Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
KISA KISA... KISA KISA... Seni Seviyoruz Rosa! ? Coşkun ONGUN S evgili Rosa; Edebiyat adına olsa ve senin gibi çok ünlü kişilere de ait olsalar, toplu mektup okumalarına fazla sıcak baktığımı söyleyemezdim, ta ki senin toplu mektuplarını okuyana dek. Çünkü bu tür mektupların yazarı tarafından ileride ne de olsa yayımlanacak düşüncesi ve “oto kontrol” sistemiyle yazıldığını satır aralarından çözerdim. Bu da ne derece haklı bilemem ama bir okur olarak bana biraz aldatılmışlık hissi verirdi. Örneğin arkadaşına yazan bir kişinin mektubuna daha nasılsın diye sormadan, derin bir felsefi tartışmaya girmesi ve yakın bir arkadaşa yazılmış koca bir mektubun, bu şekilde noktalaması, bu düşüncelerimi desteklerdi. Böyle olmayan mektuplarınsa çok fazla kişisel olduğunu düşünür, o da ilgimi çekmezdi. Senin mektuplarını (Sevgiliye Mektuplar, Rosa Luxemburg, Agora) da bu tedirginlikle elime aldım ve bir daha bırakamadım. Sevgiliye yazdıklarında, bahsettiğim türlerden farklı, üçüncü tür bir mektup olabileceğini gördüm. Mektuplarında doğallığın yanı sıra satır aralarında senin dünyaya, insanlığa, devrime bakışını yakalama olanağına erişmek ufkumu genişletti. YAŞAMA AİT İSTEKLER... Toplumun için, boğularak bir ırmağa atılana dek, nasıl çabaladığı, nelerden vazgeçtiği, hangi rahat yaşamlarını bu mücadele uğruna feda ettiği, acı biçimde görünüyordu mektuplarında. Evet, bu mektuplar sevgiliye yazılmıştı, ama bu yazdıklarında insanlığın çıkarması gereken dersler bulunuyor. Bu mektubu da sana o yüzden yazıyor, çıkarsamalarımı bir asır sonra senle paylaşmak istiyorum. Çünkü sen, sevgilini sosyalizmle özdeşleştirmiş, onu devrim için simge haline getirmiştin. Bu nedenle ona ettiğin sitemler, isteklerine dek her şey tüm insanlıktan talep ettiğin yalın, ama yaşama ait isteklerin ta kendisiydi... Elzbieta Ettinger, mektuplarını bir araya getirdiğin kitabın girişinde şunları boşuna söylemiyor: Ayrıldıklarında hâlî birbirlerini seviyorlardı –yalnızca yenilgiyi kabul ettiler. İlişkileri, kendini yok edecek tohumları içinde taşıyordu. Aynı hastalığa yakalanmıştı ikisi de. Bağımsızlık ve bireysellik. Bu iki yaşamı birbirine perçinleyen ortak dava, Lüxemburg’un sürekli düşü olan “eşsiz bir birlikteliği” gerçekleştirmelerine yardımcı olamadı; her ikisi de insanlık adına peşinde koştukları özgürlüğü birbirlerine tanımakta direndiler. Esasında mektupları okudukça, bireysel isteklerinin hiç de çok görülecek şeyler olmadığı, sadece toplumla birlikte birey olarak daha mutlu bir yaşamın yollarını aradığını anlamak o kadar da zor değil. Zaten o da, ‘insanlığı kötülüklerden arındırmak için ev sahibi olmaktan vazgeçmek ya da dünya nimetlerinden el etek çekmek değil, yapıcı çalışma ve olumlu eylem gerektiğine inanırdı’ diyor, senin için. Bunları sana kim çok görebilirdi ki, diye sormak istesem de, bunların sana kimlerin çok gördüğünü az çok öngörebiliyorum. Bunun yanıtının “herkes” olduğunu söyleyerek çok mu ileri gitmiş olurum, bilmiyorum, ama bu konuda hissettiklerimi de seninle paylaşmadan edemiyorum. Sen, sevgilim Dyodom dediğin ve yoğun bir tutkuyla bağlandığın arkadaşından sevgi, ilgi eh biraz da anlayış bekledin. Karşılığında otoriter bir tutum ve baskıcı bir tavır gördün. Bunun için direnmeye çalıştın, ona sayısız kez şans tanıdın, ancak her defasında işler düzeleceği yerde daha da kötüye gitti. Yazmışsın ya, “Bana hep davadan ve işlerden değil ara sıra güzel şeylerden bahset. Beni sevdiğini yaz” diye. Hangi kadınlık duyguları bunu yadsıyabilir. Ne yazık ki bunlar gerçekleşmeyecek bir devrim uğruna esirgenmiş senden, Sevgili Rosa. Uğruna mücadeleye giriştiğin yoksul halka, daha yakın olmak için kurduğun partin, dava arkadaşların, sana ve mücadelene kadın olduğun için olumsuz bakmışlar. Sosyalist olduğunu söylediği halde, kadınların içlerinde ne işi olduğunu, siyasete etek bulaştırmanın “ayıp” olacağını söyleyenler olmuş. Tutunmak istediğin bu dalların elinde kalması gibi bir durumla karşılaşmışsın. “ANABACI” Bunları görünce, devrim ve sosyalizm hareketleri kadınları mücadelede yeterince ön planda tutmadığı, onların yüreğinde heyecan yaratmadığı için mi başarısızlığa uğradı, diye düşünmeden edemiyorum. Kadın duyarlılığını görmezden gelerek, onlara sadece “anabacı” rolü biçen, aşağılayan, ulusu fark etmeyen “solcu erkekler” de bu işte sorumlu değiller mi? Toplumsal dönüşüm iddiasıyla yola çıktıkları halde, dönüştürmek istedikleri toplumun silahlarıyla seni aşağılamaya çalışanlar da onlar yoldaşlarındeğil miydi? “Benim için bir Polonya kasabasındaki Musevi çerçiyle Kolombiya’daki kauçuk işçisi de aynıdır” diyorsun. KİTAP SAYI 853 SAYFA 30 CUMHURİYET