Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
¥ lak ve duygu hallerini roman cümlesi haline getirmek için çaba harcamaktan ibarettir. Yapmaya çalıştığım şey bu nedenle Osmanlı öncesinde kalan arkaik bir dil kurmak ve “öteki” olan, ezber bozan, algıları zorlayan bir şeyler yaratmaktı. Bunu İstanbul’la kendini var eden dili kötüleyerek değil, ondan ayrı durarak yapmam gerekiyordu. Demek ki ben insan ve mekân merkezli bir tarih değil, zaman ve mekân merkezli bir edebi bakış yaratmanın peşindeydim. Okur benim yazdıklarımdan kendi meşrebince bir politik, ahlaki, vicdani bir sonuç çıkarabilirdi; bu benim kusurum değil, her okurun konumunun farklı olmasından gelen doğal sonuç olacaktı. İlle de tez gerekiyorsa işte burada tezimi öne süreyim: Edebiyatçının kimseye “doğru öyle değil, şöyle” deme hakkı olamaz. Tarihteki gerçek neyse ne, edebiyat doğruları öğretmek işi değil, olsa olsa her türlü doğruluk iddiasıyla yüzleşme işidir. Romanlarınızda çokkültürlü bir yapı kurmuş olmanız doğrudan Kapadokya’nın tarih içindeki konumuyla açıklanabilir mi? Ben Yunus’un yetmiş iki milletten söz ettiği Kapadokya’yı yazdım. Oraya yönelmemin temelinde bugün yetmiş iki milletten yalnızca buçuğunun kalması yatıyor. Ben çok sayıda din, boy, soy arasında dolaşmayı seviyorum. Çünkü ben milliyetçi değilim ve hiçbir dinle bağım yok. Ben Türkçe konuşan, bu dille yazan, yazdığı dili çok seven bir dünyalıyım. Kendimi millet ve din kavramlarıyla tanımlayamam. Bütün bunlar güncel ve tarihsel arasındaki ilişkiyi nasıl kurduğumu sanırım gösterecektir. Roman yazarken içinde bulunduğum ruhsal algı budur. Yeni romanınız Kalenderiye’de de coğrafyalar iç içe. İtalya’da başlayan macera Kapadokya’da bitiyor. Kalenderiye de önceki romanlarınızda olduğu gibi coğrafyalar arası yolculuklar üzerinden kurulmuş. Sizin yazdıklarınızda insan kadar ruhu da gezginliği YETMİŞ İKİ MİLLET... nin bir parçası olarak algılanmaya açık duruyor. Romanlarınızdaki hatta öykülerinizdeki gezginliğinizi neye yorduğunuzu doğrusu merak ediyorum. Gezerim de ondan diyeceğim sanılmasın. Hayır, seçtiğim dönemin kahramanlarının karakteridir bu. Güvercine Ağıt’ta Gülbeyaz gezgin değildir, nedeni açıklanır. Dimitri niye yola çıktı, Leon neden yollardaydı, bu görülür. Ama ne Vasili, ne de Haydar gezgindir. Saruca Abdal bir derviştir, Melamet ehli neden gezer, saklısı yoktur. Fazıl tüccardır, Manzoni tüccardır, neden gezdikleri açıktır: Çünkü ortaçağ tüccarına “ayağı tozlu” derler. Kalender dervişi Yusuf göğün takvimine uyar, o bir ışık cismi gibi devran etmektedir. Göğün burçları ne yapıyorsa, yıldızların bir akıl düzenine göre dolaştığını düşünenler de onu yapar: Sürekli hareket halindedirler; onlara göğün takvimine uyanlar denilir. Çünkü kalender, aynı zamanda takvim sözcüğünün bir başka karşılığıdır. Ve çünkü Kalenderiye bir derviş zümresinin adı olduğu kadar, Yunani “iya” ekini düşünerek ele aldığımızda Kalender Ülkesi anlamına da gelir. Benim yazdığım romanların çok geniş bir coğrafyaya yayılmasının gezginlikle değil, kültürel iklimin yaşandığı havzayla ilişkisi vardır. Bunu ısrarla ve önemle vurgulamak zorundayım. Kalenderiye size göre insana ve dünyaya dönük neyi dert etmenin romanıdır? Bu soruya yanıt verecek kadar her şeyi bilen ve okurunu oraya yönlendirebilen Tanrı yazarlarımızdan değilim. Her dert ettiğim şeyin bir diğerine bağlandığını biliyorum, neyi nasıl açıklayabilirim? Zaman, mekân, akıl, cinsiyet, düş, aşk, vicdan, yalnızlık… Görüleceği gibi benim bir derdim yok, bir dertler zinciri taşıyorum. Bana ne yaptığımı sorarsanız işte taşıdığım bu dertleri zincir edip şıngır şıngır sürükleyerek dolaşan bir kalender olduğumu söylerim. Yani zamanı yazarım ya, söyleyen zamandır mirim Halim. ? Kalenderiye/ Gürsel Korat/ İletişim Yayınları/ 232 s. “Ben çok sayıda din, boy, soy arasında dolaşmayı seviyorum. Çünkü ben milliyetçi değilim ve hiçbir dinle bağım yok. Ben Türkçe konuşan, bu dille yazan, yazdığı dili çok seven bir dünyalıyım. Kendimi millet ve din kavramlarıyla tanımlayamam” diyor Gürsel Korat. CUMHURİYET KİTAP SAYI 946 SAYFA 5