04 Mayıs 2024 Cumartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

İbrahim Yıldırım’dan ezber bozan bir roman daha ‘Romanda anlatılan her kişi ben!’ Bir dernek... Geliri çocukların yararına kullanılacak bir gösteriler zincirinin son halkası... Bu halkanın nevi şahsına münhasır konuşmacısı... Geçmişteki Nişantaşısı’nı anlatmak üzere sahnede... Bunun için “aşağılara iniyor, bayır aşağı yuvarlanıyor”. Başlarda hayli huzursuz... Kendisinden önceki etkinlikleri yerin dibine batırıp batırıp çıkarma konusunda gözü kara... Sokağın Nişantaşısı anlatılan, sesi hiç de öyle tiz değil, bar bar bağıran, itişen kakışan, efendisinin yanı sıra karakol müdavimi berduşlarıyla da, zengininin yanı sıra garibanının yaşam telaşesiyle de, ini ciniyle de örülü betimleri... Fonda cilalı suretine halel getirecek korkusuyla organizatör engellese de at kişnemeleri, köpek havlamaları, baykuş çığlıkları da belli belirsiz duyulabilir... İbrahim Yıldırım’la Nişantaşı Suare üzerine söyleştik. yavan geliyor anlatıcıya. Hatta bunun içindir ki “çoğu acı, can yakıcı, bir kısmı tatsız, bir kısmı zorlama da olsa neşeli... Zaten geçmiş bence, ancak böyle servis edilebilir...” demiyor mu? Yeni’yle arası hoş değil, bozulma ve özentiye karşı bir gelenekçi bu anlatıcı... Mahvedildiğini düşünse de kalabalıkların aymazlığına isyan etse de PVC balkonlarla donatılmış olsa da geçmiş görece renkli, gün yavan gelse de semti onun evladı... Rumeli Caddesi’nden bayır aşağı inerek, çocukluğunu ve gençliğini yaşadığı ve yıllar sonrasında semtin en eski sakinlerinden olduğunu ifade ettiği annesiyle birlikte sürüldüğünü söylediği Nişantaşı’nın Ekmek Fabrikası Sokağı’nın kaybolmuş geçmişine hayıflandıkça hayıflanıyor suare boyunca... Aslında uzlaşmaya da çalışıyor satır aralarında kalabalıklarla… Hani yalvaracak kalıpta bir adam değil ama köpürürken bile umuyor ki kalabalıklar duyduk duymadık demesin, duyarlılık göstersin… Velhasılı hüzünlü bir soytarı, gözyaşlarını kimsenin görmediği bir palyaço, kalender meddah... Anlatıcımız bunları ya hepsi ya hiçbiri... Yanıtı yazardan iyi kim bilecek? Sevgili Gamze, tam da söylediğin gibi anlatıcı kalender bir meddah olduğu kadar hüzünlü bir soytarı da. Her şeyi eksik yaşamış; tamamlanmamış, yarım kalmış işlerin kişisi o. Bir tür zorunlu çelebi… Dahası hem hayalleri, hem de yaşadıkları tanık oldukları sayesinde çok şey biriktirmiş biri. Belki de geçmişi değil, gençliğinde hayalini kurduğu geleceği özlüyor. Tıpkı Sıtkı Ağabey gibi. Ancak onun için her şey bitmek üzere, dolayısıyla gelecek yok! Yalnızca hesabının görülüp, defterinin kapatılması gereken bir geçmiş ve ödeşilmesi gereken “şimdi” var. Sahnede yedek konuşmacı olarak yer bulması ise onun için son fırsat. Bundan dolayı zarar hanesinin çok daha kabarık olacağını bile bile bilanço çıkartmaya çalışıyor; bir şeyleri kendisine hatırlatarak geçmişi kurcalıyor. Bunu şöyle de söyleyebiliriz: Geçmişi acısıyla tatlısıyla aslında kendi masasına servis ediyor… Söylediğin gibi onu dinleyenlerle uzlaşmaya, onları kışkırtmaya, hatta ürkütmeye bile çalışıyor: Sanırım gele ? ? Gamze AKDEMİR “Sınırlarınızı zorladığımın farkındayım. Çünkü, bazılarınız hiç anlamamış gibi bakıyor, bazılarınız ise sınavda beklediği soru gelmeyen çocuklar gibi şaşkın. Sanırım bunları sizlere anlatmak, tartışmak, abesle iştigal etmek oluyor. Bu durumda daha aşağılara inmek, sizlerin düzeyinde konuşmak en doğrusu... Lanet olsun! Bağırmayınız ve hemen özür dileyiniz! Evet değerli izleyiciler, Nişantaşı’nın bu güzide derneğinin üçüncü yılı dolayısıyla düzenlenen etkinliğin bu gecesinde ben... İyi değilsiniz, artık konuşmasanız da olur...” Romandan... ir dernek... Geliri çocukların yararına kullanılacak bir gösteriler zincirinin son halkası... Bu halkanın nevi şahsına münhasır