Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
¥ masın. ‘KÜÇÜK BURJUVALARA ÇOK KIZIYORUM’ Bitki sevgisi, insan sevgisi göstermelik olanların iplikleri pazarda satır satır… Her şeyi başta insanlığı salt gösteriş olanların sarmalında dikenli çalılı bir öykü İncir Ağacının Ölümü Üzerine Tuhaf Bir Soruşturma… Yazar da heyecanla ve hırsla yazmış sanki bazı satırları… Öyle mi sahi? İncir Ağacının Ölümü öyküsünü fiilen kaleme alırken kızgın filan değildim. Yazarken, duyguların sıcak yoğunluğundan arınırsınız, metnin iç denge kaygıları ön plana geçer. Yazmanın bir ölçüde sağaltıcı olmasının bir nedeni budur belki de. Duygunun şiddetine merhem gibi gelir. Ama sık karşılaştığımız bir tür kent insanı küçük burjuva mı demeli var ki, yaşamın içinde beni gerçekten de çok öfkelendiriyor. Bunlar, hak hukuk, erdem, sorumluluk deyince, mangalda kül bırakmayan, ancak toplumsal iyilik için en ufak çıkarlarından dahi feragat etmek, istemeyen, tüm bilgileri yüzeysel, ancak cehaletlerinden habersiz, korkak, kaypak, saygısız, haddini bilmez, kibirli kimselerdir; mal mülke taparlar, gösteriş budalasıdırlar. Dikkat edin, ne çocuk severler, ne bitki, ne de hayvan. Hayata düşmandırlar. Çocukluklarında kişiliklerini çarpıtmış etkilerden kurtulabilmeyi asla başaramamışlardır. Günümüzde, belli bir kentsel çevrede mantar gibi bitmektedir, bu tür insan. Köylülüğün geleneksel hayatı iğfal edildikçe, ortaya çıkan insan da ne yazık ki bu anlattığıma çok benzemektedir. Evet, böylelerine çok kızıyorum, çok doğru! ‘KÖTÜ VE BOZUK OLANI DA YAZDIM’ Sosyal fotoğraflar kitabınızın bütününde… Şiddet kimi bir ağacın gövdesine hasetle kireç döken ellerde, kimi kan davası kalıntılı bir namlunun ucunda… Çeşit çeşit, mayalı insancıklar… Göç vuruyor şehirler yutuyor… Temizlikçi güya haklıdan yana ama bak nasıl da ikircikli olmasını biliveriyor.. Sonra apoletleri sökülüp emekli edilenin vay haline! Hele o kapıcı… Başlı başına roman.. Ama tek taraflı değil, hani o kötünün, o ters gidenin açısı da var... Değil mi? Evet, özellikle kötü ve bozuk olanı da yazmak istedim. Hayat, sadece onurlu mücadeleden ibaret değil. Zararsız gibi duran davranışlardaki suçluluk payını da irdelemek istedim. Bugün Türkiye’de topyekün sınıfta kalmamızın önemli bir nedeni, ilk bakışta zararsız görünen tutumlardır. İncir Ağacının Ölümü’nden sorumlular arasındaki temizleyici kadın hiç de masum değil. Küçük çıkarlarına düşkün, burjuvalaşmış bir köylü. Son derece önyargılı. Sınıf bilincinden zerrece nasibini almamış. Ne diyor, “Bey beyliğini bilsin, hanım hanımlığını”. Özüne saygısı yok. Kendisi gibi emek vererek yaşamak isteyen Fikret ve Nuran’ı küçük görüyor. Varsıllık karşısında ise kendinden geçiyor! Böyle insanlar, gerçekten habis çıkar ağlarına hizmet ediyor, onların gönüllü ya da bilinçsiz aracısı durumuna hemencecik uyuveriyorlar. Küreselleşme kıskacındaki 2000’ler Türkiye’sini kötülüğü, çarpıklığı, masum görünüşlü suç ortaklarını sergilemeden nasıl yansıtabilirsiniz ki! Kitabınızda ses boğumu ya anlatılan CUMHURİYET KİTAP SAYI 958 devre ya da karakterin yöresine, memleketine göre değişiveriyor… Çok sesli hikâyeler diyebilir miyiz hem dil hem duygu açısından? Aslında yapmak istediğim tam da buydu. Politik duruşunu bozmadan böyle bir çeşitlilik yaratabilmek, yazar için güzel bir şey. ‘KAVGACI DEĞİL MÜCADELECİYİM’ Kurban karakterlere itibar etmez Erendiz Atasü, biliriz... Kurban konumunda karakterleri olsa bile sersefil değildirler... Kitabınızda “sevilecek” ya da “illet olunacak” çeşit çeşit, huy huy kahramanla karşılaşıyoruz... Hepsinin en belirgin ortak özelliği ne olmalı? Evet, gönüllü kurbanlara itibar etmemişimdir ya da kurban konumuna hiç karşı koymadan teslim olanlara. Kadınlık kurban konumuna itilmiştir, tarih boyunca; bugün de rezilce ikiyüzlü yöntemlerle, kurban konumunu bir marifetmiş gibi ve adını koymadan, hatta adını özgürlük koyarak kabullenmemiz istenmektedir, siyasal güç tarafından. Aldatmacanın farkına varmak ve karşı durmak zorundayız. Ben, yapı olarak kavgacı değil, ama mücadeleci bir insanım. Zaten başka türlü, bağımsızlığını koruyarak yazar olarak kalmak günümüz koşullarında hele bir kadın için pek mümkün değildir. Sadece koşullarla değil kendimle de mücadele ederim. Kendinizle mücadele, boşa kürek çekmek değilse eğer, kendinizi tanıma, anlama mücadelesidir aslında. Kendini tanımaktan kaçanlara son tahlilde fazla sempati duymam ya da sempatimi zaman içinde yitiririm. Şimdi, deminki sorunuza da daha doyurucu yanıt verebileceğim, galiba: Sadece kadercilik değil, kendini irdeleme kültürünün de coğrafyamızda pek itibar görmemesidir, insanlarımızda sık rastlanan teslimiyetçiliğin, kolaycılığın bir nedeni. Kendinizi bilmezseniz, bir sorun karşısında nasıl tavır almanız gerektiğine nasıl karar verebilirsiniz ki! Ancak, koşullara hiç söz geçiremediğimiz, kurban psikolojisine değilse de kurban konumuna fiilen tıkılıp kaldığımız haller de vardır. Bu kitapta kurbanlar var: Beyaz Fil’deki Ani, Rus göçmen, aynı öyküdeki ressamın karısı, birçok durum karşısında gerçekten de çaresizdirler. Kayma hikâyesindeki depremzede genç kız… Kurbanlar da anlaşılmayı hak eder. ‘ÇAĞDAŞ EDEBİYATIMIZ ELEŞTİREMİYOR!’ Şu anda ne üzerinde çalışıyorsunuz? Gene öyküler üstüne çalışıyorum. Yinelene yinelene anlam aşınmasına uğramış bir söz vardır: Edebiyatın görevi çağına tanım olmaktır. Ben, edebiyatın önemli bir özelliği döneminin ruhunu yakalamak ve yansıtmaktır, diyorum. Ruh sözcüğünden kastettiğim, bir insanın, bir dönemin, bir toplumun çıkar amaçlı olmayan duygu ve düşünce zenginliğidir. Bu açıdan küreselleşme döneminin tamamen yoksul yani ruhsuz olduğunu vurgulamak isterim. Çağdaş edebiyatımızın bu ruhsuzluğu eleştirel duruşla hakkıyla yansıtabildiğini ileri sürmek pek zor! Eleştiri olduğu savlanan pek çok yapıt ruhsuzluğa çekingen övgüler gibi. Yeni kitabımda biraz bu durumu sorgulamak, yani çuvaldızı bize, yazarlara batırmak istiyorum. ? gamzeakdemir@cumhuriyet.com.tr İncir Ağacının Ölümü/ Erendiz Atasü/ Everest Yayınları/ 155 s. SAYFA 5