Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
Yunus Nadi 2006 'Öykü' Ödülü: Sezer Ateş Ayvaz ? laşılan, ilginç ve okuru daha bir yönelmelerine yarayacak şeyler yazmak zorunda değildir. Eğlenme ihtiyacına, güzel duyuya karşı değilim, çok vurgu kazandığı, nerdeyse tek amaç, en önemli nitelik olarak görüldüğü için söylüyorum bunları. Edebiyat bile bir "seyirlik alan" olarak algılanmaya başlandı neredeyse. Toplumsal bir arka plan olsun istiyorum yazdıklarımda, güne, günün değerlerine, hıza, yapıp etmelere, görünümlere aykırı bir bakışı, bir dil’i gerçekleştirmeye çalışıyorum. Sanat, insanın özgürleşme ihtiyacına denk düşmeli diye düşünüyorum, yarattığı insansal durumlarla, ona işaret edebilmeli. Görünen ve yaşanlara, geçerli değerlere, muhalif olabilmeli, kısacası. Bu yüzden, güne karşı bir eleştirel duruş, umudunu kaybetmek istemeyen bir hüzün var yazdıklarımda. Ama bundan, estetik yapıyı önemsemediğim anlamı çıkmamalı. Tam tersine; güzel’in, dünyayı değiştirebilecek kadar güçlü olduğuna inanan, bir ütopik anlayışı yeşertiyorum kendi içimde. Bundan dolayı var kıldım; kırk diyarda dolaşıp söyleşen, açlık, yoksulluk bırakmayan, dünyanın bütün dillerini koruyup kollayan hikâye ustalarını… Bundan dolayı, kurutulmuş kan rengindeki dünyayı gezdi Sefira; sözün, sözcüklerin büyüsüyle hayatı değiştirebilmek için… YAZARIN KENDİ DİL’İ... Yalın, akıcı ve şiirsel bir dille karşılaşıyoruz kitabı okurken… Dil öykücülüğünüz açısından ne ifade ediyor? Dil, öykü yazmada, nerdeyse her şey benim için. Her yazarın, kendi dil’ini bulabilmesi, başkalarından farklılaşabildiği o eşiği geçebilmesi gerekiyor. O eşiği geçebilmek için, eski, tamamlanmış ama görkemli dil’den bir ölçüde uzaklaşmaya çabalıyorum. Öykülerimi okuyanlar, yalın, akıcı bir dille yazıldıklarını söylüyor. Şiirselliğe gelince, her öyküde değil ama, bazı öykülerde, dilin düz anlamlarını bozmak gerekiyor. Aykırı bir gerçekliği, aykırı bir dille kurmak için. Ayrıca, her öykü, kendi dili’ni yaratır, bu dili oluştururken düzyazının olanakları, elverişli gelmeyebilir bazen. O zaman, dili kıracak, şiirsel yoğunlukta – ille de lirik olması gerekmez anlam katmanları amaçlanabilir. Unutmayalım ki; şiir, en yakın türdür kısa öyküye. Tamiris’in Gecesuçları’nın Yunus Nadi Öykü Ödülü’nü almasına ilişkin yorumlarınız neler? Ödüller öykücü kimliğinizi nasıl etkiliyor (mu)? Ödüller, yazarın kimliğini etkilemese de, yazarın, yazma çabasına, isteğine güç katabilir. Başka, önemli işlevleri de var ödüllerin. Yunus Nadi Ödülleri de, bu işlevleri yerine getirmeye çalışıyor yıllardır. Bana da güç kattı, yazdıklarıma, yazacaklarıma olan inancımı pekiştirdi. Bu yüzden, teşekkür borçluyum ‘Yunus Nadi Öykü Ödülü Seçici Kurulu’ na… ? Tamiris’in Gece Suçları/ Sezer Ateş Ayvaz/ Can Yayınları/112 s. KİTAP SAYI 853 kitabın içine alan bir bağ var sanki aralarında… Bunu nasıl yorumluyorsunuz? Haklısınız, kitapta yer alan 13 öykünün her biri bağımsız diğerlerinden. Gene de çok bağ var aralarında. Buluştukları birçok gönderme alanı, ortak temalar var. İlk aklıma gelen; öykü kişilerinin, gecenin bir yerinde suça tanıklık etmeleri. Gerçek ya da hayali suçları yaşayan, günümüzün trajik kişileri olmaları. Kalabalıklar içinde gezen, yaşayan, yalnızlaşan, düş kırıklığına uğrayan, görülmeyen ve görmeyen ama hayata yenik düşmemek isteyen, günümüzün trajik kişileri onlar. Kahraman sanıyorlar kendilerini.. Oysa, değiller…Kambur, mızıka, masal, söz, saç daha çok anlatıyor hayatlarını. Gecesuçlarına dönüşüyor... Gece trenleri o zaman geçiyor kentlerden, kapıları kilitleniyor evlerin, bir çocuk o zaman uyanıyor iç çekişlerle dolu uykusundan, meydanlarda düşsel sahneler kuruluyor, zırhlı araçların korkusu kuşatıyor İkinci’lerin yaşamını. Züleyha ve Yusuf, yıldızlara dek gidip, geri dönen sözlerle canlanıp söze ve suya dökülüyorlar… Başka imgesel göndermeler ve anlam evrenleri de var; birbirini besleyen ya da yadsıyan… Ben bu kadarını söyleyeyim. İNSANLIĞIN ORTAK İMGELERİ Tamiris, öykünüze adını veren bir kişi olarak algılanıyor. Oysa öyküyü okuyunca Tamiris’in bir metafor olduğu anlaşılıyor. Bu öykünüzden yola çıkarak, metaforların,simgelerin öykücülüğünüzdeki yerini anlatır mısınız? İmgelerle savaşan kör bilici; Tamiris, bir metafor evet. Bir öykü kişisi olarak da görülebilir ama. Gölgesi bütün öykülere düşmüştür, diye düşünüyorum. Onunla dolaştım çünkü, onunla soluk aldım satır aralarında. Kimi öykülerde benim yerime geçip, o baktı öykü kişilerine, kimi öykülerde ise ben, Tamiris oldum. Kapattım gözlerimi. Bize dayatılan medyatik imgelerin kuşatılmışlığından kurtulmak istiyordum çünkü. Dünyanın bu kaotik ortamında, bizi boyunduruk altına alan imgelere karşı, bizi bize anlatacak imgeleri aradım. Hem benim hem de insanlığın ortak imgelerini. Çünkü, kördü Tamiris, bu yüzden bulabilirdi kendi imgesini. Ne kadar açıklayıcı olacak bilmiyorum ama, sürekli yer değiştiren bir gösterendi o. Metaforlara neden gerek duyduğuma gelince: Bir öykü dünyası içinde devinirken arka plan yaratmada işlevsel olabilirler, ölçülü ve samimiyetle kullanıldığında, zenginlik katabilirler öyküye. Çok anlamlı, katmanlı bir yapı oluşturabilirler, diye düşündüm. Her öykünün kendi gerçeğini, tek ve biricik olduğu gerçeğini unutmamaya çalıştım ama. Hem kendine özgü, bağımsız, tekil dünyalarını korumak, hem de ortak anlam alanlarını güçlendirmek istedim. Her bir öykünün, kendisine ait imgesel bütünlüğünü bozmamaya ça Sezer Ateş Ayvaz öykülerinde yabancı, ayrıksı dünyadan fotoğraflar çekip önümüze koyuyor. lıştım öte yandan . Böylece, birbirlerini sınayabilir, çoğaltabilir, bazen de inkâr edebilirler gibi geldi bana. Simgelerin, öykülerin yapısına uygun olmaları gerekiyor, bana göre. Yoksa, inandırıcı olmaları, sahicilik taşımaları, yapaylık katmamaları çok zor, öyküye. Dil’le, kurguyla, kurmacayla, bütünleştiler sanıyorum, Tamiris’te… İkinci, Nora, Sefira, Yusuf ile Züleyha, Bahtiyar Kambur, Şehri gözetleme komitesi, Makas; öykü kişileri oldukları kadar, simgesel nitelik de kazandılar. İnsanlar, devinimler, nesneler, zaman öykü kişisi – hatta öykü anlatıcıları oldular; Tamiris’in Gecesuçları’nda. Öykülerinizde bir karamsarlık seziliyor sanki ve bir de her şeye rağmen umut… Kadın erkek ilişkisindeki iniş çıkışlar çelişkiler de unutulmamış… Gerçek yaşamın izdüşümü gibi… Güne, günde yaşananlara karşı bir karamsarlık geliştirdiğim doğru. Toplumsal koşullanmışlıkların, insanı kuşatmışlığından hoşnut değilim çünkü. Tek duyunun, görme duyusunun egemenliği altında, bir tür körleşme yaşıyoruz. Önceden programlanmış, bize dayatılan bir imgeler sağanağı altında , zihinlerimiz, bilinçdışımız dolup taşıyor. İçselleştiriyoruz onları. Ezberlenmiş ezberlerden toz duman ortalık. Dünyada olup bitenleri, geçmişimizi en önemlisi de geleceğimizi görmemeye başlıyoruz. Kelimenin tam anlamıyla körleşme bu. Her gün biraz daha yenik düşen, hiçbir şeyi sorgulamayan, insan tekleri çoğalıyor, giderek. Hayatlarımızın öznesi olamıyor, gerçek bir özgürlük düşü bile kuramıyoruz böylece. Yaşanan olguyu, bu kadar da mutlaklaştırmayayım, bir umuda çağrı yapan an’lar da var yazdıklarımda; içimizdeki renklere, seslere değen, mutluluk anları da var sanıyorum. Umut diyebilirsek, mücadeleyi yeşertmeye çalışan bir umut olabilir. Farkında olmanın, hayata ve bize dayatılanlara muhalif olabilmenin, zamana yenik düşmemenin, sözle, sözün büyüsüyle güzellikler yaratabilmenin umudu diyelim ona. Sizden izler de taşıyor mu yazdıklarınız? Yazarından, onun hayata bakış açısından, görüp yaşadıklarından, izler taşımayan bir sanat yapıtı olabilir mi? Sorduğunuz, öykü anlatıcıları ya da öykü kişileri ile olan ilişkim ise, benim seçtiğim kişiler onlar. Benimle çakışan, çatışan özellikleri, benden farklılaşan yönelişleri var. Hayattan yola çıkılarak yazılmış olsalar bile kendilerine ait özgül bir alan içinde deviniyorlar. Hayatın değil, sanatın gerçeğinin içindeler çünkü. OKURA ÖZEL GÖNDERMELER Okurken fark edilen okura özel psikolojik çözümlemeler, göndermeler yer alıyor öykülerinizde… Bunu nasıl açıklıyorsunuz? Okuru düşünmeye sevk etmek bir amaç mı sizin için? Okur da kendi serüvenini oluşturmalı elbette.. Anlık hazlara uyarlı, kolay tüketilen metinlere yönelmemeli yalnızca. Kendince üretebilmeli okuduğunu. Duyma, sezme, düşünme çabası geliştirebilmeli. Dil’le kurulan o gerçekliğin içinden, kendi gerçekliğini kurabilmeli. Katmanların ilkinde de kalabilir, diğerlerine de geçebilir, ihtiyaçlarına, isteklerine, çabasına, anlama yetisine bağlı okuyanın. Edebiyatta anlamı yadsıyan, oyunlar kurup bozmayı amaçlayan bir hazcı anlayıştan uzağım ben. Okuru eğlendirmeye yönelik bir hüner oyunu olarak görmüyorum edebiyatı. Doğrusu budur da demiyorum, ben böyle düşünüyorum, diyorum. Hep vurguladığım bir şey var. Yazarın özgürlüğü bir palyaço özgürlüğü değildir. Ne olursa olsun, insanları eğlendirmeye, salt hazza SAYFA 8 CUMHURİYET