konuşmacısı... Geçmişteki Nişantaşısı’nı anlatmak üzere sahnede... Başlarda hayli huzursuz... Seslenişleri heyecanlı... Kendisinden önceki etkinlikleri yerin dibine batırıp batırıp çıkarma konusunda gözü kara... Sanılan çehresine muhalif, sıradışı bir Nişantaşı anlatıyor “bademparmak” organizatörlere göre “hazret”, bize göre “dobra dürüst zatı muhterem”... Henüz semtin taşra seçkinlerince ele geçirilmemiş, Cumhuriyet’in öncü orta hallilerinin, yoksullarının semtten sürülmemiş zamanlarını, Nişantaşı’nın unutturulmuş yüzünü özlüyor anlatıcı… Sonra Sıtkı Ağabeyin Nişantaşısı’nı okutuyorsunuz bize anlatıcının dilinden, hani o Sağmalcılara kapatılan, bir daha hiç o aynı adam olamayan Sıtkı Ağabeyin... Velhasılı onun gibi sıradan insanların Nişantaşısı’nı, semtin “kimsenin anlatmaya tenezzül etmediği geçmiş”ini okutuyorsunuz... Bunun neresi soru diyeceksiniz haklıca… Hepsi desem... Sizden bu kadar rol çalana yanıtınızla taş çıkartınız desem… SAYFA 30 ? 12 NİSAN B Suarenin başat tiplerinden biri olan Sıtkı Ağabey’den başlayayım taşı kımıldatmaya: O bir tür sürgün ama yalnızca semtinden değil, yaşamak istediği hayattan, özlediği gelecekten de tehcir edilmiş biri… Daha doğrusu siyasi düşüncelerinden, farklı dünya görüşünden dolayı itilip kakılmış, ezilip kapatılmış bir gönül sürgünü. Bundan dolayı tepkili, biraz da öfkeli… İyice kocamış olmasına karşın yine de – kendine; düşüncesine, dünya görüşüne yeni oluşumlar, dönüşümler doğrultusunda durmadan yeni çıkış yolları arıyor. Romanı okuyacak olanlar onun bu tür zihinsel girişimlerinden birine tanık olacaklar. Bu tutuma ya da bu tür ataklara günümüzde de çok sık rastlanıyor, insanlar yaşama tutunmak, hatta kendilerini korumak savunmak için güncel uyarılar doğrultusunda durmadan dönüşüp duruyor. Sıtkı ağabeyin tahavvülü ise pek de radikal değil, daha doğrusu ekseni pek kaymıyor, çünkü eyyamcı değil, yalnızca dünya görüşünü günün koşullarına uyarlamaya çalışıyor. Dolayısıyla 2002 yılı biterken gerçekleştirilen gece gösterisi boyunca onun Tanzimatçılara kızan Osmanlıcı Komünist haline tanık olunuyor. Evet Sıtkı Ağabey ve kimsenin bırakın anlatmayı, hatırlamaya bile tenezzül etmediği diğer insanların öyküleriyle ilerliyor metin. Bu da onu farklı, hatta ayrıksı kılmış olabilir… Çağdaş meddah diye tanımlanabilecek anlatıcısı ise gönül kırgını, biraz da hezeyanlar içinde. Çünkü, pek de başarılı olamamış bir meslek hayatının son anlarını yaşıyor, ilgisizliğin, anlaşılmamış olmanın hüznü ve öfkesi ile anlatıyor öykülerini. Kayıplara karışmış Nişantaşı kadar, yitirdiği gençliğini de özlüyor. Belki de daha çok gençliğini özlüyor… Anlatıcıyı izleyenlere gelince. Onların ilgisizliği, yanlış anlamaları, hatta bilgisizliği ara sıra dengesi kaçan öfkelere neden oluyor ve anlatıcının yalnızlığı (hadi kültürel yalnızlık diyeyim) suareyi gece boyu tek tek terk edenler sayesinde daha da büyüyor. Bu ıssızlığa karşın, hesaplaşma kesintisiz sürüyor… “ANLATICI HEM KALENDER BİR MEDDAH HEM HÜZÜNLÜ BİR SOYTARI” Geçmiş görece renkli gün yavan mı ? cek ma cak sey anlayışl konuşm deni de madem çıkmay yim: G dan ola alümin şimizi s market çarşılar gelişme den hız müze s yüzyıl ö geçmiş teline d tılan he duğum ru olac adım y Tar tapta… gidiyor ça çeki lara… ile yakı bu ve b man ku ha bir d tozu isi bilmed Kuşkus romand “ME SİMG Mal Ferman dülmec alıyor. batılıla lendiriy nun mi o tarihs bu tür nunda parmağ zük ma altında miş… Y dan, ke ler kull romanı ona adı atmadı ra akta hayıflan zınsal y sından Çünkü semti a kere da bir şaşk denilen bir ker mi bir şuydu: devinen ma mo gıç nok biliyorl bu. Fak yani Ni geçenle semtler modern taş, bat konuşa şahın k verdiği dernleş var: Uz ile bite düşmez 2012 CUMHURİYET KİTAP SAYI 1156 CUMH
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle