANLAR İÇİN AĞLAYIN” İşte böyle aşkla özgürlük arasındaki seçimimi yapmam gereken bir dönemde, yolum Rubber Rose’a düştü. Yalnızca kovboy kızların yönettiği bir çiftlikti burası. Çatlak Tom bu sefer de beni kendi gerçekliğimi değiştirebileceğimi anlamam için oraya yollamıştı. Bonanza Jellybean, diğer kovboy kızlar ve turnalarla olan maceram da böyle başladı. Hey! Sakın ola ki bir kadından kovboy olur mu diye bana soru sormaya kalkmayın. “Bir çocuk büyüyünce kovboy kız olmak istiyorsa bunu yapabilmeli, yoksa bu dünyada yaşamaya değmez” bunu aklınızdan bir an olsun çıkarmayın. Rubber Rose’a ayak basışımla birlikte, hayatla ilgili derin çelişkilerim de başlamış oldu. Ama bu ayrıntılara girip işin tadını Tom için kaçırmak istemiyorum. Ne de olsa bıkıp usanmadan, adam okuyucuları için bir şeyler yazdı. Hikâyenin geri kalanını açıklarsam muhtemelen bana çok kızar ve lanet medeniyetin metaforu olan beni, türlü pişmanlıklarla donatır. En iyisi siz gidip bir yerlerden Sissy Hankshaw’un başına bundan sonra neler gelmiş, bulun okuyun ya da ne bileyim, cesaretiniz varsa Tom’a sorun… Size son bir şey söyleyip, buradan uzayacağım. Beni belki siz de sakat diye yaftalayacaksınız, umurumda değil, söylemem lazım. Asıl sakatlık yıllarca otoriteye boyun eğmekle oluyor aslında. Ben türlü türlü insan gördüm, sakatlıkları ve kirlenmişlikleri bundandı. Özgür kalın, önce özgür, sonra tek kanatla uçamayacağınızı da anlayacaksınız zaten… Çatlak Tom’un en az benim kadar sevdiği bir mekân var Rubber Rose’da. Şahit Tepe. Şahit Tepe’nin zirvesinde bir mağara. Mağaranın birkaç odası. Bunlardan biri için kıyak bir laf etmiş bizim yazar. Onu da söyleyeyim son olarak. “Orta kattaki odanın duvarlarından sürekli saf tatlı sular damlar durur. Sanki duvarlar ağlıyormuş gibi. Kıtanın ruhu ağlıyormuş gibi. Ne için ağlar peki? Bufaloların kemikleri için ağlar. Unutulup giden sihir için. Şairler yok olduğu için ağlar. Beyazlar gibi düşünen siyahlar için ağlar. Göçmenler gibi düşünen Kızıldereliler için ağlar. Büyükler gibi düşünen çocuklar için ağlar. Tutsaklar gibi düşünen özgür insanlar için ağlar. En çok da kovboylar gibi düşünen kovboy kızlar için döker gözyaşlarını.”? Kovboy Kızlar da Hüzünlenir/ Tom Robbins/ Çeviren: Sona Ertekin/ Ayrıntı Yayınları/ 384 s. ? “Tom Robbins çılgın bir adam, hatta belki benden bile… Türlü türlü maceraların içinde buldum kendimi. Ama yine de yaşadığım her olay için ona minnettarım” diyor romanın kahramanı... güzeldi ki bana mankenlik teklif etti. Yalnızca ellerimi gizlemem gerekiyordu o kadar. “AŞK BİR UYUŞTURUCUDUR, TAVUK ÇORBASI DEĞİL” Ha bu arada, bir efsaneye dönüştüğümü de söylemeden edemeyeceğim, Jack Kerouac bile bana hayran oldu yani otostop çekme yeteneğime. Bir defasında hiç ıskalamadan peş peşe otuz dört araba durdurmuştum mesela. Tom Robbins çılgın bir adam, hatta belki benden bile… Türlü türlü maceraların içinde buldum kendimi. Kimi zaman beni medeniyetin metaforu olarak kullanmasından yorulduğum da oldu, ne yalan söyleyeyim. Ama yine de yaşadığım her olay için ona minnettarım. Çatlak adamın teki doğru ama çok kral laflar ediyor bazen. Onun sayesinde bir ressamla tanıştım mesela. Julian, Kızıldereli kökenli bir Amerikalıydı. Onu görür görmez âşık oldum. Tabii o da bana. Evlenmeye karar verdik. Otostop hayatımın biteceğini bile bile evlendim Julian’la. Kocaman bir şehirde, büyük büyük binaların içinde hapsolacağımı bile bile. “Evlenmek bir kızın mücadeleden vazgeçtiği, savaş alanını terk ettiği, asıl ilginç ve anlamlı eylemi, bundan böyle ‘ona bakmayı’ üstlenen kocasına bıraktığı andır. Ne acıklı bir aylaklık anlaşması. Kadınlar erkeklerden uzun yaşarlar; çünkü aslında yaşamamışlardır. Elli yaşında kalp krizinden morarıp ölmek, genç kızlığından beri hayatın aksiyonundan bir gıdım tatmamış, sağlıklı, 2012 CUMHURİYET KİTAP SAYI 1156