07 Mayıs 2024 Salı English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Gürsel Korat’la ’Kalenderiye’yi konuştuk ‘Tarih tezi öne sürmek edebiyatçıya düşmez’ ‘Kalenderiye’, üç ayrı dönemde geçiyor, her biri üçer günde yaşanan üç bölümden oluşuyor. İnsani zaafları, şaşırma ve irkilme hissiyatını, hakikati ararken ölümün kıyısında dolaşan insanları, iyiliği ve unutmayı hatırlatıyor. Korat’la yeni romanın konuştuk. Ë Halim ŞAFAK aman Yeli ve Güvercine Ağıt’ın temel özellikleri Kapadokya merkezli bir geçmişin yeniden oluşturulması üstüne kurulmuş olmalarıydı. İlla bir yerden başlamamız gerekecekse bildik tarihle ilintilendirilmesine pek izin vermeyen bu tarih ilgisiyle roman arasındaki ilişkiden başlayabiliriz. Tarih romanı dendiğinde bundan ne anlamamız gerekiyor? Romanlarınızı bildik tarih romanlarından ayıran özellikler nelerdir? Ben tarihi roman yazarı değilim. “Tarih romanı” veya “tarihi roman” dendiğinde tarihsel bir olay veya tarihsel kişi üzerinde yoğunlaşan romanları anlıyoruz. Bu romanlar tarihsel bir gerçeği ifşa etmek, açıklamak ve hatta tezler öne sürmek için yazılır. Oysa bu, romancılık değil olsa olsa tarihçiliğin romancılık şeklindeki tezahürüdür. Hal böyle olunca roman, siyasal tezlerin çarpışma alanına döner. Kemal Tahir ‘Devlet Ana’da, Tarık Buğra ‘Kuruluş’ta ne yaptıysa, ona özenen bir yığın kişi de aynı şeyi yaptı. Bu yazar tavrının İslamcı, ırkçı veya sosyalist örnekleri bir yana, şimdilerde yeni milliyetçi ve liberal gibi şubeleri de mevcuttur. Tarih romanları, adından da anlaşılacağı üzere tarihi olayları anlatır. Genel olarak kötü, yaygaracı ve dediğim dedik bir üslupla yazılmışlardır. Ancak olağanüstü olanları da vardır: Hugo’nun 1793, Tolstoy’un ‘Savaş ve Barış’ ve Thomas Mann’ın ‘Seçilen’ adlı SAYFA 4 Z romanlarını şöyle bir anımsamak bile yeter. Olağanüstü olmalarının nedeni şudur: Hugo, Tolstoy veya Mann, herhangi bir tarihsel, toplumsal tezi kahramanlarına söyletmezler. Onların işi bir tez savunuculuğu yapmak değil, bir tarihsel dönemin olaylarını hem olduğu gibi kavramak hem de insanın bu olaylar karşısındaki halini roman cümlesine dönüştürmektir. UZAKTAN GEÇEN GÖRÜNTÜLER... Neden tarih romancısı olmayasınız? Siz de tarihi olayları anlatmıyor musunuz? Benim yazdıklarımda tarihi olaylar ve tarihsel kişilikler uzaktan geçen görüntülerdir. Benim hiçbir romanım gerçek bir tarihsel kişiliği kahraman olarak seçmemiştir. Çünkü ben romandaki her tarihsel sorunun bugünle ilgili bir sorun olduğunu söyleyen W.Benjamin gibi düşünüyorum. Şüphesiz, yazdığım romanlarda sözü edilen tarihsel dönemin insan ilişkilerini, dönem olaylarını inandırıcı bir biçimde kurmayı, o dönemde sözünü ettiğim olayların anakronik karakterde olmamasını gözetirim. Yani Kanuni devrinde yaşayan birini buharlı gemiye bindirmem. Bu, anlatılan karakterin sahihliğini yitirmemesi içindir, tarihi dönemde neler olduğunu açıklamak için değil. Hem, bir tarih dönemi romanını nasıl yazmalı ki? Bugünden düşünen, zihni bugüne göre işleyen ve bugünün diliyle yazan insanlar, çok eski bir çağı, bir dönemi ve kişiyi yazıp, “böyle oldu” derken, bu tez, hem gereksiz hem de tatsız olmuyor mu? Hatta böyle oldu bile demek yetmiyor, işi belgeler koymaya, fotoğraflar eklemeye vardıranlar da var. Bu durumda, yapılan şey roman yazarlığı mı, hızını alamamış bir edebi tarihçilik mi sorusu akla geliyor. Benim yazdıklarıma, içinde geçmişte yaşandığı söylenen olaylar bulunması nedeniyle tarih romanı diyeceklere itiraz edemem. Ancak ben sadece belirli toplumsal koşullar altındaki insanın dünyasıyla ilgilenmek ve seçtiğim bütün kahramanlarda, kendimde deneylediğim tüm insani halleri ortaya koymak dışında bir amaç taşımıyorum. Beni tarihi gerçekleri açıklamak ilgilendirmiyor. Büyük tarihsel kişilikleri yazmaktaki ısrara şiddetle karşıyım. Bu hal, yıllar önce Ömer Türkeş’in itiraz ettiği bir şeyi aklıma getiriyor: Türkeş, mealen, tarihi kişilerin mezardan çıkıp da yahu utanmıyor musunuz, biz böyle mi yaptık diyemedikleri için mi istismar edildiklerini sormuştu. Şüphesiz bu itiraz çok doğruydu ama ben bu konuda yine de anlayışlı olabilirim. Yazar her şeyi tahayyül ettiği gibi onu da varsın tahayyül etsin. Ama bunu yaparken hangi insani deneyimle bunu gerçekleştirdiğini, ortaya sürdüğü önermelerin hangi bilinmeyen bir insani durumu aydınlattığını da kendine sorsun. Milan Kundera, bir roman o güne kadar bilinmeyen bir insani durumu aydınlatmıyorsa ahlaka aykırıdır derken çok haklıdır. Bırakalım tarihi aydınlatmak bilginlerin ahlakı olsun, romancının değil. Oysa ben sizin yazdıklarınızda yeni bir tarih oluşturmak bir gibi farklılık olduğunu düşünüyorum. Bu, yazdıklarınızı ütopikleştiriyor. Tarihin içinde ama başka bir tarih oluşturuyorsunuz, desem? Reddederim. Yeni bir tarih oluşturmuyorum; yalnızca hayali tarihsel kahramanlar, tarihsel kıvamlı edebi sözler kuruyorum. Çünkü yeni bir tarih kurmak, tarih tezi ortaya koyma iddiasıdır. Verili tarihsel kurguya göre düşünmediğimi söylüyorsanız size hak veririm. Ama ondan ötesine hayır. Çünkü yeni bir tarih oluşturmak ve eğrileri doğrultmak edebiyatçıya düşmez. Örneğin ben ütopyayı gelecekçi bir tasarım olarak görmekten vazgeçip geçmişe döndürdüğümde, çıkıp da tarihte bir bilinmeyen Çiftaslan Ayaklanması vardır dedim mi? Hayır, böyle bir ayaklanma yok çünkü. Benim Saruca Abdal’ım gerçek bir tarihsel kişilik midir? Hayır. Benim hangi romanımdaki kişiye gerçek bir kişidir denebilir? Kendi yarattığım efsanelere göndermeler yaparak, kendi yazdığım beyitleri, kitabeleri tarihselleştirerek, edebiyata selam çakıyorum, tarihe değil. Yeni bir tarih oluşturmuyorum ben; tarih zemininde insanın açmazlarını yokluyorum. Benim işim tarihle değil estetikle ilgili sorunlardır. Güzel olanı bulmaktır, insanın vicdani, ahlaki, felsefi, politik ve günlük sorunlarını, edebi dile çevirip oradan söylemektir. OSMANLI ÖNCESİ Zaman Yeli Moğolların Anadolu’ya geliş zamanını, yani 1243’ü, Güvercine Ağıt 1294’ü eksen olarak seçiyor. Yeni romanınız Kalenderiye ise 1324 yılıyla açılış yapıyor. Üç romanın bu noktada yakınlıkları nelerdir? Kapadokya’dan hareketle, insan ve mekân merkezli bir tarih oluşturmaya çalıştığınız söylenmeli mi? Ben Osmanlı İmparatorluğu’ndan beslenen, İstanbul’da billurlaşan edebi dili kendi edebiyatımda kırılmalara uğratarak bir yenilik kuracağımı düşündüğüm için, Osmanlı’nın “av sahası”nın dışına çıktım. Bu, ancak daha önceki bir tarihsel döneme çekilmekle mümkün olabilirdi. Kitaplarıma konu olan ve sizin de andığınız bu tarihler, Osmanlı’nın olsa olsa embriyon olduğu bir döneme rastlar. O tarihleri ele alarak yazmamın nedeni budur. Yine de bu, Osmanlı olan ne varsa nefret ettiğim anlamına gelmez. Tarihte kalmış olayların veya toplumların yandaşı veya düşmanı olmak saçmadır. Olsa olsa anlamaya çalışabiliriz. Ben insan veya mekân merkezli bir tarihin nasıl kurulacağını bilmiyorum. Benim işim tarihsel zemin üzerinde gördüğüm iktisat, yönetim, ah ¥ CUMHURİYET KİTAP SAYI 946
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle