23 Aralık 2024 Pazartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

O G eçen yılın yayımlanan kitap sayısındaki artış, bu yıl da hız kesmeden devam ediyor. Son zamanlarda yayımlanan altı kitap oluşturuyor aşağıdaki yazının konusunu. Dîvânı İlâhîyât Türkçe şiirin kurucu şairi Yunus Emre üzerine çalışmaları ile tanınan Dr. Mustafa Tatçı büyük şairin bilinen iki eserinden oluşan Dîvânı İlâhîyât’la (Şubat 2012, Kapı Yay.) okur karşısında. 1177 sayfalık bu çalışmada Yunus Emre’nin hayatı, eserleri, Türkçesi, edebiyatımızdaki yeri üzerine yazılardan sonra Dîvânı İlâhîyât’ın ve Risaletü’n Nushiyye’nin tam metinleri, şiir tarihimizde yer alan ve Yunus Emre ile karıştırılan birçok Yunus’tan en önemlisi Âşık Yunus’un hayat öyküsü, eserleri hakkında bir sunuş yazısı ve şiirlerinden örnekler yer alıyor. Dîvânı İlâhîyât’taki şiirler, yirmiye yakın yazma nüsha ve mecmuanın karşılaştırılması sonucunda ortaya çıkmış. Çalışmanın bence en önemli özelliği XIII. Yüzyılın ortalarından XIV. Yüzyılın ilk çeyreğine kadar yaşamış olan Yunus Emre’nin şiirlerinin özgün yazımlarıyla yer alması. Yani günümüz Türkçesine bir uyarlama yapılmamış. Böylelikle Yunus Emre’nin şiirinin Türkçenin gelişimi açısından da ne denli önemli olduğu daha net ortaya çıkıyor. Biraz değişik gelse de günümüz Türkçesine çok yakın bir söyleyişi olduğunu görüyoruz. Yedi yüzyıl boyunca zaman ve dilin değişimine dayanabilmek için çok büyük ve güçlü bir şiir yazmak gerektiği de bir kez daha anlaşılıyor. Yunus Emre’yi tam olarak tanımak isteyenler için bir başvuru kaynağı. Kurmacanın Retoriği Amerikalı edebiyat eleştirmeni Wayne Booth’un başeseri Kurmacanın Retoriği (Şubat 2012, çev. Bülent O. Doğan, Metis) “edebiyat eleştirisi alanında devrim yaratan ve kısa zamanda klasikleşen” bir çalışma olarak tanıtılıyor. Önsözden anladığıma göre Wayne Booth, bir anlatının gücünü ve etkisini nelere borçlu olduğunu ele alıyor. “Bir hikâye ya da romanı “iyi” kılan genel kural ve niteliklerden bahsedilebilir mi” sorusuna cevap arıyor. Eleştirmenlerin iyiyi ararken koyduğu “Hakiki roman gerçekçi olmalıdır”, “Tüm yazarlar nesnel olmalıdır”, “Hakiki sanat SAYFA 12 ? 12 NİSAN kuduğum Kitaplar METİN CELÂL ? Okunacak kitaplar izlerkitleyi umursamaz” gibi kıstasları tartışmaya açıyor. Booth genellemelerin roman ve hikâyeyi kısıtlayacağı ve kısırlaştıracağı görüşünde. Booth, Kurmacanın Retoriği’nde anlatıda muğlaklık, ironi, mesafe gibi konulara ve edebiyatahlak ilişkisi gibi meselelere de yer veriyor. Homeros’tan Boccaccio ve Shakespeare’e, Laurence Sterne’den Jane Austen ve Henry James’e, Proust’tan Joyce ve Beckett’a pek çok yazarın eserlerinden örneklerle sunarak tartışmayı somut örnekler üzerinden geliştiriyor. Beni Bu Güzel Havalar Mahvetti Beni Bu Güzel Havalar Mahvetti‘de (Şubat 2012, Yapı Kredi yay.) Orhan Veli’nin kendi sesinden şiirleri bir kitap ve CD’de sunuluyor. Orhan Veli, 1914’de doğmuş 1950’de ölmüş. Kısacık ömürde unutulmaz şiirler yazmış. Çağdaş Türk şiiri’nin klasiklerinden olmuş. Günümüzde de en çok sevilen, en çok okunan şairlerden. Orhan Veli’nin ses kayıtlarının olduğunu daha önce bilmiyorduk. Beni Bu Güzel Havalar Mahvetti‘de Orhan Veli’nin çok eski bir kayıt yöntemi olan “tel”e okuma ile kaydedilen kendi sesinden şiirleri yer alıyor. Bu kayıtlarda Orhan Veli’nin kendi sesinden bir de Karagöz oyunu bulunuyor. Orhan Veli, 22 şiirini seslendirmiş. Bazı şiirleri hakkında kısa yorumlar da yapmış. Bu kayıtları gün yüzüne çıkartan Orhan Veli’nin kızkardeşi Füruzan Yolyapan, şiirlerin bir evde, bir yılbaşı eğlencesi sırasında kaydedildiğini tahmin ettiğini ama bu konuda pek bilgisi olmadığını, kayıtların da kendisine küçük ağabeyi Adnan Veli ölünce onun ahbabı Orhan Boran’dan geldiğini söylemiş kitabı yayına hazırlayan Raşit Çavaş’a. Beni Bu Güzel Havalar Mahvetti‘de 1938’le 1950 arasında yayımlanmış şiirler yer alıyor. Buradan yola çıkarak kaydın 1950’de yapıldığını düşünebiliriz. Şairin sesinden şiirini dinlemenin eserlerini anlamakta ayrı bir önemi olduğunu düşünüyorum. Çok önemli bir belge, arşivlik bir yayın. Şiirin Rayları Şair Abdülkadir Budak, 2007 Eylülü’nden beri sadece kendi olanaklarıyla ve büyük bir özveriyle her ay aksatmadan Sincan İstasyonu dergisini yayımlıyor. Yazıları, şiirleri seçmekle, editörlük yapmakla kalmıyor, diziyor, bastırıyor, dağıtıyor. Sincan İstasyonu şiirin çokça ağır bastığı bir edebiyat dergisi. Derginin 2012 her sayısının kapağında da imzasız başyazılar yer alıyor. Bu başyazılarda şiirin temel sorunlarına olduğu kadar güncel tartışmalara da değiniliyor. İmzasız yazılara karşı hep soru işareti vardır kafamda. Çünkü yazarı belirsizdir, cevap vermek isteseniz muhatabınız yoktur. Kuşkusuz, dergiyi Abdülkadir Budak yayımladığına göre bu başyazılar da onun kaleminden çıkmıştır diye düşünüyordum ama sonuçta imzasız olmaları ile yazılar sahipsiz kalıyordu. Abdilkadir Budak, Şiirin Rayları’nda (Şubat 2012, Yazılı Kağıt Yay.) bu başyazıları bir araya getirmiş ve imzasını koyarak sahiplenmiş. Budak, şiirin toplum içinde etkinliğini yitirmesi, şiir eleştirisinin reklam mantığına indirgenmesi, genç şairlerin şiir üzerine düşünmesi, yazması gerekliliği, şairin aydın olma zorunluluğu, şairin şiirle bağı, küreselleşmeye karşı şiirin durumu gibi birçok önemli sorunu kısa yazılarda tartışmaya açıyor kendi poetik ve politik bakış açısıyla yargılar getiriyor. Harita ve Topraklar Michel Houellebecq 2010’da Goncourt Ödülü kazanan romanı Harita ve Topraklar’da (Mart 2012, çev. Orçun Türkay, Can yay.) başkahramanı Jed Martin’in çok ünlü ve zengin bir çağdaş sanatçı olmasını anlatırken romanın kahramanları arasına kendini de katıyor. Jed Martin’in ünlü iş sahiplerinin portrelerinden oluşan resim sergisinde yer alan tablolardan biri de Houellebecq’in. Houellebecq, Martin’in sergi kataloğuna bir yazı yazmayı da kabul ediyor. Martin de bu yazıya karşılık Houellebecq’e portresini armağan ediyor. Zamanla 750 bin avroluk bir değere ulaşan bu armağan tablo görülmemiş derecede hunhar ve kanlı bir cinayete kurban giden Houellebecq’in katilinin bulunmasının da anahtarı oluyor. Michel Houellebecq’in “hem tam anlamıyla klasik hem de alabildiğine çağdaş” olarak tanımlanan romanı, bir yaşamöyküsü ve bir cinayet çevresinde günümüz insanının yalnızlığına, aile ilişkilerine, çağdaş sanatın inanılmaz yükselişine ve para ile yakın ilişkisine, mimariye ve Fransa’ya dair farklı bir roman. Daha Vakit Var Yusuf Çopur, ilk romanı Daha Vakit Var’da (Mart 2012, Kırmızı Kedi yay.) yoksul bir çocuğun “annesinin sevgisi ve desteğiyle, umudunu ve iyimserliğini yitirmeden kendisine bir gelecek kurma çabasını içtenlikle anlatıyor.” Kitabın arka kapağında yer alan kısa ve öz çözümlemesinde Selim İleri, “Yusuf Çopur, Daha Vakit Var’da yaşamdan esinleniyor, dış gerçeğin ardı sıra yol almıyor ama. Onu ilgilendiren “iç”te yaşananlar. Bir ana oğul ekseninde, sessiz, içekapanık, dilsiz dünyalar inceden inceye çözümleniyor. Gönülden bir anlatımla...” diyor. Uzun bir öykü de diyebileceğimiz Daha Vakit Var’ın kahramanı Kenan, ilkokuldan sonra öğrenimini sürdürebilmek için hayattaki tek varlığı annesinden ayrılmıştır. Annesinden uzak şehirde dini eğitim de veren bir yurtta parasız kalarak öğrenimini sürdürür. Kendi ile benzer ekonomik durumdaki arkadaşları ile dayanışma kurarak yurttaki baskıcı ortama dayanmayı başarır ve sonunda öğretmen olur. Anlatı Kenan’ın ölüm döşeğindeki annesinin başucunda düşündükleri ve hatırladıkları ile gelişiyor. Yoğun bakımdaki annenin hissettikleri de satırlara yansıyor. Günümüz edebiyatında pek işlenmeyen anaoğul sevgisini, ilişkisini duyarlı bir bakışla işlemiş Yusuf Çopur. ? CUMHURİYET KİTAP SAYI 1156 CUMH
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle