04 Mayıs 2024 Cumartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

K inema salonlarında elbette film gösteriliyor… Ama izlediğimiz filmlerin her birinin kimbilir nice kitaba yaslandığını, onların gücünden yararlanarak kendisine evrenler kurduğunu kaçımız düşünüyor? Sinemaya uyarlanan öykü, roman, oyun, ütopya türündeki kitapları kastetmiyorum, senaryoları falan da söylemiyorum… Demek istediğim doğrudan sinema sanatı üzerine verimlenmiş çalışmalar; kavramsal, düşünsel, teknik açılımların, tartışmaların yer aldığı, monografilerle sinema tarihine, dönemlere, okullara yoğunlaşan, film okumaya, eleştiriye yönlenen, sinemaya değgin nice ayrıntıya eğilen kitaplar… İnsanoğlu, düşüncelerini filmlerle değil de yazıyla çatıp somutluyor hâlâ… Sinemaya değgin ne varsa tümü de sözcüklerle, terimlerle, kavramlarla sayfalara yerleşip öyle geliyor önümüze… Ne ki sinema sanatına değgin kitap okunduğunda kolayca film yapılabileceği hamhalatlığına düşmemek gerekiyor buradan. Evet, kitap okumadan hiç kimse film yapamaz belki, ama sinema kitabı okumak da film yapabilmek için kendi başına dayanak oluşturmaz hiçbir zaman! Hoş okuduğumuz kitaplar bizi sinemacı yapmayabilir, ama biz bunların aracılığıyla, salonlardan olduğu kadar sinema sanatından da içeri girerek izlediğimiz filmlerin gizlerine dalabiliriz pekâlâ… Aynı durum roman, öykü, resim, müzik sanatı için de geçerli değil mi? Sanatın her bir verimini alımlarken bunları alanlarındaki farklı türde yayınlarla desteklemenin bize sağlayacağı katkı göz ardı edilebilir mi hiç? Evet, sinemacı olmamız gerekmiyor ille, önemli değil, ama bu dili tanımak, bu dilde üretilen yapıtların bilincine varmak, tadını ruhumuza sindirmek de az kazanım olmasa gerek… 31.Uluslararası İstanbul Film Festivali kapanıyor birkaç gün sonra, ama kitaplar üzerine gezintimizi sürdüreceğiz biz yine… Geçen hafta sinema sanatından girerek film yapımı, bunun için üretilecek senaryo, filmin okyanusa dalarcasına kendisini işleyim ilişkileri içine atışını konu almıştık. Bu hafta Ayşen Oluk’tan Klasik Anlatı Sineması (Hayal/et, 2008), Ertekin Akpınar’dan 10 Yönetmen ve Türk Sineması/ Tür, Anlayış, Farklılık (Hayal/et, İkinci Basım, 2009), Zahit Atam’dan Yakın Plan Türkiye Sineması/ Dört Kurucu Yönetmen (Cadde, 2011) adlı yapıtlarla birlikte olacağız… “KLASİK ANLATI SİNEMASI”... Ayşen Oluk, bütünü kurarken bunun alt katmanlarını zamansal, uzamsal bağlamda eksiksiz temellendirerek kavrayıcı bir yaklaşımla her parçanın yerli yerine oturmasını sağlıyor. Yapıt üç bölümden oluşuyor. Birinci bölümde, konuya değgin temel kavramlara SAYFA 46 ? 12 NİSAN itaplar Adası M. SADIK ASLANKARA [email protected] [email protected] Sinema; kitap makaraları... S yer açan yazar, ikinci bölümde “dramatik yapı” ile bunun alt katmanlarına geçiyor; “sinemada klasik anlatım”a özgülediği üçüncü bölümde ise ele aldığı konuyu toparlamak üzere bu kez konunun ayrıntılarına iniyor. “Anlatı kavramı ve onun alt türü olan öykü” arasındaki farklara değinen Oluk, sinemada anlatının yaslanacağı “öykü” için şu açılımı getiriyor: “…Hareketi sağlayan unsur ‘çatışma’dır.” “Çözülecek bir sorunun olmadığı, her şeyin sütliman olduğu bir yerde öykü de yoktur.” (13, 20) Bu çatışma, sürece yayılacak, ayrıca bir sonuca doğru yol alacaktır. Ayşen Oluk, yazın sanatlarıyla anlatılardan olduğu kadar yazınsal eleştiriden, bu alanlarda verimlenen yapıtlardan da yararlanıyor çalışmasında. Bu nedenle yazın çevrelerinin de ilgi duyabileceği, örneğin yazarların, anlatılarında bir de sinema çatkısı üzerinden sağlama yapabileceği bir yapıt bu. Kaldı ki yazın çevreleri de, kendilerine komşu bu tür yayınlardan haberli olmak zorunda değil mi? Sanatçılar, alanları dışında kalan öteki türlerden, buna dönük verimlerden bir de bu açıdan yararlanmanın kendilerine sağlayabileceği katkıyı nasıl göz ardı eder? Bu çerçevede Ayşen Oluk’un sinemada “klasik anlatı”yı incelediği yapıtından, salt konuya ilgi duyanlar değil hemen herkes yararlanabilir kanımca. SİNEMAMIZIN YÖNETMENLERİ... Ertekin Akpınar, 10 Yönetmen ve Türk Sineması’nın ilk basımı için kaleme aldığı “Önsöz”de şöyle diyor: “Bu kitap, bir görüşmeler bütününden oluşuyor. Hatta buna, bir tür sözlü tarih çalışması bile denebilir.” Ardından ekliyor yazar: “Ama bu çalışmanın ekseninde göz ardı edilmemesi gereken en önemli olgu; dönemler, karakterler ve figürlerin, Türkiye’nin toplumsal hayatıyla gösterdiği paralelliklerdir. Satır aralarında okunmasını –ya da görünmesini istediğim en önemli ayrıntılardan birisi odur.” Akpınar, “Agâh Özgüç’ün rakamlarıyla konuşmak gerekirse, bugüne kadar Türk sinemasına hizmet etmiş 344 yönetmen vardır”; “Neden on kişi seçtim? Neden bu yaklaşımın içersinde başka yönetmenle konuşmadım? vb. bu sorular çoğaltılabilir” diyerek tutumuna yönelik açılım getiriyor. Bu on yönetmen kimlerden oluşuyor: Ömer Kavur, Memduh Ün, Yavuz Özkan, Halit Refiğ, Erden Kıral, Ali Özgentürk, Ziya Öztan, Atıf Yılmaz, Yeşim Ustaoğlu, Tunç Başaran… İkinci basım için kaleme aldığı “Önsöz”ünde, “Sinemasal anlamdaki ‘kavram’ ve filmleriyle Türk ve dünya sinemasının auteur yönetmenlerinden Ömer Kavur artık yoktu” diyerek ona ayrı bir yer açıyor yazar. Akpınar’ın on yönetmeni de yetebilir tek başına Türk sinemasına giriş yapabilmek için… Çünkü bu yönetmenlerden kalkarak ötekilere uzanabilmek görece kolay olacaktır. Ertekin Akpınar’ın kitabı, kendisinin de belirlediği gibi bir “sözlü tarih” çalışmasından kesitler getiriyor aslında. Bu doğrultuda BÜ Mithat Alam Film Merkezi’nin yönetmenlerle, sinema emekçilerimizle nicedir sürdürdüğü belgelemenin bir örneği gözüyle bakılabilir kitaba. Ancak anılan bu on yönetmenin, yapılan söyleşilerde dile getirdikleri düşüncelerin bir bütüne dönüşerek sinema sanatının da geniş biçimde kapısını araladığı bir gerçek… Sözlü tarih belgelemesini aşıp yeni bir yapı kurmak amacıyla, bu gereçlere dayanarak ama analitik bakışla verileri parçadan bütüne, bütünden parçaya çatıp yeniden ayağa kaldırabilmek gerekiyor. İşte Zahit Bunu şunun için söylüyorum; gözünüzü korkutmasın kitap, nece oylumluysa onca da kolay çünkü okumak… Zahit Atam’ın ironik teşekkürü de zaten içeriden bir ışık düşürüyor çalışmasına: “Yaklaşık bir yılda yazılmasına karşın, aslında bu kitap son on yılımın ürünü…” (ix) Zahit Atam, sinema sanatına geniş bir açıdan bakıp olup bitenlere dizgesel temelde yaklaşırken kıvrak, cinliklerle örülü bu upuzun anlatısında sinemayla yetinmiyor salt. Toplumsal yapıdan girip, bunun sınıfsal, ekonomik vb. açılara dayalı çözümlenişine, hatta öteki sanatlara geçerek farklı genişlikte söylem derlemelerine uzanıyor. Yazar, sinemamızda kurumlaştırmaya giriştiği Yeni Sinema hareketi bağlamında eleştiriyi de sıygaya çekiyor enikonu. Nitekim şu yaklaşımı, bu yönde bir ipucu oluşturuyor: “Ömer (Kavur) haklıydı, ‘Türkiye’de eleştiri kurumu sinemasal yaratıcılığın gerisinde kalmıştır’ derken. Açık bir şekilde filmlerin yaratıcılık düzeyi, estetik ve entelektüel olarak insanın kavranışı, temsil edilişi eleştirimizin insanı ve filmleri kavrama yetisinin çok üzerindedir.” “Türkiye’de yaratıcılık ile eleştiri arasında niçin bu kadar eşitsizlik var, yanıt hemen kendiliğinden geliyor, çünkü eleştirmenlik tümüyle piyasaya bağlandı.” (lxiv) Bunu belki de toplumca yansıttığımız bir yapıbozumu ile açıklamak olası. Şu sözleri de yine Atam’dan alıntılıyorum: “…[F]ilmleri seyreden insanlar için, film bir sanat eseri olmaktan daha başka bir şeydir. Zaten bunun en doğal sonucu, filmler üzerine diğer sanat dallarından çok daha fazla insanın söyleyeceği sözü olmasıdır. (…) …[H]ayatla çok daha iç içedir filmler, kitle ölçeği de aynı şekilde çok daha büyüktür. …[S]inema genel olarak sanat olarak kabul edilse bile, aslında filmlerde taşıyıcı olan kitle ölçeği düşünüldüğünde yönetmenden çok daha fazla oyuncuların ve belirsiz bir özne olarak yazarın, hikâyenin, metnin etkisi görülür. (…) Ama buna karşın, herkesin kendine özgü bir fikri vardır…” (lii) Okumadığımız, üzerinde sözcüklere, terimlere, kavramlara dayalı düşünce üretmediğimiz, bunları dizgeli biçimde bir araya getirip bütünselliğe kavuşturmadığımız halde hemen her yerde üfürmeyi sürdürüyoruz. Tam bize özgü bir Doğululuk örneği; Uğur Mumcu’nun atasözüne dönüşen, “Bilgi sahibi olmadan fikir sahibi olmak” bu olsa gerek… Evet, ayırdındayım, film başlayacak, ama çıkınca salondan, sinemaya ilişkin verimlenmiş yayınlara hiç değilse göz atmak için kitapçı sergenleri arasında gezinmeyi savsaklamayın sakın, olmaz mı? İki hafta sonra yazınımızdan sinemaya uyarladığı filmlerle, ayrıca kaleme aldığı yazılarla gerek bir yazar sinemacı gerekse auteur sinemacı olarak konuyu Erden Kıral’a getirip tek bir yönetmene dönük sanatsal kazıya da girişelim birlikte. Onun yazınsal açıdan da değer taşıdığı kanısına vardığım Aynadan Yansıyan Hatıralar/ Benim Güzel Günlüğüm (Agora, 2012) adlı kitabı eşliğinde… ? Atam, Yakın Plan Türkiye Sineması/ Dört Kurucu Yönetmen başlıklı geniş oylumlu, yoğun emekli çalışmasında bir açıdan bunu gerçekleştirmeye girişiyor. SİNEMAMIZ YENİDEN YAPILANIRKEN... Yazar Atam, sinemamızın yapılanmasını söz konusu “dört kurucu yönetmen” aracılığıyla ele alarak değerlendiriyor. Kim bu dört yönetmen: Nuri Bilge Ceylan, Zeki Demirkubuz, Derviş Zaimağaoğlu, Yeşim Ustaoğlu. “Geniş oylumlu” diyorum ya Atam’ın kitabı gerçekten büyük boy 700 sayfalık tek bir cilt. Ne ki ilk sayfalarından karıştırmaya koyulduğunuzda sizi çabucak içine alıveren bir yapıt bu. Yazarın kitaba döktüğü emeği de görebiliyorsunuz ayrıca. Gerek planıyla bunu işleme biçimi, gerekse ayrıntıdan genele bütünleyici, çözümleyici yaklaşımı, başvurduğu kaynakçasıyla işini özenle yapan insanların tutumunu sergiliyor yazar. 2012 CUMHURİYET KİTAP SAYI 1156
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle