29 Nisan 2024 Pazartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Unutmamalı ki Türkçeleri geliştirmek, ortak bir anlayışla Büyük Türkçeyi kurmak; tek tek bütün Türk uluslarını güçlü kılacağı gibi, bir bütün olarak varlığımızı daha iyi gösterecektir. Unutmayalım ki, gerçek güç; kol gücüne değil, kültür temeline dayanır. vrupa’nın ortalarından Asya’nın doğusuna kadar uzanan coğrafyada; kültürleri, yaşayış biçimleri yer yer örtüşse bile, benzemeyen yönleri, kendi özellikleriyle ilgi çeken, geniş bir Türk dünyası var. Bu uzak coğrafyadaki ulusları, ortak bir kültür temeline yerleştirmek olanağı var mı? Ortak kültür temeli olarak gördüğümüz dil, nasıl geliştirilebilir? Ortak Türkçe; kültürün, bilimin, edebiyatın gelişmesine yansıyabilir mi? Çeşitli ulusların uyum içinde yaşamasına nasıl yardımcı olur? Uzak coğrafyalarda komşu ilişkileri, üretim, doğa ilişkileri yaşama biçimlerini etkiler. Bu etkileşim dile de yansır. Önceleri ağız özelliği gösterirken, giderek lehçe ağırlığı kazanmaya, kaynaklarından uzaklaşmaya başlayan diller bağımsızlığını kazanır. Komşu ülkeler arasındaki kültür örtüşmesinin en çok dile yansımasını, doğal saymalıdır. Bu örtüşme; Osmanlı Devleti gibi, geniş bir coğrafyada ayrı kültürlerle bir arada 700 yıl yaşayan bir İslam devletinde, Osmanlıca diye bir başka dilin de doğmasına yol açmıştır. Bilimle, teknikle, sanatla, ticaretle gelişen ilişkiler; kendi alanlarına özgü sözcüklerin Türkçeye yerleşmesini kolaylaştırmıştır. Kimi zaman dilin yapısına uydurularak, kimi zaman olduğu gibi yamanarak Türkçeye giren bu sözcükler dilin yapısını bozmuşlardır. Canlı bir varlık olan dilin evriminde; yaşama biçimleri ile kültür ilişkilerinin dili etkilemesini, yapısal değişimlere yol açmasını doğal saymalıdır. Ancak bu durum doğaldır diye dili kendi haline bırakmak doğru olmaz. Dili işlemek; yeni anlatım olanakları kazanmasını, bilimin, sanatın gelişmesini göstermek için, hazırlamak gerekir. Süreklilik isteyen böyle bir çalışmada ortak yazı dilini temel almalıdır. Ortak yazı dili için de ortak abece’de uzlaşma sağlamalıdır. Mustafa Şerif ONARAN Değinmeler A Türkçenin gelişmesi Düzeltme iminin bütünüyle kalktığını sananlar olduğu gibi, uzun okunması gereken Osmanlıca harflere düzeltme imi koymayı alışkanlık haline getirenler de var. Bu karmaşa sürüyor. Türkçenin eklemli bir dil olduğunu, kesmeli söyleyişe uymadığını anımsayalım. Yazımda kesme imi kaldırılmıştır. Bileşik sözcüklerin yazımı da bir başka tartışma konusudur. Türkiye Türkçesinin yazımında bu sorunlar çözüme ulaşıp ortak bir “Yazım Kılavuzu” anlayışına varılamadan, abece’ye X, Q, W gibi harflerin girmesini isteyenler ayrı bir tartışmaya yol açmaktadır. ortak sözcüklerle genişleterek, büyük bir söz dağarı oluşturmaktır. Giderek söyleyiş biçimlerinde yakınlaşmalar sağlayarak ortak bir Türkçeye ulaşmaktır. Türkiye Türkçesinin sözcük dağarını zenginleştirmek için elyazması eski metinlerde yer alan Türkçe sözcükleri taramak, bölge ağızlarında yaşayan söz değerlerini derlemek, Türkçe köklere, eklere dayanarak yeni kavramlara terimler türetmek gerekmiştir. Bu çalışmalar “Derleme”, “Tarama”, “Terim” sözlüklerinin oluşmasına yaramış, Türkçenin söz varlığı belirmeye başlamıştır. Doğrusu istenirse hiçbir dilin söz varlığı tam olarak saptanamaz. Canlı bir varlık olan dil kendini yenileyerek değişir. Söz varlığımızı iyi bilirsek, Türkçeye dayanarak yeni terimler türetirsek; dilimize giren yabancı kavramlara karşılık bulmak kolaylaşır. Yabancı kavramlar yan kavramlarıyla birlikte girer dilimize. Bunlara karşılık bulunmazsa Türkçe düşünemez oluruz. Türkçe köklerden türetmek gerekir terimleri. Türkçenin gelişmesi buna dayanır. Şanizade Ataullah Efendi adında bir hekim, XVIII. yüzyılda, hekimlik terimleri üzerine çalışırken Türkçeyi temel almıştı. Yüz yıl sonra Mazhar Paşa adında bir başka hekim Arapçaya dayanarak yeni terimler türetti. Bu çalışmalar Osmanlıcaya, belki Arapçaya yarasa bile, Türkçe için iyi olmadı. İnsan kendi diliyle düşünemezse düşüncesini geliştiremez. Batı uygarlığının dayatmasıyla dilimize giren yabancı kavramlar Türkçe düşünmeye engel olacak kadar dilimizi “tehdit” etmeye başladı. Unutmayalım ki hiçbir dil gökten zembille inmedi. Dilleri yaratan insanların zekâsı, düşlem gücüdür. Bu güç birleştirilirse Türkçenin anlatım olanağı artar, Türkçe daha da gelişir. Batı’dan geçen yeni kavramlar bütün Türkçelerde karşılığını bekleyen büyük bir boşluk olarak duruyor. Bu yeni kavramlara bulunan karşılıklar öteki Türkçelerde de benimsenirse, söz dağarındaki ortak sözcükler çoğalır, büyük Türkçeye bir adım daha yaklaşılmış olur. Örnekse Türkiye Türkçesinde kompüter yerine “bilgisayar”, faks yerine “belgegeçer” öteki Türkçelerde de benimsenirse, çoğalan ortak sözcükler birbirimizi anlamayı kolaylaştıran küçük köprüler oluşturur. Daha önemlisi, Türkçesi bulunan kavramlar yeni sözcüklere kapı aralar. Böylece Türkçeler arasında sağlam bir ağ örülür. Yapısal özellikleri bakımından Türkçe kadar sağlam kurallarla donatılmış bir dil yoktur. Doğubilimci Max Müller’in Türkçe için söylediklerini unutmayalım: “Bu göçebe ulusun böyle büyük bir dili nasıl kurduğuna şaşırıyorum” demişti. Göçebe kültürünün dilimize kazandırdığı kıvraklıklar var. Türkçedeki fiillerin gücü belki de bu kültüre dayanıyor. Ama artık Türk ulusları yerleşik bir kültüre geçmiştir. Dillerini de derinleştirmek, geliştirmek zorundadır. Ortak Türkçede birbirimizi daha iyi an ÖTEKİ ABECE’LER Daha Türkiye Türkçesinin yazımında bu sorunlar çözüm beklerken, büyük Türkçeyi yazı diline dayandırmak için ortak bir abece, ortak bir yazım anlayışını benimsemek, gerçekleşmesi kolay olmayacak bir düş gibidir. Kaldı ki Balkan Türkleriyle Kıbrıs Türklerinin dışında; Latin kökeninden gelen Türkiye Türkçesinin abece’sini benimseyen başka bir ulus yoktur. Azerbaycan abece’sinde gırtlak h’si yerine “X”, kalın K yerine Q, açık e yerine “ters e” harfleri kullanılıyor. Sesçil bir dilde ses özelliklerini belirten harflere yer vermek gerekse de, bütün seslerin yazıda gösterilemeyeceği ilkesini yeniden anımsayalım. Türkiye Türkçesinin bölge ağızlarında öyle sesler var ki, çevriyazıda bile onları göstermek olanağı yoktur. Yazımı yalınlaştırmak, kulak eğitimine önem vermek gerek. Belki de Türkçedeki ses uyumu, hecelerin eklemli oluşu bu söyleyiş biçimlerini değiştirmeye yöneliktir. Böylece lehçe özellikleri ağız ayrımına dönüşecek, ortak Türkçede yakınlaşmaya yol açacaktır. Gagavuzların Latin abece’sinde sesleri göstermek için başka yöntemler denenmiş; y harfi ile yumuşak g harfi kullanmadan, uzun okunmak istenen ünlüler iki ünlü harfle gösterilmiştir. Yağmur yerine yaamur, kazmaya yerine kazmaa gibi. Kimi zaman y yerine n geliyor: Dünyada yerine dünnada gibi. Türkiye Türkçesinin yazımında öldüren anlamına gelen “katil” sözcüğünü, öldürme anlamına gelen “katil” sözcüğünden ayırmak için “kaatil” yazımı düşünülmüştü. Çünkü a harfine düzeltme imi konursa a’nın uzun okunmasının dışında art ünlü olan a ön ünlü olacak, kalın k ince k’ye dönüşecek, böylece söyleyiş yanlışına yol açacak. Söyleyişte belirtilmese bile, yumuşak g harfinin Türkiye Türkçesinin abece’sinde önemli işlevi vardır: Söyleyişte kolaylık sağlama işlevi. Gerek Türkiye Türkçesinin, gerek öteki Türkçelerin yazımında ortak ilkeler saptamak hiç de zor değildir. Küçük ayrıntıları onur sorunu haline getirmemek, iyi niyetle çalışmak yeterli olabilir. lar, daha çok yakınlaşma olanağı bulur, kültürlerimizi ayrı ayrı daha güzel geliştirebiliriz. Kuşku yok ki dildeki ayrımların blirginleşmesinde, değişik yaşama koşullarının varlığı yadsınamaz. Yaşama koşulları değişmedikçe, ortak Türkçenin gelişmesi de beklenemez. Ortak Türkçe dayatmalarla da gelişemez. İlişkilerin süreklilik kazanması, iletişimin yakınlaşması yaşama biçimlerini etkiler. Ticaret ilişkilerinden sevi ilişkilerine kadar bir dizi yakınlaşma, yaşama koşullarımızı da değiştirebilir. Küreselleşmenin temelinde kültür yakınlaşmaları olmalıdır. Birbirimizi anlamayı kolaylaştıran kültür yakınlaşmalarıdır. Ancak, küreselleştirmede yüzeysel, bir örnek bir kültür dayatılırken; küçük kültür ayrıntıları, siyasal bir güç olarak gösterilmek isteniyor. Bu çelişkili durum, “böl yönet” anlayışını çağrıştıran bir sömürü düzenini düşündürüyor. Sovyetler zamanında da Türkçeler böyle bölünmemiş miydi? Ulusal onurun okşanması “Benim dilim seninkinden iyidir” anlayışını getirir, ortak çözümleri zorlaştırır. Türkçelerimizi geliştirmede yöntemlerimiz neler olmuştur? Osmanlıcanın Türkçeyi ele geçirmesi bize neler kazandırmış, neler kaybettirmiştir? Bize düşen kendi deneyimlerimizi anlatmak, öteki Türkçelerin bundan ne denli yararlanacaklarına ışık tutmaktır. Başka Türkçelerin Türkiye Türkçesine neler kazandıracağını da öğrenmek, dilimizin gelişmesine yardım edecektir. Türkçede “Tarihsel Sözlük” yapma olanağı bulunabilseydi; başlangıcından günümüze doğru, sözcüklerin geçirdiği yapı değişmeleri ile anlam değişmelerini daha iyi anlayacaktık. Tarih içindeki dil değişmeleri yaşamadaki değişimlerle koşutluk gösterir. Aynı kaynaktan gelen bir ırmağın değişik kollara ayrıldığını, her kolun ayrı bir Türkçeye uyduğunu düşünelim. Değişik kolların beslenmesi, gelişmesi birbirine benzemeyecektir. Aynı sözcüğün değişik Türkçelerde başka anlamlarda kullanıldığını anımsayalım. Türkiye Türkçesinde de aynı sözcüğün değişik yörelerde başka anlamlarda kullanıldığı görülmüştür. Bu durum dilin engeli olarak mı yorumlanmalı, zenginliği mi sayılmalı? Dili işleme hüneri diye bildiğimiz edebiyat, bu durumdan çok yararlanır. Sözcüklerin değişmeceli anlamları söz oyunlarına yol açan şaşırtıcı imgeler kazanır. Ama sözcükler yalnız edebiyatın malı değildir. Bilimde de sözün gücünü kullanmak gerekir. Bilim dilinde cinaslı sözcüklerin yeri yoktur. ÖZET Özetlemek gerekirse: Önce Türkiye Türkçesinde, sonra öteki Türkçelerde yazım birliği sağlanmalı. Bunun için yazımın temeli sayılan ortak abece anlayışına varılmalı. Yazımı yalınlaştırmalı, çevriyazıya dönüştürmemeli. Abece’de olabildiğince değişik harflerden kaçınmalı, yabancı sözlerde kullanılan harfleri kendi harflerimizle değiştirme yoluna gitmeli. Yeni kavramlara bulunan karşılıkları ortak olarak kullanabilmeli. Sözcük dağarını genişleterek Türkçeler arasına yeni yollar açıp, yeni köprüler kurabilmeli. Arapça, İngilizce, İspanyolca gibi uzak coğrafyalara dağılan dillerin; değişmeler gösterse bile, neden ayrı birer dil olmadığı; Türkçelerin neden birbirinden uzaklaştığı araştırılmalı. Unutmamalı ki Türkçeleri geliştirmek, ortak bir anlayışla Büyük Türkçeyi kurmak; tek tek bütün Türk uluslarını güçlü kılacağı gibi, bir bütün olarak varlığımızı daha iyi gösterecektir. Unutmayalım ki, gerçek güç; kol gücüne değil, kültür temeline dayanır. ? Bu sayfayla iletişim kurabilmeniz için dergilerinizi ve kitaplarınızı aşağıdaki adrese gönderiniz. YAZI DİLİ Türkçelerin yapısal özelliklerine bakılırsa; sesçil bir dil olduğu, söylendiği gibi yazıldığı, yazıldığı gibi söylendiği sanılır. Aslında hiçbir dilin ses özellikleri tam olarak yazıya geçirilemez. Yazım, çevriyazı değildir. Yazım ne kadar yalın olursa öğrenilmesi o kadar kolay olur. Yazı dilinde belirtilemeyen yazım özellikleri kulaktan öğrenilir. Kulak eğitimini gerektiren yazım özelliklerini yazıda göstermeye girişmek, durumu daha da karmaşık yapar. Önce Türkiye Türkçeslnin yazımında, uzlaşmaya varılamayan sorunlara çözüm getirmek gerekir. Sonra öteki Türkçelerin yazımında nasıl bir yol izleneceği tartışılabilir. Kısaca anımsamak gerekirse: L’den sonraki ünlüye, l’yi ince okutmak için düzeltme imi konmaz: Lale, lahza gibi. Hele Batı dillerinden geçen sözcüklere hiç konmaz: Reklam gibi. K’den sonraki art ünlünün ön ünlü olması, k’yi inceltmesi için düzeltme imi konur: Dükkân, Hakkâri gibi. Yazılışı aynı olan, ayrı anlamlı sözcüklere de düzeltme imi konur: Hala, hâlâ gibi. Görülüyor ki düzeltme imi tam olarak kalkmış değildir. SAYFA 28 YENİ KAVRAMLAR Üzerinde durulması gereken asıl önemli konu; Türkçenin söz değerlerini MUSTAFA ŞERİF ONARAN Hekimköy Sitesi 20. Sk. No: 8 06800 ÜmitköyAnk. Tel.: (0312) 235 91 11236 23 46 CUMHURİYET KİTAP SAYI 897
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle