Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
Montherlant’tan ölümsüz bir oyun Ölü Kraliçe Dilin sonsuz olanaklarını ustaca kullanan Montherlant, tumturaklı lirizmde de, dolaysız ve sade diyaloglardaki kadar rahattır. Montherlant tiyatrosu dendiğinde akla gelen ilk yapıt Ölü Kraliçe (La Reine Morte) adlı oyundur. ? Ayten ER “Tiyatroda yalnızca alçak sesle söylenebilecek büyük gizleri haykırdım.” Henry de Montherlant 896’da aristokrat bir ailede dünyaya gelen Henry de Montherlant, JansondeSailly lisesini bitirdikten sonra, Ecole SainteCroix de Neuilly’de yaşamını etkileyecek Katolik bir eğitim alır. Gençliği bir dizi ilginç deneyime sahne olur. On beş yaşında, İspanya’da boğalarla arenaya girer. Yirmi iki yaşında, Büyük Savaş sırasında (1918) yaralanır. Otuz bir yaşında, yeniden arenalara döner. Aldığı boynuz darbesiyle akciğerlerinden yaralanır. Küçük yaştan itibaren başlayan tiyatro tutkusuyla on yaşında “saynetler” besteler. On sekiz yaşında, kişisel deneyiminden esinlenerek “Exil” adlı bir dramatik deneme yazar. Daha sonra, romana yönelir. İlk yapıtlarında “eylem ve tehlike zevki” ön plana çıkar. 19251932 yılları arasında bir dizi yolculuk yapar. İspanya, İtalya ve Kuzey Afrika’ya gider. Paris’e döndükten sonra, Les Célibataires’i (1934) ve dört ciltlik Les jeunes filles’i (1936–1939) yayınlar. Tiyatroya gelince; 1928 yılında, Les Crétois adlı oyuna başlasa da tamamlayamaz. Alger’de, Don Fadrique ve La ville adlı oyunlarının taslaklarını yazar. Oyunları 1932 yılından itibaren oynanmaya başlar. Bu alandaki gerçek başarıyı, değişik ülkelerde de sahnelenen La Reine morte ou Comment on tue les femmes ile elde eder. Bunu sahnelenen diğer oyunları izler. 1954 yılından itibaren, l’Histoire d’amour de la rose de sable, Les Auligny ve Le chaos et La nuit ile yeniden romana döner. Bu arada birçok deneme yazar. 1960 yılında Fransız Akademisi’ne girer. 1972 yılında intihar eder. 1 TİYATRO NEDİR? Montherlant’ın dramatik idealine göre, en aza indirgenen dış eylem, insan tininin açılımı için bir bahane olmalı, gerçeklik, yoğunluk ve derinliğiyle insan tininin bazı devinimlerini açımlamalıdır. Dış eylemdeki çizgisel sadelik, yoğunluğa koşut olarak ilerlemelidir. Romanın sayfalara yaydığı bir olayı, oyun birkaç sayfada sunmalıdır. “Tiyatro eksiltili bir sanattır.” Okur/ seyirci, oyunu okur ya da seyrederken zekâsını ve imgelemini kullanmalıdır. Bir oyun “insan tininin belirli devinimlerini açımlamalıdır.” Ancak bu devinimler, tam olarak betimlenmemeli, her şey açıkça söylenmemelidir. Yaşamımızdaki gibi, karmaşık, çelişkili, değişken ve kararsız olmalıdır. Tam bir insani mükemmelliğe yönelmek için, insandaki melek ve şeytan yön, cismi ve kösnül, entelektüel ve törel yaşam, dönüşümlü olarak işlemelidir. Sırasıyla Aziz Vincent de Paul, Kant ve Casanova olmak gerekir. Montherlant’ın dramatik evreninde dinsel, Hıristiyan bir anlayış vardır. Oyunlarını ikiye ayırmak olanaklıdır. Profan esinli oyunlar: Pasiphaé, La Reine morte, Fils de personne, Demain il fera jour, Malatesta, SAYFA 10 ? 12 NİSAN Celles qu’on prend dans ses bras. Hıristiyan (Katolik) esinli oyunlar: Le Maitre de Santiago, PortRoyal ve La ville dont le prince est un enfant. Özellikle Le Maitre de Santiago’daki Don Alvaro Hıristiyanlık erdemlerini yansıtır. Henri René Lenormand’a göre, Fransa’da Montherlant dışında hiçbir yazar, insan tinini, basit izleklerden yola çıkarak, kesin bir biçimde, bu denli incelikle açıklayamamıştır. Aldous Huxley’e göre ise, Fransa’nın iki dramatürjü vardır: Biri Claudel diğeri ise Montherlant’tır. Montherlant’ın tiyatrosu bir yandan yoğunluğu diğer yandan da sadeliğiyle dikkat çeker. İnsan tininin derin gizlerini araştırmayı arzulayan Montherlant, eylemin sade olmasından yanadır. Bu sadeliği, Yunan trajedisinde, Racine’de ve Japon nô’larında bulur (1). Oyunlarındaki dramatik yoğunluk çok güçlüdür, kompozisyonda yapmacıklık yoktur. Dış devinim çok azdır. Bireysel psikolojiler belirmeye başladıkça, eylem yoğun bir şekilde gelişir. Fils de personne, Racine dokunaklılığına ulaşır. Model olarak sunduğu oyunun yalnızca iç eylemden oluşmasından mutluluk duyar. Carnets’lerinde (Defterler’inde, e.n.), “insanların kusurlarını çok iyi biliyorum, çünkü onları kendimde inceledim” der. Montherlant’ta dramatik yaratının iki anı vardır. Bunlar heyecanla yaratı ve sanatla yaratıdır. Birincisi malzemeyi sağlar, ikincisi ise yargılar, seçer ve düzenler. İnsanlar iyi yazılmış bir oyunu soğuk bulurlar, onlara çok sayıda “üç nokta” gerekir. Modern dramatürjinin monolog, aparte ve tiradları kısıtlamasına karşı çıkar. Oysa klasik tiyatro monolog, aparte ve tiradlarla doludur. Modern yazının kısa aralıklarla aynı sözcüğün yinelenişine kısıtlama getirmesini de anlamakta güçlük çeker. Dilin sonsuz olanaklarını ustaca kullanan Montherlant, tumturaklı lirizmde de, dolaysız ve sade diyaloglardaki kadar rahattır. Montherlant tiyatrosu dendiğinde akla gelen ilk yapıt La Reine Morte/Ölü Kraliçe adlı oyundur. sahnelemek için çevirmesini ister. Lope de Vega’nın Aimer sans savoir qui ve Velez de Guevara’nın Régner après sa mort (Reinar despuès de morir) adlı oyunlarını çevirmesini önerir. Montherlant başlangıçta, oyunlardan birini çevirmek yerine uyarlamayı düşünür. Reinar’ı okuduktan sonra şunları yazar: “Reinar mı, hayır, içindeki her şeyikarakterleri, diyaloglarıdeğiştirerek uyarlayabileceğim bir oyun.” Elindeki derlemede ilginç bir şey bulamaz. Daha sonra, oyundaki kişiler ve durumlardan her birinin içsel yaşamıyla bir bağ kurabileceğini ve onu besleyebileceğini fark eder. Oyundaki anekdota, uzamlara, bazı adlara ve başkişilere bağlı kalarak diyalogları yeniden yazar. Karakterleri geliştirir, bireyselleştirir ve zenginleştirir. İdeolojilerin karanlık gücünden sakınarak, kişilerine yalnızca kendi içinde her zaman çağlayan gizemli ezgiyi söyletir. Bir anlamda, Guevara’dan aldığı bedene tin daha doğrusu tinler ekler. Böylece Montherlant, kendisine mesleği öğreten kişisel “konçertosunu” yani,”politika, din, kadın, aşk, tutku, zayıflık, acı ve aşağılanma” izlekleri üzerinde yoğunlaşan, La Reine Morte’u yazar. Olay Portekiz’de geçer. İhtiyar kral Don Ferrante, ölmeden önce krallığın işlerini yoluna koyma arzusuyla, oğlu don Pedro’yu Navarre kralının ikinci kızı Dona Bianca ile evlendirmek ister. Ancak Pedro bu evliliğe karşı çıkar. Çünkü Pedro, Inès de Castro’yu sevmektedir ve onunla gizlice evlenir. Kral bu evliliği iptal ettirmek için elinden geleni yapsa da, papa kralın isteğini reddeder. Kral, Inès de Castro’nun Pedro’dan bir bebek beklediğini öğrenir, bunun üzerine onu idam ettirir. Yaptığı işten pişmanlık duysa da, bunu çevresine güçsüz olmadığını kanıtlamak için yapar. Oyun boyunca kral Ferrante, zayıfuzlaşmaz, sevecenkibirli ya da sinsiiçten’dir. Krallık soyunu korumak için Inès de Castro’yu acımasızca öldürtür. Ardından da neden öldürttüğünü sorgular. Sonunda, Inès’i öldürmek için hiçbir neden olmadığını itiraf eder. MONTHERLANT’IN KİŞİSEL “Oyun gücün ve zayıflığın, büyüklüğün KONÇERTOSU ve yeteneksizliğin, ihtiyarlığın ve çocukluğun, tutarlılığın ve tutarsızlığın trajedisi1941 yılında, La ComédieFrançaise’in dir.” Konusu Inès de Castro efsanesinden yöneticisi JeanLouis Vaudoyer Montheralınmıştır. Ines, Portekiz kralının ikinci lant’a eski İspanyol oyunlarından oluşan oğlunun gizli eşidir. 1355 yılında kralın bir derleme verir ve oyunlardan birini emriyle öldürülür. Eşi Pedro tahta çıktığında intikam alacaktır. Montherlant bu dramı tarihsel gerçekler ve psikolojik simgelerden yola çıkarak kurgular. Ölümün gölgesi oyunun her anında duyumsanır. Kişiler korku içindedir. Ferrante ölümü bekler, ölümden korkar; Ines ölüm tehdidi altında yaşar; Pedro hapistedir; savaşlar, iç savaş ve açlık, tüm bunlar dramın atmosferini oluşturur. MontSanatçılar tarafından da resmedilen oyunun konusu Inès de Castro efsanesinden alınmıştır. herlant, oyun boyunca farklı benlerini, endişelerini, genel düşünce ve kaygılarını dile getirir. Gerçekte tüm bunlar, dönemin Avrupa’sını betimler. Karşıtlıklar ve tutarsızlıklarla yoğrulmuş kişiler, kendi kendilerine ne olduklarını sorarlar. Dünyanın hiçbir anlamı yoktur. İnsanlar iletişim kuramazlar. Birbirlerini takip eder, ancak yakalayamazlar. Zayıftırlar, yalnızlığa ve “yüce boşluğa” özlem duyarlar. Bu “nada” izleğidir. Montherlant bu bağlamda İranlı şair Firdevsi’den etkilenir. Kişilerden her biri, Montherlant’ın benlerinden birinin sözcüsüdür. Karakterlerdeki karşıtlığın, tutarsızlığın ve davranışın gerçek yaşamdaki gibi olması gerektiğini savunur. Ancak karşıtlık ve karmaşıklık birbirine karıştırılmamalıdır. Don Ferrante, oğlu üzerinde tam bir otoriteye sahiptir. Gücü simgeler, çünkü Ines de Castro’nun yaşamasına ya da ölmesine karar verecek gücü elinde tutar. Kaprisli ve şımarık bir çocuk gibi, sadizmi tatmaya başlar, Ines de Castro’ya ıstırap çektirmekten zevk alır. Bu noktada kıyım izleği yoğunlaşır. Ines de Castro’nun oğluyla evli olduğunu bildiği halde, Pedro ve Dona Bianca’nın evliliğinden söz eder. Yaşama nedenini kaybetmiştir. Tacından, tahtından ve tebasından bıktığını açıkça itiraf eder. Ines de Castro’nun oğluna olan sevgisini küçümser. Sevgiye inanmaz. Onun gözünde sevgi bir alışkanlık ve yerine getirilmesi gereken bir görevdir. Yalnızca politik başarısını düşünür. Ines de Castro’yla yaptığı konuşmalarda, psikolojik ve politik hatta içgüdüsel bağlamda yaşadığı kararsızlık ve çelişki her an duyumsanır: “Ne? Öldürmek mi? …Aşka, ölümle mukabele etmek! Bu pek büyük adaletsizlik olur. Suçu olmayan birisini öldürmek, korkunç bir zulüm olmaz mı? …Ines’i öldürmeyeceğim… Ben iyi bir adam değilim… Herkes gibiyim… Çok kere içimden bir yılanın dehşet verici başını kaldırdığını duyarım” gibi sözler bu kararsızlığı ve çelişkileri açıklayan güzel örneklerdir. Dona Bianca kralın bu yönünü açıkça vurgular. “…Fakat o da nihayet bütün insanlar gibi zayıf karakterli, değişen, ne istediğini kestiremeyen bir mahluktur.” Don Ferrante oğlunu sevmez. Oğlu bir düşmandan daha tehlikelidir; ondan utanır; dünyaya gelmesine neden olduğu için kahreder; acı çeker. Ines de Castro’ya karşı acımasız olmasının kökeninde yatan bir neden de budur. Oğlunu, daha doğrusu mutluluğunu kıskanır. Baba oğul ilişkisi ve zayıf kralın güçlüyü oynaması, soyluluk tarihinde rastlanmadık bir durum değildir. Pedro da babasına yabancıdır. Krala göre yirmi altı yaşındaki oğlunun yaşamının ilk on üç yılı babasına yabancı olarak, ikinci on üç yılı da düşman olarak geçmiştir. Pedro babasından korkar. Ines’le evli olduğunu söyleyemez, bu görevi Ines üstlenir: “InesFerrante diyalogu, karşılıklı konuşmadan çok, hem bir savaşım hem de ölüm tehdidi altındaki iki kişi arasında bir hız yarışıdır. Birbirlerini güç bela dinlerler. Çünkü kendilerini çeken yazgıyı işitirler. Her biri, kendi alanında kendi yaşam hakkı için savaşım verir.” Don Ferrante’ın kurbanı, sonunda celladı olur. Sonuç olarak, Montherlant, kendisini, Shakespeare, Racine, Schiller, Hugo ve Claudel gibi dehaların arasına yerleştiren yapıtlar yazmıştır. Oyunları ilk bakışta, döneminin güncel olaylarından uzak gibi görünse de, temelde dönemin önemli olaylarına gönderme yaparlar. Doğaötesi bir tiyatro anlayışıyla, “dinsel içerikli oyunlarında”, şiirsel bir dille, “yalnız kalmış trajik tinin yüceliğini” işler. Kendisine özgü tonuyla, XX. yüzyılın en büyük biçem bilimcisi unvanına sahiptir. ? (1) XIII. yüzyılın sonlarında ortaya çıkan nô, Japon tiyatrosunun geleneksel biçemlerinden biridir. Bunlara lirik dramlar da denebilir. 2012 CUMHURİYET KİTAP SAYI 1156 CUMH