05 Mayıs 2024 Pazar English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Değinmeler MUSTAFA ŞERİF ONARAN daha derin bir anlamı vardır. O anlama varmak için biraz geçmişe uzanmak gerek. İçimizin ıssızlığında daha mı yavaş geçiyordu yaralı zaman? Umudumuz kesilmemişti de o dar zamanlara daha mı kolay katlanıyorduk? Bu yüzden mi dilimize alıştırdık Gülten Akın’ın dizelerini? “Ah, kimselerin vakti yok Durup ince şeyleri anlamaya.” Bir ozanın yaşamasından geçen şiir ırmağı iç gerçeklerin aynası mıdır? Şiire yansıyan o iç gerçeklere özgün bir yorumla bakabilir miyiz? Belki ozan da şiirini yazarken yaşar o iç gerçeği. HIRKA Gülten Akın 1933 Yozgat doğumludur. Demek o 75 yaşında bir şiir sultanı. “Ben melamet hırkasını kendim giydim eğnime” diyen ozan gibi, sırtında derisine yapışık duran bir hırka var. O hırkayı taşımak, tasavvuf ehlinin tarikat töresine aldırmayışına benzemez. Kendini acıda sınayan bir “ozanana”nın hırkasıdır o! Siyasetçinin sesine kulağını tıkayan, yapay gülüşüne boş veren bir hırka. “Hırka” bir simgedir artık. Kendine güveni olmayan insan onu giyemez. Biz de Gülten Akın gibi yineleyelim: “ağzında bir macera tadıyla ‘ben melamet hırkasını kendim giydim eğnime’ dedi kraliçe hırka yapıya dar, güne dar, sökükler, lekeler, kopmalar geriye belirsiz dönüşler yaparak deli kraliçe onarabilir.” Bu yazı, bir şiir sultanının sırtına geçirdiği “yamalı hırka” ile iç erincine vardığını sezerek sona erebilirdi. *** Biraz da kendimizden yola çıkalım: Ankara’da üç yıldır “Şiir Akşamları” söyleşileri düzenliyoruz. Her ayın son cuması Milli Kütüphane’de yapılan bu söyleşilerin sonuncusu Gülten Akın üzerine olacak. Ama yılın bu son söyleşisi VEKAM (Vehbi Koç Ankara Araştırmaları Merkezi) ev sahipliğiyle Vehbi Koç’un Keçiören’deki köşkünde, yarın yapılacak. Ben öyle sanırdım ki “kimselerin vakti yok” bir şiir söyleşisini dinlemeye. Oysa bu söyleşilere katılanlar çığ gibi büyüyor. Hem de magazin gazeteciliğinin şiire duyarsız kalışına karşın, ‘durup ince şeyleri anlamaya’ vakit bulan insanlar var. Şiirin sesi kirlenmesin istiyorlar. “Sen yabancı, sesini çek, sesime değmesin” diyordu Gülten Akın. Yeniyetme bir ozanın bile kendine özgü bir şiir sesi var. Gonca Özmen’den Gülten Akın’a içimizde yankısı sürer gider. “Yok karşılığım Türkçede” diyen sesini arayan Emek Güz bile bir çeşit “Şehrazad” sayılır. İyisi mi, ‘gizde kalan’ Gülten Akın’ın “Şehrazad”ıyla yazıya son verelim (KUŞ UÇSA GÖLGE KALIR, Yapı Kredi Yayınları, 2007): “Şehrazad o binbir kara geceden ulaştı masalsı aydınlığa sesler rüzgâra sığındı onunla uçtu uzağa içinde kendine çevrik bir ok sen acemi durdun avcısın, ya hiç yakalayamadın ya tuttuğun kaydı elinden hızla acıyla sınandın, övgüyle sınandın benzettiler, etiketler ‘gördüm gördüm’ dedi kimileri ‘aylası vardı’ sardın sarmaladın elde kalanı bitimsiz geceye sakladın şimdi hepsi düştü Gülten gizde kaldın” ? Bu sayfayla iletişim kurabilmek için dergilerinizi ve kitaplarınızı aşağıdaki adrese gönderiniz: ‘Durup ince şeyleri anlamak’ aşadığımız çalkantılı günlerde şiirden beklediğimiz nedir? Şiirin nasıl bir işlevi olmalıdır? Uyumlu bir şiirle uyumsuz bir şiirin bizi etkilemesinde ne gibi ayrım incelikleri var? İşin içine biraz duyarlık karışınca şiirin dokusunda güve yenikleri oluşur. Şiirin en katlanamadığı şeydir duyarlık. O ipek doku çabucak eprimeye başlar. İyi ozan bile duyarlıktan kendini kurtaramaz. Kendince yeterli bulduğu duyarlığı şiirine yakıştırmaya çalışır. İster ki duyarlık şiirin dokusunu bozmasın, öğreti kuruluğuna düşmesini de önlesin. Kimi zaman bir sevi kırgınlığının altında toplumsal bir acı olması insanı düşündürür. Kimi zaman bir “Ozanana” kendini kanıtlamak isteyen oğlunu şiirin korumasına alır. Ama şiirin toplumsal bir işlevi olduğuna aldırmadan, dolaylı bir anlatımla dokundurmak daha etkili olabilir. Y OZAN DAYANIŞMASI Günümüzün şiir yoğunluğu içinde, özelliği olan, ilgi çeken şiirleri seçmek kolay değil. “Sincan İstasyonu”, kimi ozanların görüşüne başvurarak ilgi duydukları şiirleri başkalarıyla paylaşmanın sevincini soruyor: “Bir şair olarak, bir kitap ya da dergide rastladığınız güzel bir şiiri, başka bir şair arkadaşınıza hatırlatıp, mutlaka okumasını istediğiniz olur mu? Şayet olmuşsa, en son ne zaman, hangi şairin hangi şiiri ya da şiirleriydi bunlar?” (SİNCAN İSTASYONU, Şairlere Sorduk, Haziran 2008). Bu soruyu yanıtlayan ozanların, şiirbilime yakınlığı olanların hemen hepsi kadın. Şiir söz konusu olunca, kadınerkek ayrımına düşmek yanlışından kurtulmak gerek. Ama Metin Demirtaş, Rahmi Emeç, Tekin Gönenç dışındaki 7 kişi hep kadın. Hayriye Ünal, şiirin derinlerine bakmayı bilen bir ozan. Emel Güz’ün, “Yok karşılığım Türkçede” dizesini öyle sevmiş ki, “Benim olmalıydı” diyor. Sonra da “Var karşılığım Türkçede” diye bir başka şiire yönelmek özlemi çekiyor. Ama öyle duyarlıklar var ki, sözcükler yetmiyor. Ne demişti Orhan Veli: “Bilmezdim şarkıların bu kadar güzel, Kelimelerinse kifayetsiz olduğunu Bu derde düşmeden önce.” Kimi duyarlıklar sözcüklerin gücünü aşabilir. Gene de bize düşen sözcüklerin izini sürmek olmalı. Kuşkusuz tek bir şairin bile yarınlara kalacak bir özelliği olabilir. Gene de iyi ozan belli bir düzeyi korumasını bilmelidir. Zerrin Taşpınar’ın Özlem Sezer’in “Söğüt Sefareti” şiir kitabından bütün olarak etkilenmesi daha önemli (SÖĞÜT SEFARETİ, Kanguru Yayınları, 2007. “Söğüt Sefareti” bir imge. Onu, “Umudun Bağımsızlığı” diye yorumlamalı. Ahmet Yıldız’ın yorumu şöyle: SAYFA 26 “Özlem Sezer ‘Söğüt Sefareti’nde devrimci bir uyanışı kotarmaya çalışıyor. Anlaşılmamanın verdiği acılar için uyarıyor. Günümüz acımasız dünyasında gittikçe parçalanan insan tekinin kendine gelmesini çağırıyor. İnsanlık adına bugüne dek taşınmış tüm değerleri, aşk, sevgi, doğruluk, erdem gibi özelliklerin yitip bu denli kaba bir biçimde paramparça edilmesini kabul etmiyor; isyan ediyor “ (EDEBİYAT ve ELEŞTİRİ, Özlem Sezer’in İkinci Kitabı: Söğüt Sefareti, EylülAralık 2007). Özlem Sezer, Yunus Emre’den günümüze gelen sevi coşkusuna çağırıyor bizi. Kirli bir toplumun seviyle düzeleceğine inandığı dolaylı bir anlatımın şiirini yazıyor. Alışılmamış bir şiirin gizlerine varmak, yeni bir ozanı tanımak ayrıcalıktır. Biraz uzakta kalmış bir ozanı yeni bir tatla okumak da anlamlıdır. Bu bakımdan “Sincan İstasyonu”ndan Eren Barış’ın Turgut Uyar’a bakışını yeniden değerlendirmek gerekir: “Ara sıra dönüp yeniden okuduğum şiirse, Turgut Uyar’ın ‘Yokuş Yol’a’ şiiridir.” Ama Gonca Özmen’le yeni bir ozan doğdu şiirimize. “Sincan İstasyonu”nda Serap Erdoğan “Olup Bitenler”le, Onur Caymaz “Ardından”la, Tekin Gönenç “Böyle Rüzgârlar”la anımsıyor onu. Gonca Özmen, belki Gülten Akın’dan gelen şiir damarını kullanarak, ince bir duyarlığı, anlatı açıklığıyla gizlemesini biliyor. “Gölge” ile “Belki” arasındaki ilgisiz benzerlik... (BELKİ SESSİZ, Yapı Kredi Yayınları, 2008). Ama Ahmet Günbaş’ın Gonca Özmen’in şiirinde aradığı etkiler biraz değişiyor: “Edip Cansever ile İlhan Berk arasında kendine yer arayan sessiz bir özgünlük özgüvenle yürüyor hedefine. Etkilenim kaynağına Behçet Necatigil’i de dahil edebiliriz son aşamada. Yarım söyleyişlerin yarattığı boşluklarla sarsıyor bizi (YAZILI KAYA, ‘Belki Sessiz’, Belki Değil, Nisan 2008). Gonca Özmen’in şiiri açıklanmaya çalışılırsa, o ince duyarlık yiter gider. Bir ozan kendinden yola çıksa da, nasıl bir yanlışın içinde olduğumuzu gösterir bize. Ahmet Günbaş da Gonca Özmen’de bu belirsiz izleri arıyor: “Olmayan, anlatılmayan, öne çıkmayan ne? İnsanın kendi doğası değil mi? Yanlış yaşamlar tragedyası gibi koşturduğu günlerin sonunda yine yanlış yerlerde duruyor insancık.” Kendinden önceki kimi ozanlardan Gonca Özmen’in şiirine sızan bir reçine olabilir. Ama o bu şiiri, kadınsı bir incelikle, şöyle yorumluyor: “Olmayanı oldurmak Çağrılmayanı çağırmak Duyulmayanı duyurmak.” GÖLGENİN ARKASINDAKİ GERÇEK Gülten Akın gibi bir “ozanana” ile Gonca Özmen gibi, üçte bir gerisinde kalan bir genç ozanı aynı tartıda ölçmek kolay değil. Gonca Özmen, “Bir kuşun bir buluta karışmış düşü” derken, belki “duyulmayanı duymak” özlemindedir. Yarınlara uzanan bir umuttur bu! Ama Gülten Akın, “Kuş uçsa gölge kalır” diyor. Geçmişte yaşanan kötülüklerin izi silinmeyecektir. Birtakım insanlar unutulmayacaktır. İşkenceleri görmezden gelmekle, ellerini yıkamakla temiz kalır mı insan? Uçan kuşun gölgesinde suskunluk içinde kaldığımız, ama unutmadığımız bir şey var: “her şey sorulduydu, herkes şunu sustu: sonra o ellerle nasıl okşadın kızını nasıl bir şiir yazdın.” Dar zamanlardan geçmek ne demektir? Acıyı kendinde sınamak, yalancı gülüşleri bağışlamak, sevi yorgunluğu içinde nice iyi ilişkileri anlamsız bulmak... Çünkü Gülten Akın “zalimin gecesi”ni yakından tanır. Öyle olur ki, bağışlamaya bile gücü yetmez insanın: “Zalimin gecesi mazlumun gecesiyle birdir ve daha uzundur zulme karar verenin gecesi Çünkü acıların, çığlıkların kargışların sesi İğne deliğinden geçer olur Dokuna dokuna kıyıcıya cellada Varır, sebebin kapısında durur.” Öylesine dar zamanlardı ki en yakınlarınız sizi yalnız bıraktı. Sizinle birlikteymiş gibi görünürken sizin çok uzağınızdaydılar. Bir umursamazlık, bir aldırmazlık içindeydiler. Gülten Akın “sabrı deneyen” bir ozan olmasaydı, o dar zamanlara katlanabilir miydi? “ses vermiyor özlediğim, susturmuşlar Yok, sevgiden yandım Savatlı gümüşüm, eskimezim Sabrı deniyorum.” Gülten Akın o ozanlardandır ki, insanların arasına karışıp, yumruğunu sıkıp, öfkelenmenin şiirine uzak durur. “Sessiz Arka Bahçeler”e çekilip, iç aydınlığından insana bakmanın MUSTAFA ŞERİF ONARAN Hekimköy Sitesi 20. Sok. No: 8 06800 ÜmitköyAnk. Tel.: (0312) 235 91 11 236 23 46 Gülten Akın CUMHURİYET KİTAP SAYI 958
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle