23 Aralık 2024 Pazartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

? yoğun ve canlı anılarıyla desteklenen, yumuşak ve uzun süreli bir sevgi ilişkisinin kapısı açılır. Ortak yaşam kurmanın, çocuk yapıp yetiştirmenin, iyi ve kötü günleri birlikte karşılamanın zamanıdır artık. Aynı analojiyle konuşursak, hastanın ateşi düşmüş, iyileşme süreci başlamıştır. Üstelik, olağanüstü deneyimlerden geçmiş, çok daha zengin zihinsel aşamalara ulaşmış birisidir artık. EN AZ AŞK KİRLENİYOR Aslında edebiyatımızda da çok narin bir konuya girdiniz! Özellikle son dönemde fazlaca da yazılır çizilir oldu; 'aşk'ın mahremiyetini korumak gibi bir çabanız oldu mu? Kirletenlere karşı bir önduruş örneğin? Aşk insan ruhunun derinliklerinde, topluma en uzak bölgelerde biçimleniyor. Bu nedenle, içinden geçilmekte olan tarihsel dönemin etkilerine en kapalı yanımız aşk. Bir kirlenme varsa, en az aşk kirleniyor. Tüketim çılgınlığının ve acımasız rekabetin kışkırttığı bireycilik ve narsisizm yatıştığında, insan kendini oradan başlayarak yeniden inşa edecek bence. Son dönemde üzerinde fazlaca yazılıp çizilense aşk değil, bu 'markaisim' altında, toplumsal kimliğin döneme özgü ve dışa açık yanları aslında. Popüler kültür, insanın içine bakmak ve orada olan biteni anlamaya çalışmak yerine, hazır modelleri çoğaltıp satmaya çalışıyor. İşletme mantığıyla bakıldığında, kendi açısından doğru olanı yapıyor elbette. Bireysel girişimcinin aklı yalnızca kendi yararını hedefleyerek çalıştığına göre, olağan bir durum bu. Konuyu biraz değiştirelim, gene bir sav üzerinden yol alalım; derler ki, “Bütün büyük aşklar gayrimeşrudur.” (Mehmet Eroğlu, Yüz: 1981, s. 373) Hakikaten de böyle midir; yani gayrimeşruluğu farklı mı değerlendirelim ya da? Bu bağlamda etik nerede durur? Kutsal kitaplar şiddet ve cinsellik konusunda, 'Öldürmeyeceksin' ve 'Zina yapmayacaksın' şeklinde özetlenebilecek yasaklar koyar. Söz konusu yasaklar, görüldüğü gibi, aşkın enerjisini sağlayan iki temel dürtüyü, saldırganlık ve cinselliği hedef alır. Bu dürtüler çoğu zaman iç içedir. Marquis de Sade'ın yazmış olduğu gibi, “Ölümle içli dışlı olmanın en etkin yolu, O'nu hovarda ve sefih bir yaşama ortak etmektir.” Bataille, söz konusu yasakların, üretim sürecini koruma kaygısından kaynaklandığını ileri sürer. Bir başka deyişle, insanı insan yapan, uygarlığımızı borçlu olduğumuz temel etkinliğin, çalışmanın önünde bir engeldir aşk, daha genel anlamıyla erotizm. Ancak yasak, engel olurken kışkırtır ve yol gösterir. Bu bağlamda, etiğin bir yandan engellerken, aynı anda göz yumduğunu söyleyebiliriz. Romanlarda ve filmlerde kalbimiz çoğu zaman aşıklardan yana atar. Levent Mete Ama eşiniz birine âşık olursa olayı bambaşka algılar, çok farklı tepkiler verirsiniz. Peki ya sizin romanınızda yaşanan aşk gayrimeşru mudur? 'Aşk Hastalığı' tutkuyla vicdan arasında gidip gelen bir roman. Âşıklar, eşleri ve çocuklarıyla sürdürdükleri, büyük ölçüde mutlu ve sorunsuz yaşamlarından çıkarak birbirlerine yöneliyorlar. Vicdan muhasebesi baştan sona peşlerini bırakCUMHURİYET KİTAP SAYI mıyor, bazen bir tarafa bazen diğer tarafa hak veriyor, bu gerilimin elinde kıvranıp duruyorlar. Sonuç olarak, yaşadıkları ilişki, yasal açıdan olduğu kadar, etik açısından da 'gayrimeşru.' Üstelik bunun fazlasıyla farkındalar. Romanların sonu son dönemde mutsuz biter oldu. Bunu neye bağlıyorsunuz? Bakın sonlarına doğru kitabınızdan bir alıntı: “Neden yaptım bunu? Her şeyi arkamda bırakıp, neden böyle eriyip yok olmayı seçtim?” Olaylar, türdeşlerimize yönelik tutkuların oradan çekilip, ekonomik ve toplumsal başarıya yöneltildiği bir atmosferde, günümüzde geçiyor. İnsanın, insandan arındırılıp, mallar ve ekonomik göstergelerden oluşmuş yığınlar arasına hapsedildiği, gırtlağına kadar bunlara battığı, üstelik daha fazlasını istediği bir dünyada yaşıyoruz. Yine de, bütün açgözlülüğümüze, doymak bilmez hırslarımıza rağmen, içine gömüldüğümüz yalnızlığın hüznü eşlik ediyor bize. Her türlü çıkış olasılığı etkileniyor bu durumdan, kaçınılmaz biçimde dönemin damgasını taşıyor. Söz konusu duygunun, roman kahramanlarının da içinde bulunduğu kentli orta sınıflar için bir tür bilinç işareti olduğunu düşünüyorum. Daha kötüsü mutsuzluk olanağının da yitirilmesi olurdu. Eğer bu gerçekleşirse hiç umut kalmayacak çünkü, çılgın bir tüketim coşkusuna tümüyle kapılıp gidecek, başkalarının yaşadığı yıkımlara hiç aldırmayacak, tarihin ve dolayısıyla dönüşümün bittiğine, bundan böyle sonsuza kadar sürecek bir sefahat içinde, kuşaklar boyunca yaşanıp gidileceğine inanmaya başlayacağız. ENGELLER İÇİMİZDE... “Ey özgürlük!” Düşlerin bir hayali midir yoksa? Hakikate varmada başarıya ulaşır mı dersiniz; özgürlük? Özgürlük, etkin ve zorlayıcı bir kavram. Kullanmaktan çok, çabalayıp hak etmeyi çağrıştırıyor. Hayali kurulan, gerçekleştirilmesi arzulanan hedef özgürlük. Başarıysa, yola çıkanı bekleyen olasılıklar arasında yer alıyor, tanımı gereği yer almak zorunda. Yine tanımı gereği arada engeller de olmalı. Onları aşmaya çalışarak, bir umudun peşinde, karşınızdaki direnci sürekli hissederek yol almalısınız. Romandaki âşıklar bunu yapıyorlar. Hepimiz yapıyoruz bunu. Öte yandan, ikili oynadığımızı, bir yanımızla özgürleşmeye çalışırken, diğer yanımızla boyun eğmeye, boyun eğmenin sağlayacağı güven duygusuna sığınmaya çalıştığımızı da unutmamalıyız. Yapılan araştırmalar, insanın ruhsal ve toplumsal gereksinimleri arasında birinci sırayı güven ve korunma gereksiniminin aldığını gösteriyor. Daha sonra sırasıyla, yeterlilik, sevgi, toplumsal saygı, onur ve son sırada gerçeği tanıma gereksinimleri geliyor. Bir başka deyişle, insan korkutulmaya ve güvenliğini tehdit altında hissettiğinde toplumsal kimliğini oluşturan diğer niteliklerinden vazgeçmeye yatkın bir yaratık. Engeller yalnızca dışarıda değil yani, hatta belki fazlasıyla içimizde. ? eoztop@aof.anadolu.edu.tr Aşk Hastalığı/ Levent Mete/ Can Yayınları/ 226 s. 897 SAYFA 5
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle