29 Nisan 2024 Pazartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

199091’de Ayşeabla Okulu’nda okuyan küçük Fırat Ayçık şöyle yazmıştı: “Ankara’yı seviyorum. Çünkü Ankara, Türkiye’nin başkenti…/ Ankara’yı seviyorum, çünkü ben Ankara’da doğdum. Ben Ankaralıyım.” Böyle binlerle, yüz binlerle Ankaralı var daha. Ankara, bütün Türkiye’de! Evet, hepimiz Ankaralıyız. Ankara’yı seviyoruz… nkara nerede?” diye bitirmiştim geçen hafta “Kitaplar Adası”nı. Öyle ya, hep dışından baktık Ankara’ya. Ne dersiniz, biraz da içine girerek sürdürelim mi konuyu? İçselleştirmek anlamına gelecek bu aynı zamanda. Mehmed Kemal, Türkiye’nin Kalbi Ankara’da (Çağdaş, 1983) şöyle diyor: “Ben Acılı Kuşak diyorum ya, Ahmet Muhip Şantiye Kuşağı diyor. Bir anlamda bizim kuşak bir şantiye kuşağıdır da… Ankara’nın birkaç kez yanıp, yıkılıp, yeniden yapıldığını görmüşüzdür. Evet, Ankara birkaç kez yeniden yapılmıştır, hâlâ da Atatürk Bulvarı’na bakın, yeniden yıkılıp yapılıyor./ Sadece yapılar mı? Rejim de öyle, kaç kez cumhuriyet, demokrasi, tek parti, çok parti diye yıkılıp yeniden yapılmadı mı?” (55) Bütün bu yıkıp yapmalar içinde Ankara’yı çağdaş anlamda ilk kentleştiren kişi kuşku yok ki Mustafa Kemal. Şeref Erdoğdu, Ankaram adlı kitabında (1965) sözlü tarih bağlamında, İbrahim Göktürk’ten alıntıladığı satırlarda, “Samanpazarı semtindeki bir askeri hastanede” sağlık memurluğu yapan Zühtü Kavukçu’nun sözlerini aktarıyor: “Hastane iyileşmemişleri bile taburcu ettiğimiz halde yine yaralılarla dopdoluydu. (…) Bir yaralı masadan kalkarken yerine başkası yatırılıyor. Tam bu sırada odaya birkaç gölge ve ayak seslerinin girdiğini hissettim.(…):/ “Kolay gelsin doktor… Başlarımızı uzatarak dikkatle baktık. Gelen Gazi idi. (…)/ Doktor hele bir hastaneyi gezelim dedi. Hep beraber odaları gezerken ve yaralıları üst üste balık istifi tahtalar üstünde görünce Gazi’nin gözleri birden şimşeklendi ve Kaç hastanız var? Karyola battaniye ve yatağınız yok mu diye sordu. Doktor:/ 600 hastamız olduğunu mevcut 100 karyolayı kurduğumuzu ve ihtiyaca yetmediğini söyledi. Gazi…/ Şimdi size 500 tane yatak ve karyola göndereceğim. Hemen iki saatte bunların hepsi kurulmuş olacak ve yerde yatan bir tek nefer görmeyeceğim, dedi. Ellerimizi sıkarak maiyetiyle birlikte hızla ve yıldırım gibi hastaneden uzaklaşıp gitti. Uykulu gözlerle saate baktık: Gece yarısından 3 saat sonralarıydı. (…) Odalarımıza uykuya çekildik… ‘Neden sonra idi ki kapımın vurulmasıyla derin, yorgun uykumdan uyandım. Kapıdaki er:/ Paşanın yatakları geldi, hemen kurulacak. Kulak verdim: Etraftan gıcır gıcır, bir sel halinde sesler, uğultular, sert emirler birbirine karışıyordu. Pencereden şöyle bir başımı uzattım sayısız kağnılar birbiri ardınca gıcırtılarla Samanpazarı yokuşu yollarından hastaneye doğru akıyordu.” (88, 89) Mazhar Müfit Kansu’dan Ali Fuat Cebesoy’a, bu arada Vehbi Koç’a dek yayımlanmış anılar da Ankara’nın bu doğrultudaki konumuna tanıklık yapıyor denebilir. Ayrıca Ankara kitapları, “Kitaplar Adası”nda andıklarımla sınırlı değil. Daha nice değerli kitap var Ankara üzerine verimlenmiş… Kaç yüzyılın kenti Ankara, dile kolay, ama cumhuriyetin ilk kenti olarak yeniden kurulurken ilkin bir “sahra kenti” biçiminde çıkmıştı demek ki ortaya! M. Sadık ASLANKARA Kitaplar Adası ölçüleriyle, Ankara, Mustafa Kemal Paşa heyetini olağanüstü bir törenle karşılamıştır. O güne kadar Anadolu’da başka hiçbir şehir Mustafa Kemal Paşaya bu kadar parlak bir karşılama töreni yapmamıştı.” (162) Nitekim İngiliz Yüksek Komiseri Amiral Sör J. de Robeck, Londra’ya şu raporu verecektir: “…Mustafa Kemal başkanlığındaki bu hareket, Anadolu’da bağımsız bir cumhuriyet kurulmasına doğru hızla gelişmektedir.” (123) Ne dersiniz, bir de Çankaya’dan bakalım mı Ankara’ya? dönmek istemeyen kaç kişi idi, bilmiyorum, fakat hiç olmazsa Eskişehir’e doğru, yeşil ve sulak yerlere doğru gitmek istemeyen hemen hemen yoktu. Mustafa Kemal:/ Ankara kendisi merkez olmuştur, istila onun kapısında durmuştur, diyordu.” (355) “…Eski İngiliz büyükelçilerinden Sir Georges Clark, Türkiye’ye son gelişinde benimle buluştuğu vakit:/ Ankara’dan geliyorum. Hiçbir şeye şaşmadım. Çimento oldukça, bütün o binalar yapılabilirdi. Fakat Ankara’nın yeşilliğine şaştım, demişti.” (356) “A Ankara, nerede?.. Başkentin Doğuşu (Bilgi, 1988) başlıklı kitabının “Önsöz”ünde şöyle diyor: “Başkentin İstanbul’dan Ankara’ya taşınması, başlı başına bir devrimdir. Atatürk devrimleri zincirinin çarpıcı halkalarından biridir. (…) Bütün zorluklara rağmen bu düşünceyi gerçekleştirmek ise Türk devrim tarihinin parlak bir sayfasıdır.” “Ankara’nın başkent oluşu, Türkiye’nin devlet politikasında köklü değişiklik anlamı taşır.” (12) Gerçekten “Başkent sorunu, …Osmanlı sarayında şehzadeler arasında da tartışıl”mıştır. Ama “1920 yılında Bursa’ya davet edilince, ‘Ecdadımın payitahtından firar mı edeceğim!’ diye sert tepki gösteren Mehmet Vahdettin, iki yıl sonra bir İngiliz zırhlısıyla aynı ‘ecdat payitahtından’ Anadolu’ya değil de bir yabancı sömürge adası olan Malta’ya firar etmeyi kendisine yakıştırabilmiştir!” (87, 88) “Ankara, Türk Kurtuluş Savaşı’nda başkent adayı idi. Dört yılı aşkın bir süre öyle kaldı: 1919 yazından, 13 Ekim 1923 günü resmen Türkiye’nin başkenti oluncaya kadar.” (93) “Ankara’nın öne çıkmasında, ta başından beri Mustafa Kemal Paşa’nın doğrudan rolü olmuştur.” (98) “Ankara, Atatürk’ün çağrısına ilk uyan kentlerden biridir” çünkü. (107) “…Ankara memurları (bile) davaya katılmış(tır).” (109) Daha “Sıvas Kongresi öncesinde Ankara, açıkça Mustafa Kemal’in izinde yürüyor ve gittikçe padişahın buyruğundan çıkıyordu.” (113) “Ankara, İstanbul hükümetine kafa tutmuş, hükümetin gönderdiği valiyi kabul etmeyip geri çevirmiş ve bu kavgadan üstün çıkmıştır.” (133) Bilâl N.Şimşir, bu çok değerli kitabı Ankara…Ankara’da şunları da not düşüyor Ankara için: “1919 yılında, bir boru üflemekle, bir tek şehirde, üç dört bin silahlı kişi bayrak altına toplanabilseydi, Türk Kurtuluş Savaşı ta 1922 yılı Eylülüne kadar uzar mıydı?/ …O günün ölçüleriyle, evet o günün ANKARA TÜRKİYE’DE!.. Gerçekten de Atatürk’ü karşılayan Ankara, yıkık dökük bir Ankara’ydı. Orta Anadolu dokusunu yansıtan, kasaba irisi bir görünümü vardı kentin. Konutlar kale içinde ya da eteklerinde toplanmıştı. Atlı araba için düzenlenmiş yolların çevrelediği altyapısız, ahşap ya da kerpiçten yapılma, iç avlulu biriki katlı konutlardı bunlar. 1927’deki ilk nüfus sayımında Ankara, henüz yetmiş beş bine ulaşmamıştı bile. Atatürk, Kurtuluş Savaşı’nın ardından ikinci kez geldiğinde Ankara’ya, kendisine önerilen ‘onursal kenttaşlık’ı sevinçle kabul ederken Ankara da, cumhuriyetin ilk yıllarından başlayarak bir kent için gerekli olan verileri bağrında toplamaya koyulmuştu ağır ağır. Sonrasında süreç içinde bilimsel, kültürel ve sanatsal açıdan bütün alanlarda donanımını tamamlamış, buna bağlı olarak da cumhuriyet için yeni bir kentli aydın yetiştirmeye çaba harcamıştır. Biriki örnek üzerinde özellikle durmak gerekir… Kurtuluş Savaşı sürecinde örnek bir gazeteciliğin sergilendiği kent olmamış mıdır Ankara? Öte yandan çeşitli dönemlerde kültür ve sanat yaşamımız açısından önemli, gününe göre etkili de olabilmiş pek çok derginin de yayımlandığını görüyoruz Ankara’da. Ayrıca Garip Şiiri, İkinci Yeni, Mavi Hareketi Ankara’dan esintiler ve renkler taşımaz mı? Kurulan Tercüme ve Telif Heyeti’nin de altını çizmek gerekir. Doğal olarak çeviri hareketinin de… Sonra Türk Tarih Kurumu, Türk Dil Kurumu ve Halkevleri, yine 1930’lar Ankara’sında kültür üreten kurumlar arasına girmemiş midir? Bu arada cumhuriyetin ilk üniversiteleri arasında Ankara’da kurulan Hukuk Mektebi’ni, Dil ve TarihCoğrafya Fakültesi’ni özellikle anmak gerekmez mi? Kaldı ki Dil ve TarihCoğrafya Fakültesi, yalnız ülkemizin değil, aynı zamanda dünyanın da önemli bilim merkezlerinden biri olmamış mıdır o tarihlerde? Genç cumhuriyetin sanat kurumları olarak ortaya çıkan Musiki Muallim Mektebi’yle Devlet Konservatuvarı ve Devlet Tiyatroları da Ankara kökenli kurumlar değil mi?… Bir kent, var ettiği bilim, kültür ve sanat kurumlarıyla kentleşir, kent özelliği kazanır. Uygarlık, kentlerin ortaya koyduğu kültür birikimleriyle çıkar ortaya. Bir yerin kültür kenti olması budur zaten. Uygarlık tarihinde kentler, bu nitelikleriyle kimlik kazanır. Bu açıdan cumhuriyetin ve uygarlığımızın ‘gösterge kent’i saymamız gerekmez mi Ankara’yı? Ankara, Türkiye Cumhuriyeti’nin ilk kenti, başkenti… 199091’de Ankara Büyükşehir Belediyesi’nce merkez ilkokulları arasında bir yazı yarışması yapılmıştı. O sıra Ayşeabla Okulu’nda okuyan küçük Fırat Ayçık şöyle yazmıştı: “Ankara’yı seviyorum. Çünkü Ankara, Türkiye’nin başkenti…/ Ankara’yı seviyorum, çünkü ben Ankara’da doğdum. Ben Ankaralıyım.” (Bak.: Ankara’yı Seviyorum, Yayına Hazırlayan: Hüseyin Atabaş) O günün Ankaralı çocukları artık kocaman birer yetişkin bugün. Binlerce, milyonlarca akranı gibi. Her biri örnek Ankaralı… Böyle binlerle, yüz binlerle Ankaralı var daha. Ankara, bütün Türkiye’de! Evet, hepimiz Ankaralıyız. Ankara’yı seviyoruz… Şerefine Mustafa Kemal, şerefine!.. ? SAYFA 29 ANKARA ÇANKAYA’DA Çankaya’dan söz edip de Falih Rıfkı’nın Çankaya’sına (Bateş, 1980) değinmemek olası mı? Bu yanıyla bir başucu yapıtıdır Çankaya. Falih Rıfkı, “Önsöz”ünde uyarır okuru: “Bu hatıralar gördüklerim ve işittiklerimdir. Gördüklerimin hepsi benden. İşittiklerimin çoğu Atatürk’ün ağzından!” Ardından Mustafa Kemal’le ilgili ilginç aktarışıyla silkeler bizi: “Yaptığını saklamak riyakârlığından, kendi gibi, halkı da kurtarmaya çalıştı. Bir yaz ikindisi Dolmabahçe Sarayı’ndan bir motörle Kalamış Körfezi’ne kadar uzanmıştık. Koy sandal dolu idi. Ortalarına sokulduk. Herkesin gözü Atatürk’te ve hepsi put. Ses yok, kımıldanış yok. Atatürk garsona:/ Bize bira getiriniz, dedi./ Getirdiler. Kadehini kaldırarak:/ Şerefinize vatandaşlar… deyince kimi yanı başında, kimi oturduğu yerin altında sakladığı içki kadehlerini:/ Şerefine Paşam… diye kaldırıp içtiler. Bütün koy neşe içinde çalkalanıp durdu.” (12) Falih Rıfkı’yla Çankaya’ya bakmayı sürdürelim: “Mustafa Kemal Ankara’ya geldiği vakit 1200 lirası kalmıştı. Bu da müfettişliğe verilen 20.000 liranın artığı idi. Sonradan Diyanet İşleri Başkanı olan Rıfat Hoca tüccarlardan 6.000 lira toplayarak kendisine vermişti. Para bulmak, bu küçücük sermaye ile kurulan devleti beslemek daima çetin bir mesele olacaktı.” (243) “Ankara’da bir nutku vardır. Bu nutukta ilk defa zaferle dahi işlerin bitmeyeceğini söylemiştir: ‘Bugünkü yapacağımız vatanı parçalanmaktan ve milleti esir olmaktan kurtarmaktır. Ama vazifemiz bununla bitmeyecektir. Medeni milletler arasında faal bir unsur olabileceğimizi ispat etmemiz lazımdır.” (199) “Cumhuriyetin ilan edilmesine daha iki ay var. Ankara’nın başkentliğine bile karar vermemiştik. İstanbul’a ANKARA, ANKARA’DA... Bilâl N.Şimşir, Ankara…Ankara/Bir CUMHURİYET KİTAP SAYI 897
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle