Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
Okuduğum Kitaplar METİN CELÂL Bir Süre Yere Paralel Gittikten Sonra arış Bıçakçı’nın son kitabı Bir Süre Yere Paralel Gittikten Sonra (İletişim Yay. 2008), roman ve hikâye ayrımı üzerine bir tartışmanın başlamasına neden olacak sanırım. Kitap üzerine çıkan iki yazıda aynı kuşku vardı; “Barış Bıçakçı’nın kitabı roman mı yoksa hikâyeler toplamı mı?” Kitap Zamanı’nda yazan Ethem Baran’a göre hikâye kitabı. Zaten derginin kapağında da “Barış Bıçakçı’nın öykülerini Ethem Baran yazdı” spotu var (s. 29, Haziran 2008). “Bu kitaptaki metinlerin ya da parçalanmış metnin birbirine bağlı, birbirini açan öyküler mi yoksa roman mı olduğu sorusunun bendeki karşılığı, bunların öykü olduğudur. Her ne kadar bazı metinler açılmış ama kapanmamış gibi dursa veya tamamlanmamışlık duygusu öne çıksa da, kullanılan dilin, bir öykü dili olduğu açıktır. B “Çünkü roman cümlesiyle öykü cümlesinin birbirinden farklı olduğunu bilen bir yazar var karşımızda” diyor Baran. Semih Gümüşe göre ise kitap bir romandır. “Kısa, kısacık otuz yedi bölümden oluşan Bir Süre Yere Paralel Gittikten Sonra bir öykü kitabı gibi okunmaya başlanabilir, her bölüm bir Barış Bıçakçı öyküsüdür aslında; ama bölümlerin birbirinden ayrılmayacak kertede iç içe oluşu gösterir ki, okuduğumuz metin bir roman, her bölüm de otuz yedi parçalık bir kürenin tek tek bakılması gereken bir yüzüdür” (Radikal Kitap 23.05.08). Bir Süre Yere Paralel Gittikten Sonra, İletişim Yayınları’nın “Çağdaş Türkçe Edebiyat” dizisinden çıkmış. Kitabın herhangi bir yerinde türü hakkında bir bilgi yok. Ama arka kapaktaki sunum bir fikir oluşturuyor: “Bir intiharın çevresinde, insanlar… O kızın intiharıyla birbirine yaklaşan… Kendi içlerinde geçmişe dalan… Onu kaybetmenin acısıyla başka sevdiklerine eğilen… Nasıl da mühimdir aşk sakarlıkları, sevgi ihmalleri; nasıl hayat kurtarır eşindostun bakım, onarımı…” Bu tanıtımı okuyunca insan bir roman okuyacağını düşünüyor. Ama kitabın ilk sayfalarını çevirdiğinizde “İçindekiler” SAYFA 12 bölümüyle karşılaşıyorsunuz ve orada bir hikâye kitabı okuyacağınız izlenimini veren başlıklar ve sayfa numaraları var. Kitap, çarpıcı bir bölümle başlıyor. Başak adlı bir genç kız intihar etmiştir. Bir tanıdığın kızından intihar eden Başak’ın yerine geçmesi ve olaydan haberdar olmayan anneanne ile torunu Başak’mış gibi konuşması istenmektedir. Anneanneye Başak’ın Amerika’ya doktora yapmaya gittiği söylenecektir. Canan, bu teklifi kabul eder ve Nanna dedikleri anneanne ile telefonlaşmaya başlar. Sayfalar ilerledikçe intihar olayına, Bahar’ın intihar etmesine neden olabilecek olgulara yönelir yazar. İlk bakışta Bahar’ın intihar etmesini gerektirecek bir durum yoktur. Ama ayrıntılara indikçe farklı bir tablo ile karşılaşırız. Başak, annesi ve ağabeye ile yaşamaktadır. Babaları, sebebi bilinmeyen bir biçimde küçük yaşta onları terk etmiştir. İki çocuğuyla, hiçbir geliri olmadan kalan anne, hem onları iyi birer evlat olarak yetiştirmek hem de daha önemlisi hayatta kalmak için mücadele vermiştir. Bu yıllar süren mücadele, aileyi iyice birbirine kenetlemiş, dışarıya kapanmalarına neden olmuştur. Anne de sert, kolay ulaşılması mümkün olmayan bir insan haline gelmiştir. Barış Bıçakçı, bu aileye ve Başak’ın intiharına uzak çevreden başlayarak adım adım yaklaşıyor. Tanıdık gözünden sonra, Başak’ın ağabeyi Umut’un bir arkadaşı, sonra Başak’ın son sevgilisi giriyor anlatıya. Birbirinden kopukmuş gibi görünen olaylar, anı parçaları, anlar kısa, çok kısa bölümlerde anlatılarak büyük yapı kuruluyor. İlerledikçe Başak’ın intihar etmesinin hiç de nedensiz olmadığını anlıyoruz. Babanın yokluğu, dışarı pek yansıtmasalar da iki kardeşte de derin ruhsal izler bırakmıştır. Sürekli babalarını özlerler. Bu özlemi kendi uydurdukları, şimdi babam nerede, oyunu ile gidermeye çalışırlar ama aslında bu oyun özlemlerini daha da artırır, sürekli kılar. Çevirmenlik yaparak evini geçindiren annenin kendini ve çocuklarını korumak amacıyla oluşturduğu sert kabuk da çocukları bir şekilde ruhsal olarak etkiler. Annenin korumacılığı çocuklara da sirayet etmiştir ve onlar da fark ettirmemeye çalışarak annelerinin üzerine titrer. Anne ve çocukların karşılıklı hassasiyetleri içlerine kapanmalarının, hemen herkese karşı savunma halinde olmalarının önemli nedenidir. “Aralarına kimse sızmasın diye her yeri sıkı sıkı kapamışlar. Sürekli tehdit altında gibi yaşıyorlar” diye durumu özetler Umut’un yakın arkadaşı Abidin. Başak, dış dünyayla sağlıklı bir ilişki kuramaz. Bunun somut bir örneği sürekli değiştirdiği sevgilileridir. Umut’un da aşk hayatı pek iç açıcı değildir. İki yıl önce ayrıldığı sevgilisi Selma, Umut’u şöyle düşünür; “Ah Umut! Güldüren, heyecanlandıran, kucaklayan. Ama kapalı biri. Ne yapsan açılmayacak biri. Kız kardeşi ve annesiyle kurduğu dünyaya kimse giremez. Umut da oradan çıkmaz zaten. Evlenmeyi, ayrı bir eve çıkmayı düşünmedi. Bunun için parmağını bile kıpırdatmadı. Çocuk istemedi. Hiçbir şey değişmesin, her şey aynı kalsın istedi. Çünkü onun için yalnızca şimdi vardı, içinde yaşanan an vardı. Bir de geçmiş. Gelecek diye bir şey yoktu, geleceği düşünemiyordu.” Bir Süre Yere Paralel Gittikten Son ra, roman mı, hikâye kitabı mı tartışmasına bir katkıda bulunmak gerekirse kitap bence romandır. Çünkü, 37 bölümden oluşan kitabın bölümleri tek başlarına bir yapı kurmuyor, hikâyeleşmiyorlar. Bir araya geldiklerinde bütünleşiyorlar. Birkaç istisna hariç bölümleri bütünden koparıp birer hikâye olarak okuyamıyorsunuz. Ethem Baran’ın, “kullanılan dilin, bir öykü dili olduğu açıktır. Çünkü roman cümlesiyle öykü cümlesinin birbirinden farklı olduğunu bilen bir yazar var karşımızda” savına gelince, hikâye cümlesi ile roman cümlesinin nasıl ayrıştığı izaha muhtaç. Romanda başka, hikâyede başka bir dil mi kullanılıyor? Ben Barış Bıçakçı’nın metninde bir hikâye dili değil de kendine has bir üslup görüyorum. Kısa cümlelerle, fazla derine inmiyormuş gibi gözükerek ince ayrıntılarda kahramanlarını var ediyor. Yalın bir anlatımı var, parlatmıyor, gereksiz cümlelerle şişirmiyor. Romanın yapısı da anlatımına, diline uyuyor. Kısa, çok kısa bölümler ilk bakışta birbirleriyle ilgisiz gibi görünseler de bir bütünü oluşturuyorlar. Son zamanlarda tek tipleşen, olaya dayalı roman anlayışına karşı kendine has dili, anlatımı, kurgusuyla seçkinleşiyor Barış Bıçakçı. MEHMED RAUF’UN ANILARI 5 Haziran 2008 tarihli yazımda Mehmet Rauf’un Edebî Hatıralar (Kitabevi Yay. 2. Baskı, 2008) kitabına değinmiş, kitabı derleyen Mehmet Törenek, önsözde Mehmet Rauf’un kaleme aldığı bilinen yayımlanmamış hatırları da olduğunu, ama onlara ulaşılamadığını da belirtiyor, demiştim. Yani Törenek’e göre Mehmet Rauf’un anıları kendi yayımladığı kadardı. Mehmet Rauf’la ilgili en geniş ve iyi incelemeyi yapmış olan Rahim Tarım (Mehmet Rauf’un Hayatı ve Hikâyeleri Üzerine Bir Araştırma, Akçağ yay. 2000) uyardı, Mehmed Rauf’un anılarının Mehmet Törenek’in derlediklerinden ibaret olmadığını belirtti. Rahim Tarım, 2001’de “Mehmed Rauf’un Anıları” adıyla (Özgür yay.) daha geniş bir derleme yapmış. Ortaya 308 sayfalık bir kitap çıkmış. Törenek’in derlemesinin 86 sayfa olduğu göz önüne alınırsa büyük bir fark var. Rahim Tarım, Mehmet Rauf’un Edebî Hatıralar başlığı ile dergilerde yayımlanan anıları ile yetinmemiş, araştırmasını Mehmed Rauf’un tüm eserlerine genişletmiş, birçok makalesinin anı niteliğinde olduğunu tespit etmiş ve onları da anılara katmış. Kitaba, akademik bir çalışmanın gerektirdiği notlar ve indeks de eklenince oylumlu bir eser çıkmış ortaya. Mehmet Törenek’in derlediği Edebî Hatıralar’ını değerlendirirken; “Kitapta yazar ve şairler, Baki Bey, Cahit, Cavit, Cenap gibi ön adlarıyla anlatılıyor. Yazar adlarının sonlarına parantez içinde soyadları eklenebilirdi. Dergiler için dipnot verilirken yazarlar hakkında küçük birer dipnotla bilgi vermemek de önemli bir eksiklik. Kitabın bir dizini de yok. Özellikle edebiyat araştırmacılarına yönelik hazırlandığı anlaşılan bir kitapta isimleri ve eserleri içeren bir dizin bulunmaması hoş bir şey değil” demiştim. Benzer ve tabii daha ayrıntılı eleştirileri yıllar önce, anıların girişinde Rahim Tarım da yapmış. Demek ki aklın yolu bir! Mehmet Törenek’in niye bu eleştirilere kulak vermediği ve yeni baskıda kitabın eksikliklerini gidermediği merak konusu. ? CUMHURİYET KİTAP SAYI 958 Mehmed Rauf