Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
1887 yılında Koprivştitsa kentinde dünyaya geldi. Velyu Debelyanov ile Tsana İlieva Stayçina ailesinin sonuncu (altıncı) çocuğudur. Bebeğe dedesinin adı verilir: Dinço. 1896 yılında, babasının erken ölümünden sonra, aile Plovdiv kentinde oturan en büyük kardeş İvan’ın yanına taşınmak zorunda kalır. Orada Dinço’nun kaydını “Sarı Okul”a yaptırırlar. Orayı bitirdikten sonra o, “Birinci Aleksandır” Erkek Lisesi’ nde iki yıl okur. İlk şiir denemelerini de orada yapar. O yıllarda gözde olan şair Penço Slaveykov’un hem hayranıdır, hem de etkisindedir. Debelyanov’un ailesi 1904’te Sofya’ya yerleşir. Aradan iki yıl geçer geçmez, Sıvremennost (Çağdaşlık) adlı dergide “Dimço Debelyanov” imzasını taşıyan “Suskun Gecelerde O Kız”, “Vişneler Açtığı Zaman” vb. ilk şiirleri yayımlanır. Kısa bir zaman sonra yazdıkları Bılgarska sbirka (Bulgar Derlemesi), Sıvremennik (Çağdaş), Nov pıt (Yeni Yol), Osa (Yabanansı) adlı dergilerde de basılmaya başlar. 1907’de Hukuk Fakültesi’ne, daha sonra da TarihFiloloji Fakültesi’ne yazılırsa da parasızlık yüzünden okuyamaz ve öğrenimini kesmek zorunda kalır. 1910 yılında D. Podvırzaçov’la birlikte Bılgarsa sbirka (Bulgar Derlemesi) dergisini yayımlar, Zveno (Halka) dergisinin de ikinci redaktörlüğünü yapar. Yedek Astsubay Okulu’nu 1914’te bitirir. Doğu Cephesi’nde savaşa katılır ve 2 Ekim 1916’da orada öldürülür. Dimço Debelyanov, Bulgar şiirinde simgecilik ve idealizm akımının en seçkin temsilcilerinden biridir. Onun şiirini ilginç kılan şey, bu şiirdeki lirik kahramanın kişiliğidir. O, yaradılışı bakımından gerçekçiyse de, ruh yapısı yönünden romantik bir kişidir ve kâh baba ocağının özlemiyle için için yanmakta, kâh “beyaz çiçekli vişneler” üzerinde dolaşan uzak anıların peşinde yaralı kanatlarıyla yol almakta, kâh kendi umarsızlığını unutup “evsiz, umutsuz ve üzgün” sevgilisini gönül sarayında ağırlamaya çalışmaktadır. Bu lirik kahraman, yoksulluk zengini gibi bir görüntü sergilese de, bu durumundan asla yakınmaz. Yazgıcılık, iyilik ve hoşgörü onun eşsiz erdemleridir. Debelyanov’un şiirleri ancak ölümünden sonra (1920) D. Podvırzaçov, N. Liliyev ve K. Konstantinov tarafından Şiirler adıyla yayımlanmıştır. KARA ŞARKI Ölüyor ve pırıl pırıl doğuyorum ben Çok karışık, düzensiz bir ruhum kendimce, gün boyu yaptıklarımı hiç dinlenmeden, amansızca yıkıyorum hemen o gece. İsteyerek nurlu, sessiz günler çağırsam kapkaranlık denizimi tufan titretir, ne zaman ki fırtınaya ihtiyaç duysam tüm sesler sessizliğe gömülür bir bir. Alev saçan bir şafağı özlediğimde, o da gelir ışığıyla kör eder beni, bahar vakti güzmüş gibi solar, erir de güzün açarım baharın çiçeklerini. Hiç durmayan akışı bir ruhsuz zamanın yaşanmadık bir yaşamın bittiği yerdir ve yuvasız ağlayışım engin sahranın üzerinde savrularak can vermektedir. MEKTUP Sıcak ve susuzluk getiren gündüz Karanlık bir yere gitti sessizce. Sarkıtıp göklerden çölvari bir yüz ıssız kent üstünde ağladı gece... Sana adanan bu gecede, gülüm, yağmur ‘şıp şıp’ının ninnileriyle aydınlık içinde uyuyor hüznüm SAYFA 30 çünkü bizi ayrılık beklemektedir. “Şafakta gideceğim, sen şafakla gel vedalık bakışını getir göreyim, onun sadakatini ezberleyeyim, ayrılık saatinde, zafere bedel. Ah Morna, Morna, benim kırılmış dalım, sakla dualarını, bahara güven, çünkü o bir rüya değil gerçekten ve sen yanıma döneceksin sanırım! Gece bizi korkunç bastırıyor göklerden yarasalar ağ dokuyor habire, güçsüzlüğün benden güç beklese bile inancına inanmayan birisiyim ben. Ve sen çekip elini yanan elimden yürüyorsun, bakışın karanlıklarda, ağlama gücün bile yitmiş şu anda, seni hep böyle anmak istiyorum ben... ÖLÜNÜN BİRİ O artık bir düşman değil dirileri düşmanlardan söküp süren sert dalgadan nasiplendi karşı sahil. Orda sınır göçüğünde yatıyor o, solgun, sakin... sanki gamlı o gözlerin son durağı gökyüzünde. Bu topraksı kıraç yerde, güney güneşine âşık, kana batmış, okunmadık son mektuplar titreşmede. Kim bu yatan, nerden geldi? Demek koşup cehenneme zafer hayal ede ede yenik ölmeyi öğrendi? Garip anne, işte oğlun. Onu zor günlerde bile inanılmaz bir sevgiyle bugün için mi korudun? Gülünç hüzün, garip tasa kıyamet kargaşasında! O, öldürmek karşısında ölmeyi mi seçti yoksa? O ki, düşmanlara dahil, bize merhamet mi etmiş? Eh, kısmeti bu demekmiş, ölen, bize düşman değil! PLOVDİV Çocukluğum gayet üzgündü benim! Gözyaşlarım gözlerimde kurudu! Burada karardı ilk kez evrenim ve fırtına başucumda savruldu. Burada duydum o emreden sesi: İnanmak, aramak yasaktır sana, yasaktır aşkın o haram meyvesi, düşlerin sürülmüş dağlar ardına. Bugün de bu kentte didiniyorum evsiz kederimin sabit evinde bir avunç aramak biricik zorum kaybolmuş bir gemi gibi enginde. öyle kaygılarla eziliyorum ki istemem dünü düşünmek bile. GARİBAN TÜRKÜSÜ Ben savaşta ölsem bile hiç kimseyi yakmaz kahrım, ne annem var, ne aile, ne de gerçek can dostlarım. Üzgün de değilim oysa, garibanlık budur işte kalbimde tek avuntuysa: ölmek zaferle birlikte. Neşesizdir yaşam yolum zenginliğim hep benimle: eşsiz dertlerle doluyum ve olmadık sevinçlerle. Kimsecikler bu dünyadan sezmeyecek gittiğimi, hiç gereksiz anılardan arda kalan türkü gibi. KİTAP SAYI 904 Cevat ÇAPAN Şiir Atlası Dimço Debelyanov/ Şiirler/ Çeviren: Ahmet Emin Atasoy ‘inancına inanmayan birisiyim ben’ aklında o senin ilk “Evet”inle. SABAH Fırtına sonrası susku ve huzur, Gecenin ardından sınırsız bir nur. Pürüzsüz ve geniş yol üzerinde ışıklar coşkulu dans şöleninde; Kral yolunda kralca kendinden emin bir kartal yüzüyor göklerde engin. Oysa ben, sarhoşum sanki büsbütün, ilk ışıklarından başlayan günün, güneşle sırdaşım ve yürüyorum renk renk tarlalardan geçiyor yolum, bir heyecan teri basıyor beni duydukça sabahın dediklerini, kokusuyla fısıldıyor her çiçek: Bugün o gelecek, ah o gelecek. GECE SAATİ Ormanda umutsuz yatan dalları acep dehşetiyle zorlu bir günün fırtına mı sarstı uyku anında? Acep sıyrılarak koynundan göğün kimsesiz şimşek mi böyle parladı, bir yolcu mu öldü onun şavkında? Acep uçurumda taş iniltisi duyan o kötücül, haçsız bir mezar peşinden mi koştu böyle dehşetle? Sen, ey kirletilmiş taçlar gecesi, sen, ey kirletilmiş yazma yadigâr, yalnız, mutsuz ol da, başımda bekle! UYUMAKTA KENT Sessiz karanlıkta uyumakta kent. Vefasız gecenin sadık oğlu ben sokaktayım, üstüme hiç dinmeden yağıyor, yağıyor, yağıyor rahmet... Adımlarım ritmiyle bir ölçünün kara duvar diplerinde yitmekte ve gizlice beni takip etmekte geçen günlerime duyduğum hüzün. O sevimli yüz ve o şirin gözler önceden evime aydınlık veren canlandıkça anılarda yeniden artıyor, artıyor, artıyor keder... Bir çocuktu sanki, o, geldiğinde, korlu gülücükle dudaklarında güzelliğe susamışlık anında emdim tüm büyüyü o eşsiz tende. Ah, geçmiş, sen ki o kadar yılın hüznüyle buzlaşmış karanlık bir yer ve içinde eririm ben kimi sefer niçin niçin? diye soran acımın. Sessiz karanlıkta uyumakta kent. Vefasız gecenin sadık oğlu ben sokaktayım, üstüme hiç dinmeden yağıyor, yağıyor, yağıyor rahmet... *** Baba ocağına bir dönebilsen akşamın yavaşça sönüş anında dertli ve mutsuzlar şefkat bulurken o sessiz gecenin sessiz bağrında. Acılı günlerden geriye kalan siyah yorgunluğu silkinsen şöyle, özlenen o ürkek adımlarından neşelense avlu ürkek neşeyle. Ak saçlın beklese kapıda seni başın koyup onun güçsüz omzuna, duyup gülüşünde eridiğini tekrarlasan sık sık: ana, ah ana... sonra da o bildik odaya girsen son sığınak gibi sevip saydığın sessizlikte bakıp, derdini desen, eski ikonaya yorgun ve dalgın; ben, desen, hazırım artık son fecre, ki güneşim aştı son ufukları... ................................................. Ey siz, ana ve yurt için boş yere yanan bir garibin son çığlıkları! *** Hatırında mı, hatırında mı o avlu sessiz, o sessiz ev, ortasında bembeyaz vişnelerin? Ah, uzak kaygılarım ve anılarım gereksiz n’olur hapishanemde art arda dirilmeyin, ben ki kilit altındayım bir hücrede güneşsiz, gözetimi altında kirlenmiş şerefimin uzak kalmış kaygılarım, anılarım gereksiz, geçmişteki günlerimdir kesilmiş cezam benim! Hatırında mı, hatırında mı o avlu sessiz, beyaz vişneler arasındaki şamata ve gülüşler? Ah, sakın uyandırmayın aydınlık koroyu siz, çünkü onun melekleri maziye gömülmüşler, ben ki kilit altındayım bir hücrede güneşsiz, uzakta kalmış kaygılarım, anılarım birer birer, bir düşmüş, bir düşmüş o avlu sessiz, ve bir düşmüş meğerse o bembeyaz vişneler! *** Seni hep böyle anmak istiyorum ben: evsiz barksız, umutsuz ve sonsuz yılgın, ellerin ellerime kenetlenirken kalbime kapanıyor kederli alnın. Yan tepede ağaçlar titriyor tir tir donuk duman içinde kent uzaklarda ve aşkımız çok daha kutsal şu anda CUMHURİYET