07 Mayıs 2024 Salı English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Cüneyt Ayral’dan “Mürekkep Kâat ve Sen” Şiirin yeraltı işçisi “Mürekkep Kâat ve Sen”, yalnızca şiirlerin değil, bir ömrün de toplamıdır. Bir ömrün tüm dönemlerine, katmanlarına sızmış, sığmış, ağmış sevdaların da toplamıdır buradaki şiirler. “Şiir Zamanı” her zamandır o halde; belli bir saati, günü ve ayı yoktur ve yürekten kopan çığlıkların hayatla buluşturulmasıdır şiir. Gültekin Emre, Cüneyt Ayral’ın şiirine değiniyor. Ë Gültekin EMRE O, “Sözcüklerin karaltısında sevdaları”nı büyütendir. O, “Şiirin karanlığında/ Sevdaya su bulup” damıtandır. ünlük yaşamın tüm ince ayrıntıları güle oynaya teşrif ederler Cüneyt Ayral’ın dizelerine, şiirlerine: “Erken Ağustos böcekleri” faaliyete başlarken “Hallaççı da geçer birazdan... / Ardından simitçi, eskici falan...” da. Gün bin bir sevdaya açar gözünü. Şairin gözü ise sevdiğindedir: Çünkü “Şimdi / Mürekkep, kâat ve sen” varsın diye düşünür, “yani, / Şiir zamanı!”dır. Öyleyse sevgiliye gidilecektir dizelerle, imgelerle; onunla iç içe geçmeye. Umutsuzluğun uzaması da şiir olur ama gecenin içinden çekip alır dizeleri G ni, Cüneyt Ayral; sıcak, samimi, yapyalın imgelerin dizelerini. “Bir demet kurumuş günebakan” vardır elinde haydi, sevgiliye gidelim diyen. “Karanlıklardan ışık” yaratmaya yani. Onda zaman sevgilidir, başka bir şey değil. Geçmişi de düşünse, bugünü de yaşasa, yarına ilişkin düşler de kursa zaman ete kemiğe bürünmüş sevgilidir ve ona gidilir hep; her şeyiyle sevgili vardır gündeminde, günlük yaşamında, düşlerinde, geleceğinde: “Kırgın dalgaların beyazında / Derinlere uzaklaşan yaprak / Ne kadar varsa dünyada / İşte o kadar var bu sevda”. Sürgünde gibi midir bu dünyada Cüneyt Ayral? Öyle karamsar değildir ama ömrünün bir bölümü ülkesinden uzakta geçmiştir ve bu da bir sürgün duygusunun yüreğinde yeşermesine neden olmuştur: “Sürgünlerin sesi yoktur, / çığlıksız yaşanır. // Sürgünde şiir söylenmez, / yazılır.” Sürgün böyledir işte yüreği kabarıp durur sevdadan, özlemden... “ ‘Ölmeyecek’ bir aşkı” yazdırır şaire durmadan. Şiirlerinde bir günlük havasının sezilmesi de bundandır belki de. “Gün sessiz ve sensizdi...” derken de aynı duygu pençesine alır şairin yüreğini: “Dün yoktun, / Şimdi özlem oldun”. Peki “Sevda hep böyle midir?” Ben bilemem bunu ama Cüneyt Ayral bilir: “Ya uzak girer arasına / Ya da hüzün kaplar...”mış insanın yüreğini sevdiğini düşününce, ondan ayrı olunca. Onun için de durmadan sevdaya çevirir şiirin yönünü: “Durup dururken mutluluğun, / Her gün büyütülen sevdanın şiirini söyleyeceğim...” diyerek yolunu çoktan belirlemiş bir şairdir, O. Sevgili, hep şiirdir, sonra mektup. Sevgili midir şiir, şiir midir sevgili ya da mektup mudur sevgili, sevgili midir mektup? Gel de işin içinden çık sevda durmadan büyürken! Günün birinde kesin bir yargıya varılır onca sevda sancısından, özlemden sonra: “Ölümle aramda / Artık sen varsın...” “Nar” gibi çoğalan ve gizemlidir sev gili de. Aslında her şey ortadayken ve çoğalıp duran duygu selinin ortasında kıpkırmızı bir hayal gibi beliren de sevgiliden başka biri değildir: “Nar gibisin sen / İkiye yarılınca çoğalıyorsun”. Buradan bir senfoni doğacaktır, ilerde. Cüneyt Ayral, İstanbul tutkunu bir şairdir sözüne sığmayacak kadar oralıdır! Çünkü bu kentte doğdu ve ömrünün büyük bölümünü orada geçirdi. Onun için her sokağında, her semtinde yaşamasa da, oraları da bilir, bir İstanbulludan daha İstanbulludur. İstiklâl Caddesi mekân tuttuğu caddelerden biridir örneğin. “Cihangir’deki o dar sokakta” “Cumba altında” öpmek ister sevdiğini. Düş bu ya, “Bit Pazarı’ndan / Yüksek Kaldırım’daki / Pirinç karyola” alacaklardır. “Pera’lı dolaplardan” da, “Konsol” ise “Rum işi” olacaktır mutlaka. “Elhamra Sokağı’nda” da oturacaklardır. İstanbul’da yaşansa da bazen bu kent bir düş kenti olmaktan öteye gitmez, gidemez. “Burgaz” bir sayfiye yeridir, sıcaktır ve hep yazdır. “siyah”, “otuzların gramafonu” çalınır evlerde. Çocukların dünyası, tramvaya asılanlardan biri de belki o dur. Azınlıkların çocuklarıyla, onların anne ve babalarıyla aynı ortamda hayatı öğrenmeler... büyük bir zenginliktir elbette. “Şimdi yerinde / yeller” esiyordur “kırmızı cumba”nın ve kimi sokakların, pastanelerin, lokantaların, evlerin, sinemaların... Ama kimi fotoğraflar nasıl silinir bellekten? “ağırdan bir halaydır / İstanbul’un sabahları”, çünkü “alır götürür İstanbul” insanı. Eski İstanbul yavaş yavaş yok olurken, yenisi alıştıra alıştıra gelir ve yerleşir. Değişen tarihte kalmıştır, yeni gelen ise günlük yaşamın bir parçası olmuştur çoktan. Oysa, İstanbul şarkılarda yok olurken, bir yandan durmadan doğuran da bir kenttir. Yine de şarkılar sahip çıkar ona, unutulmaz ve ebedi kılarlar bu dünya kentini. İstanbul, aslında bir nardır, açıldıkça yeni bir yerini keşfedersiniz. “Birinci Nar Senfonisi” yedi düzyazı şiirden oluşan bir nardır. Nar çeşitlemeleri ve zenginleşen imgeleriyle farklı bir görüntüye odaklanır şiirler burada. “NAR, karanlıktan gelen üretkenliğin, zorluklardan gelen / Birlikteliğin sembolüdür.” “Allegro Forte”, “Andante”, “Allegro”, “Allegro Moderato” ve “Final”, tam bir Nar Senfonisi! Nardan yola çıkıp yeniden Nar’a varılan. “Ateş dansı”yla “tapınmak” gibi “sevmek”in ardından “Tango” başlar kerhanelerden çıkıp gelen sevda türküleriyle bir başka hayatı önümüze sererek. Kulağımızda tangonun melodisi, gözümüz kendilerini dansın ateşli, erotik ritmine kaptırmış dans eden kadın ve erkekte. Gövdeleri ter basmış, kösnül bir tempo gövdeleri ele geçirmiş: “Bir dans boyunca / karışan ayaklarımızdan, / örtüşen bedenlerimize yayılan / o incecik ısıyı da / unu”ma! Tango bir hüzün ve acı sağanağıdır da sevdaya banılmış olsa da. Dramı içinde taşır ve kösnül bedenlere şırınga eder bunu hüzünlü tınılarla. “Şiir Zamanı”, “Şiiri Bekleyen Metinler”le yoluna devam ediyor, bu da böyle biline ve kitaba bakıla. Her şiirin bir yazılış serüveni vardır. Ama her şiirin bir de yazılamayış sıkıntısı olduğunu da biliyoruz. Şiiri beklerken yaşanan gerginlikler ve ele avuca gelemeyen şiirlere vurulamayan gemler de vardır, bu da metinlerle sabitlenmiştir. Gelelim yeniden başa, şiire: Şiirlerinde çok farklı bir dünya yaratmıyor Cüneyt Ayral. Bildiğimiz dünyaya müdahale de etmiyor. Kendi konumunda derinleşiyor ama. Sevdasını besleyip büyütüyor yapyalın bir biçimde. Sözcükleri hiçbir abartıya geçit vermiyor. Günlük yaşama ip atlatıyor, unutamadığı görüntüleri imgelerine seriyor; şiire gidiyor durmadan. Cüneyt Ayral’ın duygu dozu iyi ayarlanmış duygulu şiirlerini okudum ben ve kendimi nisanda buluverdim birden… O, “şiirin yer altı işçisidir” ezeli ve ebedi. O, sözcüklere sığmayan sevdalar büyütendir öteden beri. ? Cüneyt Ayral Mürekkep Kâat ve Sen/ Cüneyt Ayral/ Siyah Beyaz Yayın/ 158 s. Michael Robotham’dan ‘Ölüm Yolculuğu’ Yüzleşme ve sorgulama Ë Evrim ÖNCÜL (*) ichael Robotham ‘bir seri sayılabilecek’ kitaplarına –Şüphe ve Kayıp– üstün niteliklere sahip üçüncü gerilim romanıyla devam ediyor. Graham Greene’in bir hikâyenin başı ya da sonu olmadığına dair gözlemiyle başlıyor kitap: “Yazar gelişigüzel bir an seçer ve oradan geçmişe ya da geleceğe bakar.” Bu etkileyici bir cümle, yalnızca bir kadın polis olan başkahraman tara M Micheal Robotham Ölüm Yoluluğu’nda insannın duran ve burkulan kalbi üzerinde duruyor; okuyucuyu, önyargılarla yüzleşmenin Alisha ve eski patronu Müfettiş Vincent Ruiz’in korumaya yemin ettikleri yasaları sorgulayışıyla yüzleştiriyor. fından söylendiği için değil, aynı zamanda genelde gerilim romanlarının, özelde de bu kitabın stratejisini düzgün bir şekilde tarif ettiği için. Her ne kadar bu alandaki çalışmalarını yalnızca ‘eğlencelik’ olarak görme eğilimdeyse de, Graham Greene gerilim romanı yazma konusunda oldukça iyiydi. Ölüm Yolculuğu okuyucuyu insan ticaretinin acımasız karanlığına çekiyor ve buna Avrupa çapında iş yapan bebek satıcılarının oluşturduğu örgütlü çetenin varlığının korkunçluğunu ekliyor. Sizi en başından kendine bağlayan ve kitabı bitirene kadar da kontrolü elden bırakmayan bir olay örgüsüne sahip bir hikâye bu; öyle ki, bittiğinde neredeyse yoksunluk belirtileri yaşamanıza neden oluyor. Peki, ‘bir seri sayılabilecek’ten kasıt nedir? Michael Robotham son derece başarılı bir stratejiyle bir serideki karakterlerin okuyucuya tatsız tuzsuz ve bayat görünmeye başlaması sorununun üstesinden geliyor. Her bir kitabında ufak rollere sahip oyunculardan birini seçip onu bir sonraki kitabında başkahramana dönüştürüyor. Her kitaba yadsınamaz bir canlılık kazandıran basit ama gayet etkili bir yöntem bu –böylelikle biz bir yandan yeni başrol oyuncusuyla tanışırken bir yandan da tanıdık çevrelerde bulunmanın rahatlığını yaşıyoruz. Bu kitapta, Londra’nın Doğu Yakası’nda yetişmiş ve Sih kökenli bir Hintli olan –ki bu iki durumun birleşiminin karakterine güçlü bir hayatta kalma dürtüsü kazandırdığını söyleyebili ¥ SAYFA 26 CUMHURİYET KİTAP SAYI 1005
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle