23 Aralık 2024 Pazartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

M. Şehmus Güzel, güzel bir eser çıkarmış ortaya; tıpkı “Yılmaz Güney Hazinesi” adlı diğer kitabı gibi. Tatilde, otobüste, uykuya geçerken okunacak hafiflikte, ama insana yurttaşlık bilinci veren, üzerinde yaşadığı toprakların siyasal tarihini (bizler daha iyi yaşayabilelim diye bedel ödemiş insanların hayatı üzerinden) öğrenmemizi sağlayan bir kitap. önderler, Tukaçevski, Primakov gibi Kızıl Ordu komutanları ve hatta Babel, Meyerhold gibi sanatçılar da dahil olmak üzere pek çok önemli şahsiyet fiziken tasfiye edileceklerdir. Abidin Dino bunları Sovyetler’in sanat camiasından izleyecek ve giderek sorumlu göreceği Stalin’den yana eleştirel bir kimlik edinecektir. Erdoğan AYDIN Kritik T ürkiye’de ressam denince ilk akla gelenlerden biridir Abidin Dino. Dünya çapında da bilinen isimlerimiz arasında yer alır. Nâzım Hikmet’in, o herkesin bildiği, “Sen mutluluğun resmini yapabilir misin Abidin” dizesindeki sorunun muhatabıdır. Bu sorunun yanıtını bir tuvalde veremedi belki, ama hayatı boyunca mutluluğun resmini yapmaya çalışmış bir ömrün ismidir Abidin. Diğer pek çok yoldaşı gibi, kendisini değil, halkını ve ülkesini yaşam tuvalinin orta yerine oturtarak onların mutluluğunun resmini yapmakla geçirilmiş bir yüzyıl Abidin’inki; tüm benzerleri gibi bunun bedelini ödeyerek tabii... Eşitlikten ve özgürlükten yana ahlakını bizzat kendi yaşam bütünlüğünde göstermiş olanlarımızdan biri O... Bir uzun yol koşucusu, bir albatros kuşu yani... Abidin diye 40 yıllık arkadaşımdan söz ediyormuş gibi davrandığıma bakmayın, saygısızlıktan değil bu, Şehmus Güzel’in aktarımıyla, ‘sayın’ veya ‘bey’ denilmekten hoşlanmazmış, Abidin denilmesini istermiş kendisine... Upuzun bir ömür yaşamış Abidin ve görüyoruz ki çok güzel yaşamış; inandığı gibi yaşamış her şeyden önce ve niteliği yüksek yaşamış. 1913’ten 1993’ün sonuna kadar süren zaman içinde, bir yüzyılı bir ucundan öbürüne geçmiş; bir gazeteci, bir karikatürist, bir yazar, bir şair, bir ressam, bir heykeltraş, bir büyük sanatçı ve tabii bir siyaset adamı, inanmış bir militan olarak; bir yıldız gibi yani... Abidin paşa çocuğu aynı zamanda; yani sırtını dönse bizlerden haberdar olmadan yaşar gidermiş bir ömür, zevkü sefa içinde.. Ama öyle yapmamış; ülkesine ve halkına sorumluluğu hiç eksik etmemiş yanından, bir komünist olarak yaşamış. Gerek soğuk savaş gerekse öncesinde bir türlü açık çalışma yapmasına izin verilmemiş olan eski Türkiye Komünist Partisi’nin (TKP) üyesidir Abidin. Komünist olmayı kriminal bir durum olarak lanse eden egemen kültüre inat uluslararası bir şahsiyet olarak dünyanın dört bir tarafında saygın bir insan olarak yaşamış. Ancak ölümünden sonradır ki, sevgili yurdunda, Boğaziçi sırtlarında / canımın içini seyirlerde, müebbet bir huzura geçebilmiştir Abidin. DÖRT ELLE YAZILMIŞ METİNLER Prof. Dr. M. Şehmus Güzel, işte bu Abidin Dino’nun hayatını anlatmış bize (“Abidin Dino Hayat ve Sanat”, Peri Yayınları); daha çok da kendisine anlattırmış. 1980’lerin başından itibaren Parisli yıllarında arkadaşlık, dostluk ve yol arkadaşlığından hareketle söyleşmişler sık sık, ortaya bu kitap çıkmış. Yazarın ve Abidin’in ortak ellerinden çıkmış, yani dört elle yazılmış metinler bunlar. Üstüne bir de Güzin Dino’nunkileri eklemek lazım tabii... M. Şehmus Güzel, Abidin’in söyleşileri konusundaki titizliğini şöyle anlatır: “Teybe alınanlar önce dikkatlice yazılırdı. Sonra bu metni Abidin alır ve üzerinde bazen bir haftadan fazla bir süre çalışırdı. Nakış gibi işlerdi metni. Evet bu kadar titizlenerek kotarılmış söyleşiler. Abidin Dino’nun yaptığı bütün işlerde en iyisini yapmak, hatasız şeyler yapmak/yaratmak arzusunun sonucudur bu. Tabii pek çok çalışmaya da konu oldu Abidin Dino. Ne ki Abidin üzerine yazanların kiminde son derece ciddi hatalar Bir başka hayat: Abidin Dino met’i, Picasso, Chagall, Meyerhold, Eisenstein, Babel, Yaşar Kemal, Orhan Kemal ve daha nice insanlık değerini, bu söyleşilerde yanımızdan gelip geçerken, Abidin Dino’nun ağzından bize de Merhaba deyişlerini buluyoruz bu kitapta. Nâzım’ın hayatındaki yeri ise çok özel. İlk tanışma dönemlerinde Abidin henüz komünist değildir. Nâzım’ın, o günlerde bir ‘suç’ gibi lanse edilen komünistliği korkmadan taşıyabilmesi, sözünü esirgememesi onda büyük bir saygı uyandıracaktır. Şöyle anlatır: “Nâzıma doğru komünist olduğu için gitmem söz konusu değil. O yıllarda ben bu konuya pek dikkat etmiyordum. Onun cesaretine hayrandım. Kişiliğine hayrandım. Şunu da eklemeliyim; o yıllarda Nâzım’a sadece yakın çevresi ve yoldaşları değil, Türkiye’nin en tutucu takımı bile hayrandı. Bunun nedenlerinden biri Doğu’da şaire çok özel önem verilmesidir. Çünkü bizde şair sanki bir tür büyücüdür. Doğu’da şaire verilen bu önem Batı’da anlaşılmaz. Bizde şaire büyük saygı duyulur, Türk edebiyat geleneğinde Namık Kemal örneği de anımsanabilir.” Tabii bu önem, aynı zamanda şairden korkma ve ona düşmanlığı, onu elimine etmek için bir dizi tezgâh kurulmasını da beraberinde getiriyor. Nitekim Namık Kemal gibi, Nâzım’ın da hayatını zindana çevirmek için yapılanlar onun bu büyülü gücünden kaynaklanacaktır. Abidin, “Benim için Nâzım, olağanüstü bir insandı. Hayranlık duyulacak bir kişiydi. Son derece ilgi çekici, muhalif tipin ta kendisiydi” diyecek, onu örnek alacaktır. SOVYET DENEYİ GÖZLEMLERİ Abidin 1934’te Sovyetler Birliği’ne gidecek, dekoratör olarak sinema çalışmalarına katılacak, oranın sanat camiasına ilişkin önemli gözlemler edinecektir. Devasa bir kalkınma ve toplumsal seferberlik yanında, aynı zamanda idealist insanlarda hayal kırıklığı yaratan kötü bir dönemdir bu. Ordayken Sovyetler’in ikinci adamı Kirov öldürülecektir. Kirov’un kim olduğunu sorduğunda, dostlarından biri “bizim Mustafa Kemal’imizdir” diyecek, diğeri düzeltecektir: “Yok Mustafa Kemal’imiz değil, İsmet İnönü’müzdür”! Abidin, “o zaman öldürülen insanın Stalin’den sonra gelen siyasi lider olduğunu anladım” diyecektir. Bu ölüm aynı zamanda Sovyetler’de bir dönüşümün, sosyalist demokrasi adına elde edilmiş kazanımların tasfiyesi dönemi olacaktır. Bu karanlıkta kalan ölüm sonrası partinin ve ordunun en üst kademelerinden birçok komünist tasfiyeye uğrayacaktır. Sürgünler, kurşuna dizmeler yaşanacak devrim, amiyane tabirle kendi evlatlarını yemeye başlayacaktır. Kamanev, Zinovyev, Buharin gibi politik bulunuyor. “Ne iyi ki Abidin bunları görmedi” dememiz mümkün. Nitekim M. Şehmus Güzel’in, kitabının sonuna koyduğu “Abidin Dino’ya saygı” başlıklı Ek, bu gereksinimin ürünü M.Şehmus Güzel, Abidin Dino ile yaptığı söyleşiler sayesinde onun bütün yönleriyle portresini çizmeye çalışmış. Ama tabii hayatının zenginliğini gördükçe Abidin Dino hakkında mutlaka yazılması gereken daha pek çok şey olduğunu da kendiliğinden duyumsuyorsunuz.. Nitekim yazar da, “Bu söyleşi ve yazılar, Abidin Dino’nun özgeçmişine ilişkin daha ayrıntılı ve daha kapsamlı bir çalışmanın bir yerde ilk kilometre taşları olarak algılanabilir” diyerek bunu dillendiriyor. Bu sorumluluğu da Şehmus Güzel’den beklerken, elimizdeki çalışmanın, Abidin’i neredeyse doğduğu günden (23 Mart 1913) öldüğü güne (7 Aralık 1993) kadar epey ayrıntılı ve eğlenceli safhalarıyla izleme olanağı sunduğunu belirtmeliyim. Bu da az şey sayılmaz hani: “Yeri doldurulmaz Abidin’i anmak için” “MUHALİF TİPİN TA KENDİSİ” 1930’ların başında, yani Abidin daha 1718 yaşlarındayken, birçok insan onu sadece gazeteci ve karikatürist olarak tanırdı. Öyledir Babıâli nam mekânda Abidin Ağabeyi Arif ile Cumhuriyet senin Yarın benim gidip gelirler. Bir gazeteci bir yazar ya da bir karikatürist ile sohpet ederler. “Şimdiki Ankara Caddesi’nde tanımadığımız kimse yoktur diye söz eder Abidin, o günler için; Arif başta ben arkada dolaşıp duruyor, bir şeyler çiziyor, bir şeyler söylüyorduk; pek alışılmamış cinsten, ama pek fazla yadırganmıyorduk. Hani sirklerde Babıâli bir sirk kumpanyasıydı gerçekte her cambaz, uysal ya da vahşi her yaratık nasıl kendi marifetini gösteriyorsa seyircilere, biz de ‘numaramızı’ yapıyorduk.” Abidin’in hayatından bölümleri, hayatına girmiş insanları Neyzen Tevfik’i, Asaf Halet Çelebi’yi, Necip Fazıl’ı; Nâzım Hik “ALEVİLER PEK ÇOĞUMUZDAN İLERİ” Bu sırada kendi ülkesinde de, başta Nâzım Hikmet olmak üzere sol muhalifler uyduruk gerekçelerle tutuklanmakta ve inanılmaz cezalarla elimine edilmektedirler. Nâzım, Kemal Tahir, Hikmet Kıvılcımlı, 1938’de 28 yıl cezaya çarptırılacaklardır. II. Dünya Savaşı yıllarında ise sıra Abidin’in kuşağına gelecektir. 1940’lı yıllar Türk solu için korkunç geçer. Reşat Fuat Baraner’ler, Lütfi Erişçi’ler, Fikret Adil’ler, Hasan İzzettin Dinamo’lar, A. Kadir’ler, Rıfat Ilgaz’lar yanında Abidin ve Arif Dino’ların payına da acılar, sürgünler düşecektir. Ancak bu sürgünler, çoğu şehirli ve hali vakti yerinde ailelerden gelmiş komünistlerin, uğrunda mücadele ettikleri halkı daha yakından tanımasını da beraberinde getirecektir. Abidin’in sürgün yeri olarak payına düşen yer, Osmanlı’dan, özellikle Abdülhamit döneminden beri sürgün yeri olan Çorum’un Mecitözü kasabasıdır. Bu aynı zamanda Abidin’in büyük şansı olacaktır. Çünkü halkı Alevi olan Mecitözülüler, Abidin’e, “Hükümetin sürgüne gönderdiği biri mutlaka iyi bir insandır, mutlaka bizdendir” diye düşünerek Abidin’e çok yakın davranacaklardı. Abidin burada tanıyacağı Alevilere ilişkin gözlemini şöyle aktaracaktır: “Aleviler tekeşli, kadının kaçması filan yok, dostluk ve dayanışma içinde yaşayan insanlar. Dış dünyaya açıklar. Şiir, dans ve alkolle, çok iyi şaraplarıyla, cem ayinlerini yapıyorlar. Aralarındaki dostluk ve dayanışmaya biz belki ononbeş yüzyıl sonra varabiliriz. Belki hiç varmayız. Bizden, bugünkü insanların pek çoğundan çok ileriydiler. Bana kalırsa bu konularda öncü insanlar Aleviler.” Diğer sürgünler gibi Abidin de tam bir yokluk içindedir. Kaldığı taş odalı evde ne çanak çömlek ne de masa sandalye vardır. Yere gazete sererek yemek yemektedir. Yardımına bölgenin Alevi ileri geleni Pir Ali yetişir. Halı, kilim gibi eşyalarla odasını yaşanılabilir hale getirirler. İstanbul’larda, Odessa’larda, Paris, Londra, Cenevre, Moskova’larda, iyi koşullarda yaşamış Abidin, şimdi Mecitözü’nün taş odasında yerde yaşamakta ve her gün karakola mevcut bildirmektedir. Canını sıkmaz. İnsanları sever. Hayatını güzelleştirmeye, mutluluğun resmini yapmaya devam eder elden geldiğince “Bugünü de gördüm, Ölsem gam yemem gayrı’nın resmini yapar. İşin kolayına kaçmadan”... Buradaki insanları “Kel” adlı oyununda anlatacaktır. Daha sonra kardeşi Arif ile birlikte, ikinci sürgün yeri olarak, bir zamanlar dedeleri Abidin Paşa’nın vali olduğu Adana’da geçireceklerdir. “ANCAK ÖLÜM TESLİM ALABİLMELİ” M. Şehmus Güzel, güzel bir eser çıkarmış ortaya; tıpkı Abidin’in, bir kardeş gibi, sevecenlikle ve inanarak savunduğu Yılmaz Güney’e ilişkin yazdığı, “Yılmaz Güney Hazinesi” (Peri Yayınları) adlı diğer kitabı gibi. Tatilde, otobüste, uykuya geçerken okunacak hafiflikte, ama insana yurttaşlık bilinci veren, üzerinde yaşadığı toprakların siyasal tarihini, bizler daha iyi koşullarda yaşayalım diye bedel ödemiş insanların hayatı üzerinden öğrenmemizi sağlayan kitaplar bunlar. Kitaptan öğreniyoruz ki sürgünde, baskıda, ama özgür yaşamış Abidin Dino; Pertev Naili Boratav gibi, Yılmaz Güney gibi, Nâzım gibi. Nâzım’ın: “Bu işte insafsız olmalı, birazcık da kibirli / ne kahır ne keder, ne zulüm / Seni ancak ölüm / teslim alabilmeli” diyen satırlarındaki gibi... ? KİTAP SAYI 897 SAYFA 26 CUMHURİYET
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle