29 Nisan 2024 Pazartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

? mi? Oraya nasıl geldi ben de merak ediyorum. Nasıl oldu da bu mektuplar o yazılan şanslı kadının elinde kalmadı, ondan sonra bir yerlere gitmedi de birileri alıp, oraya koydu? Belki de bu bir kural, biliyorsunuz saray düzeninde ölen birisinin tüm malları zaten devlete kalıyor. Ve bunlar arasında böylesine kişisel bir hazine de vardı anlaşılan. Belki de ileride böylesine zevkle okunan bir romana hikâye olmasını istedi ve şanslı kişi olarak da siz seçildiniz, olamaz mı? Harikasınız; demek ki böyle. Kaç yüzyıl geçmiş ve hiçbir keşfeden olmamış o zamandan bu yana. Demek ki beni beklemiş. Böyle düşünmek çok hoş. Romanda hadımların dünyası bir hayli dikkat çekici. Erkekliklerin söndürüldüğü, hareme dahil olma şartlarından başı çeken unsur olması… Ama görüyoruz ki, duyguları hiçbir zaman, ne olursa olsun söndürülemiyor!.. İmkân var mı buna? Bedeniniz ayrı bir şey ama, ruhunuzu değiştiremezsiniz ki!.. Aşk da her şeyden öte, ruhsal bir durum. Ama bedensel birtakım hareketlerle tamamlanıyor. Sadece tamamlanıyor, yalnız bu değil! Aşk dediğimiz zaman önce yüreğimizde oluşan şeyi dışarıya vuruyoruz; önce yürekteki ateş, sonra bedendeki diye düşünüyorum, onun için böyle aktardım. Nereden çıktı peki bu kahraman; sonuçta ilk anda padişah ve cariyenin hikâyesini okuyacağız gibiydi… Romanımdaki haremağası baştan önemli bir karakter değilken, yazdıkça kendini önemsetti. Çünkü o, bu romanın geçtiği tarihten 200 yıl kadar önce yaşamış olan gerçek bir karaktere gönderme yapıyor! Aynısı değil ama böyle bir karakter var ve böyle bir olay olmuş. Hatta onu romanın içersinde kısa da olsa anlattım, dayanamadım. Öyle dehşet verici ki bu, yetişkin bir erkeğin yaşamda bazı hedeflere ulaşmak için, erkekliğinden kendi rızası ile vazgeçmekte! Bu bana gerçekten vurucu geldi ve bu karakteri koyunca romana; gittikçe kendini önemli bir hale getirdi ister istemez. Aslında damgasını da vurdu! Az önce harem konusuna ayrıca değinelim demiştiniz. Bunu konuşalım mı biraz da? Harem kavramı aslında hep tekdüze, atgözlüğünden bakılarak günümüze kadar gelmiş. Sadece cinselliğin varolduğu bir yer gibi düşünülmüş. Aslında öyle değil! Osmanlı sarayının haremi başlı başına bir okul! Eğitim verilen bir yer her şeyden önce ve orada bulunan kadınlar; padişahın yatağına aldığı kadınlar değil! Padişahın hizmetinde bulunan ve bir yandan da çok iyi eğitim verilen kızlar/kadınlar bunlar. Müzik eğitimi, güzel sanatlar eğitimi, raks eğitimi gibi birçok eğitim dalı var haremde verilen. Bunların tamamı tabii, o zaman için Allah'ın yeryüzündeki gölgesi kabul edilen kişinin rahatlığını sağlamak için. Bu rahatlığın sağlanması sadece cinsel anlamda değil! Bu yanlış görülüyor. Harem bir takım şeylerin üretim yeri aslında. Sanıldığından çok daha önemli bir kurum; devletin içerisinde varolan bir kurum. Burada padişah anneleri, şehzadeleri var; bunlar da haremin içerisine dahi olan kişiler. Romanımdaki padişahın annesi yok, çok önceden ölmüş. Bakın yine aynı yere geldik. Burada gerçeği gözardı etmedim; bir anne uydurmadım! Uydurabilirdim ama bu yanlış olurdu; ne zaman öldüğü belli 1. Abdülhamid'in. Eğer annesi olsaydı, olaylar da farklı gelişebilirdi, çünkü valide sultan da çok güçlü bir kişilik. Osmanlı tarihinde romanı yazılacak pek CUMHURİYET KİTAP SAYI çok insan var!.. Kadın kimliğini önemle işliyorsunuz romanda. Az önce de bahsettiniz, güçlü kişilik validelerden; tarihe damgalarını vuruyorlar. Gene bahsettiğimiz üzere, orada yetişenler bir süre sonra padişahı da cinsel anlamda etkiliyorlar… Etkileyebilir ama, padişah sadece onlardan etkilenmez. Şimdi çok genel konuşuyorum, sadece romandaki padişah için söylemiyorum; padişahın danışacağı pek çok kişi vardır; bunlardan birisi de valide sultandır aslında. Diyorum ya, tarih olaylarını çarpıtmak, kendine göre yorumlamak çok kolaydır; onun için de bazı yanlış anlaşılmalar da olmuş, ancak şunu da teslim etmeliyiz: bazı padişah anneleri politikada çok etikili olmuş! Genel bir eğilim değil ama bu! BAŞROLDE AŞK Şunu romanda sordurtuyorsunuz, ben de burada size sormak istiyorum; “Sahi, aşk dediğin erişilmezliğin tadı mı yoksa? Ya da felaketin tadı?” Bence ikisi birden ama çok güzel bir felaket. Bir yandan da erişilmez olması değerini artırıyor. Burada ben bunu da işledim. Sonunda cariye anlıyor ki, kendi yarattığı bir imgeye âşık olmuştur o ve padişah onu tekrar fark ettiğinde de artık çok geçtir. Yani ben, tüm olaylara hem bir sanat tarihçisi gözü ile baktım, hem bir yazar, hem de bir kadın gözüyle baktım ve her şeyi değişik perspektiflerden ortaya koydum. Belirtmeliyim tekrar; başrolde hep aşk vardı! Romanda dil farklılık gösteriyor. Bilinen anlatımdan farklı… Roman üç ağızdan gelişiyor biliyorsunuz; padişah, cariye ve hadımağası. Bu insanlar 18. yüzyılda yaşıyorlar ve bu romanda başka bir anlatıcı yok. Bunlar konuştuğu zaman, tümüyle günümüz Türkçe'siyle konuşamazlar diye düşündüm. Böyle olursa, Brecht'in Yabancılaştırma Efekti gibi olur geldi bana. Bu yüzden bir biçimde onları günümüzden dil olarak koparmaya çalıştım. Beni belki de en çok zorlayan bu oldu; dengeyi bulmak. Sonuçta bu romanı her yaştan insan okuyacaktı, bu yüzden bir dengeye varmaya çalıştım. Özellikle bazı sözcükleri eski halleriyle bıraktım, bilinçli olarak. Bunlar tabii, okuyucuyu ısındırmak için yapıldı. Okuyucu bu romanın sayfalarında gezindirirken, bir yandan da 18. yüzyıl İstanbul'unda, 18.yüzyıl haremindeymiş gibi hissetirmeye çalışmak; o atmosfer içinde yaşatmak için bu eski sözcükler gerekiyordu. Sonra sonra romanın arkasına küçük bir sözlük hazırlasam mı diye düşündüm ama bunun romanın ahengini bozacağını düşündüğümden vazgeçtim. İlk kez o sözcükle karşılaşan bir okurun, metnin gidişinden o sözcüğün ne anlama geleceğini anlayacağını düşündüm. Merak ediyorum: İlk iki romanınız geçmişe aitti, geçmişin mekan ve kahraman olduğu romanlar yazdınız; var mıdır ileriye dönük projelerinizde, şu zamanda geçecek olan bir hikaye? Öyle bir sordunuz ki, anlatmalı mı!.. Şu anda iki roman üzerinde çalışıyorum. Bir tanesi daha yakın bir tarihte geçen bir hikâye; kendi kendine oluştu bu. Büyükada'da eski, terkedilmiş bir köşke gitmiştim. Orada esin perileri gelip kondu omuzlarıma, eve dönüp deliler gibi yazdım. Ertesi gün de bambaşka esin perileri geldi, bu defa da kendi yaşantıma dair, tamamen subjektif bir tarih yazmaya başladım, ikisini birden yürütüyorum. ? [email protected] Cariye/ Gül İrepoğlu/ Doğan Kitap/ 144 s. 897 SAYFA 21
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle