05 Mayıs 2024 Pazar English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Erendiz Atasü ile “İncir Ağacının Ölümü”... ‘Tadını çıkara çıkara yazdım’ Erendiz Atasü’nün yeni kitabı ‘İncir Ağacının Ölümü’, Everest Yayınları tarafından yayımlandı. Kitap, peş peşe dört roman yayımladıktan, aşağı yukarı on yıllık bir zaman dilimi geçtikten sonra ilk göz ağrısı öyküye dönüşü Atasü’nün. Biraz da “kadınlığın her zaman her yerde geçerli olan halleri üstüne yazayım” dediği kerte… Bilen bilir, gerçekçi bir feministtir Erendiz Atasü. Fikirlere, dünya görüşlerine, ilişkilere takım tutar gibi kapılan insanlardan olmadı asla. Peki salt politik mi öyküleri? Duruşunu korumakla birlikte hem evet, hem hayır! Ama kuşkusuz “dengelerin kireçlendiği” noktadan sesleniyor kelimeleri. Boşuna demiyor, “Bütün dengeler kişisel ya da toplumsalbeslenmezse, dengelere emek verilmezse, kendi hallerine terk edilirlerse, aşınır” diye. Günümüzde, belli bir kentsel çevrede mantar gibi biten, küçük burjuva, köylülüğün geleneksel hayatı iğfal edildikçe ortaya çıkan bir tür kent insanını alabildiğine eleştiriyor öykülerinde. Kötü ve bozuk olanı da yazmaktan yana evet. Haklı da… Gerçekten de, küreselleşme kıskacındaki 2000’ler Türkiye’sini kötülüğü, çarpıklığı, masum görünüşlü suç ortaklarını sergilemeden nasıl yansıtabilirsiniz ki! Edebiyatı da bundan yola çıkarak şöyle tanımlıyor: “Edebiyatın önemli bir özelliği döneminin ruhunu yakalamak ve yansıtmaktır.” Gönüllü kurbanlara ya da kurban konumuna hiç karşı koymadan teslim olanlara itibar etmedi hiç. Ama koşullara hiç söz geçiremediğimiz, kurban psikolojisine değilse de kurban konumuna fiilen tıkılıp kaldığımız halleri de göz ardı etmedi. Onun için bu kitapta kurbanları da okursanız şaşırmayın. Unutmayalım ki kurbanlar da anlaşılmayı hak eder. Erendiz Atasü ile ‘İncir Ağacının Ölümü’ üzerine bir söyleşi yapmak güzeldi, umarım okuması da öyle olur… SAYFA 4 Ë Gamze AKDEMİR ncir Ağacının Ölümü, ne kadar zamanlık emeğin, duygunun ürünü? Edebi bir metnin arkasındaki duygu birikimi, çoğu kez yazarın hayatının tümüne yayılır. En azından galiba deneyimli yazarlar için bu böyle, en azından bu kitap için kesinkes böyle. İncir Ağacının Ölümü’ndeki öyküleri hayata, hem kendi yaşantıma, hep parçası olduğumuz büyük hayata daha kuşbakışı bakabildiğim bir dönemde yazdım. Duygu süreci, böyle… Emek yani fiilen yazma süreci ise1999’da kaleme aldığım Beyaz Fil’i saymazsak, 2005 yazından 2007 ilkbaharına kadar iki yıl sürdü. Peş peşe dört roman yayımladıktan, aşağı yukarı on yıllık bir zaman diliminden sonra, ilk göz ağrım öyküye dönüyorum. Öykü, yazarını roman kadar hırpalamaz. Tadını çıkara çıkara yazdım. İ görebilmeniz gibi, belli bir tarih kesitinin tüm bozukluklarının izlerini yakalayabilirsiniz. Gülünesi Öyküler, elbette güleriz ağlanacak halimize diyen politik öyküler. Buruk Öyküler ise farklı zamanlarda ve ortamlarda yaşamış ve yaşanan kederi dile getirirler. ‘GERÇEKÇİ BİR FEMİNİSTİM’ Üç bölümde toplanıyor öyküleriniz… Neye göre neden Gülünesi, Buruk, Karanlık? 2006’da yayımlanan, Türkiye’nin sorunlarını enine boyuna irdelemeye çalıştığım Açıkoturumlar Çağı’ndan sonra, “Yeter artık, biraz da kadınlığın her zaman her yerde geçerli olan halleri üstüne yazayım” dedim. Dikkat ettiyseniz, Karanlık Öyküler de çoğu kez ne şahıs ismi, ne de belli bir mekân ve zaman söz konusudur. Elbette feministim, ama fikirlere, dünya görüşlerine, ilişkilere takım tutar gibi kapılan insanlardan hiç olmadım. Gerçekçi bir feministim. Bu, kadınların ÇOĞULCU DEMOKRATİK içinde var olan karanlıkları da görebilYAPIMIZ ‘ZEBERCET’! mek demektir. Uyanık kapıcının önce sinen sonra Biz kadınlar, ezilmenin masumiyetini diklenen en sonra da umursamayan ve taşırız. Ezme kudreti elimize geçince muhafazakâra kapılanıp yolunu bulan acaba nelere kadirizdir? Kadınların ve tavrı… “Zebercet, Türkiye’nin çoğulcu kadınlığın karanlık yanlarını irdelerken, demokratik yapısının en güzel kanıtıykanımca kadın yazara düşen, bu karandı!” diyorsunuz mesela. Günümüzden lığın kadının ezilmesiyle, kişiliğinin, de göndermeler var diyebilir miyiz siyaözellikle cinsel kimliğinin bastırılmasıyseten? la birebir ilişkisini kurcalamaktır. Karanlık Öyküler’de bunu yapmaya çalıştım. Ama Türkiye insanı rahat koymuyor ki! Gülünesi Öyküler, Türkiye’deki bir İngiliz deyişi uyarınca vahim ve tehlikeli olan, ama ciddi olmayan durumu mizahi bakışla yansıtmaya gayret eder. Ülkemiz boşuna mı Aziz Nesin gibi bir deha yetiştirmiştir! Yaşadığımız trajedidir, kara güldürüdür, hele 2000’lerde yaşadıklarımız abes’in ta kendisidir! Absurd tiyatro ustası Ionescu’nun zekâsını ve hayal gücünü bile zorlayacak ölçüde mantık dışıdır! İnsan öykü yazarken, öyküye dair bir erdemi keşfediyor: Çok tipik ya da çok atipik bir durumu, böyle bir insanı, böyle bir ayrıntıyı öyküleştirirken, adeta hayattan bir kesit alırsınız. Bu kesitte, tıpkı bir bitki organından aldığınız mikroskobik “Gerçekçi bir feministim. Bu, kadınların içinde var olan kesitte o organın tüm dokularını karanlıkları da görebilmek demektir” diyor Atasü. ‘YAZMAK EKSİLENLERİ ONARIR’ İyi kişi, iyi yurttaş olma düsturu… Kimi sıradan vatandaş hali, sıradan kaygılar… Ertelenmiş yaşamlar… Kapitalin ezip geçtiği insanlık… Heyecan açlığı… İçine kapanık, küçük dünyalara meyillilik… Bu yapı, sistem ehilleşmedikçe ve eğitilmedikçe olacağı da bu muydu? Öykü kahramanlarınızın o hep bir adım önde hüznünün kaynağı bunlar mı? Düzen bozuksa, bireyin kısa sürelerin dışında mutlu olabilmesi pek mümkün değil. Üstelik mutluluklar gerçekse, yanılsama… Ancak, hayatın kendisi trajiktir; çünkü insan ölümlü olduğunu bilen, gövdesinin ve sevdiklerinin çöküş süreçlerini izleyebilen belki de tek canlı. Belleği isyanla olduğu kadar hatırlamakla da malul. Yitimlerin, acıların izlerini taşırız hepimiz. Belki de yazmak ya da tüm yaratma süreçleri yaşamdan eksilenleri onarmanın bir yoludur. Yani ideal düzende yaşasaydık bile, hüznü hayatımızdan uzaklaştıramazdık. Halimize şükredelim anlamında söylemiyorum, doğal ki. Alıntıladığınız tümce, ironik bir yaklaşım, elbette. Her ne kadar, öyküde bu tümcenin geçtiği gazete haberi bu ironiden habersiz ise de! İşte bu habersiz olma hali değil mi zaten ironiyi yaratan! Elbette son derece politik bir hikâye Kapıcı Zebercet. Absurd edebiyata ait bir öykü gibi duruyorsa da, ne hazin ve komiktir ki son derece gerçekçi! Çok önemli bir kentimizin büyük şehir belediyesindeki muteber imar uzmanlarından (!) birinin kapıcılıktan geldiğini biliyor muydunuz? Kapıcılıktan gelmesi tek başına bir kusur sayılamaz. Vahim olan, kapıcılık deneyiminin üstüne hiçbir şey koymadan bugünkü mevkiine yükselebilmiş olması! Durumumuz ağır, tehlikeli ama ciddi değil, derken böyle şeyleri kastediyorum. DENGE KİREÇLENİYOR! Beyaz Fil’de diyorsunuz ki; “Böylece denge kireçleniyordu…” Neler kireçleniyor mesela en geniş perdede? Beyaz Fil’de tarihi olayların getirdiği kederle, kadınlık erkeklik hallerinin uyumuyumsuzluk sarmalının doğurduğu çaresizlik hüznü iç içe. O, belki de kapsamının genişliği açısından yazdığım en iyi hikâye. Hayat devingendir, gövdemizin istisnasız her işleyişi sağlıklı yürüdüğü sürece devingen dengeler üstünde durur. Devingenlik aksarsa denge bozulur. Bütün dengeler kişisel ya da toplumsalbeslenmezse, dengelere emek verilmezse, kendi hallerine terk edilirlerse, aşınır. Kimi kahramanlar muzdarip ama kanıksamışlar başlarına gelenleri… Neden böyledir bu? İliklerimize işlemiş kadercilikten ol ¥ CUMHURİYET KİTAP SAYI 958
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle