Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
Yücel Kayıran'dan 'Çalgın' Kaybolan insanın şiiri Yücel Kayıran, işte tam da bu çıkış noktasında, şiirsel özüne ilişkin ipuçları verir: Amansız bir dünyada, kendi olmaya çalışanların, kendinden kopamayanların hüznü. O hüzün, keder duygusu, "Perş" şiirinde rastladığımız "şehirlilerin yaşamadığı yerlere gittiğimi duyardım / kurumuş otlarla arkadaşlık ettiğimi" dizeleriyle yeni bir boyut açar kendisine. "Saydılar sonunda beni de sağırdan" derken, belki de en çok sıkıldığı anlara gönderme yapar. HESAPLAŞMANIN ŞİİRİ Aynı şiirde, "komünizm heyulası kol geziyor hâlâ benim içimde / kimsenin inanmadığını biliyorum" dizeleriyle de, apaçık bir yalnızlığa demir atar. Şiir, "bahçe tahrasıyla kesmek geliyor sol kolumu bileğimden" biçimindeki çıkışla da, gelgitlerin odağına saplanıverir. İşte, Yücel Kayıran şiirinin ana sorunsalı da bu noktada başlar: Hesaplaşmanın şiiri. Ama bu hesaplaşma, ne "Fuka" şiirinde yer alan "her durumda aynı olanların aynılığına / baktım da neden erteledim kendimi hep" dizelerindeki özlem/özenti kadar hakikidir; ne de "Ruhlukta" şiirinde beliriveren "sessizdim / sesimdeki !!!lerle kendini var edenleri çevirecek kadar deliye" dizelerinde açığa çıkan duyarlılık gibi masalsı. Yücel Kayıran’ın şiiri, bir türbülans duygusu yaşatır okuyanda: Dizelerin birdenbire savrulduğu yerde, sadece o edimin bizzat yaratıcısı olan şair ile o dünyayı paylaşmak için ter döken okurun somut varlığı yoktur; onların ruhsal haznelerine nüfuz etmiş büsbütün bir "mahvolmuşlar" korosunun sessiz sol anahtarı asılıdır kapıda. Bu yazınsal türbülans, dizelerdeki iç seslerle kurgulanan anlatımsal katmanları zaman zaman zorlayıp çoğu kez lehtebozmasının yanı sıra, bizatihi şairin felsefî yönelimiyle de buluşan bir tavır sergiler. Bu anlamda tam bir "bozgun" girişimidir. Yücel Kayıran, kendi ölüsüyle ve mahşeriyle hesaplaşmaya kalkışan bir şövalye gibidir. Kimi kez geçmişten kalma bir sızıyla, "hatıra aramayın gözlerimde / aşk çocuğu değildim ben / akıl verenlerin de geçti çağı / işittiğiniz morluk / muhtemelen içerlemeden olma" der; kimi kez de "sonradan hatırlıyorum bunları. meğer teslim olmakmış / tutkudan kurtulmanın yolu. iptaldi sesim. dalgınlığım / kayıptan olma. gözlerim girdap. aradığım yanıta neden / ulaşılamıyor" dizelerinde görüldüğü gibi, geçmiş ile gelecek arasındaki süreçte belirsizliğe atıf yapar. SONSUZ BİR KUŞATMA Hele ki, kitabın en çarpıcı şiiri olan "Ruhlukta", sadece bir emir erinin hezeyanlarını değil, "buradayım, bana tayin edilen yerde" dizesinin de çağrıştırdığı gibi, sonsuz bir kuşatmayı betimler. "Ruhlukta", görünürde sadece formel otoritenin taassubuna yönelik bir meydan okuma, tespit gibidir; oysa şiirin tamamında ortaya çıkıveren tablo, "tenha gezerdim bırakarak kendimi içimdeki ruhlukta" dizeleriyle tamamlanan topyekun bir ruh hâline işaret eder. Bu ruh hâli, "çarşı izninin yanması diye bir şey var bu dünyada / nizamiye kapısından geçerek gelmek nizamlı dünyaya" dizeleriyle pekişir ve şiirin sonunda majör bir çıkışla son noktayı koyar: "Türkü söylüyormuşum beni yalnız buldukları yerde." O amansız hesaplaşma, "Köpeklerin yaşamı"nda da sürer. "Kuş kanadı kalem olsa / yazılmaz benim derdim" dizesini anıştıran "İki ağzım olsa gelmez dilime içimdeki sözcük" dizesi, o "lâl" hâlini bir kez daha vurgular. "Kırık camdın, bölündükçe çoğalıyordun içimde" diye başlayan "Tenha" şiirinde, bu kez aşka değgin içkin bir söylem öne çıkar: "Aşkın gücü kendisinin yalan olduğuna inandırmakmış girdabına terk ederken terk ettiği kalbi nereye koysam yitikti fasıl, kim bulabilir asıl yerini oyundu cilveli oyun, ama içimi yalanla oyun" Kayıran, "Sonra eve döndüm" adlı bölüme, Pir Sultan’ın "Çok hasretlik çektim bağrım eziktir" mısraını epigraf alarak başlar. "Aşk bir fahişeyi bile bakire kılarmış" dizesiyle silkinen şiirsel yapı, "Nakil"de, "Kaybolduğumda biliyorum kimse aramayacak beni" çıkışıyla yine yalnızlık burcuna asılıverir. REDDEDİŞ DİZELERİ Bu, öyle yaman bir reddediştir ki, "hatırası yoktur kalbi olanın" çıkarsamasına kadar varır. "Düğüm düğüm ben çözüldükçe büyüdüm" keşfiyle de dervişvarî bir yörüngeye saplanır. Reddediş olgusu, Yücel Kayıran şiirinin temel izleklerinden biridir. Ama sadece muhalif bir tavrın zorunlu ya da doğal sonucu olarak değil, genlere dek işlemiş bir cereyanın yarattığı o sarsıcı hayat damarının bir ifadesi olarak. Yücel Kayıran, "Kış" şiirinde ise "anne" imgesine yer verir. "Kimse bir kitap yazmayacak annem hakkında" dizesiyle biten bu çarpıcı şiir, hesaplaşmanın boyutunu daha içsel bir zemine taşır: "kavga etmesini bilmiyordum ben hatırladıkça yırtılıyordu bir şey sürekli içimde değildi gaflet sanki özlemişti kalbim kendi uykusunu iniyordu inen beni sokağa indiren kış insan başardığında içeriksiz bir kelime yenildikçe geliyordu ancak kavram haline" Şair, "sadece anneme inandım dünyada" derken, bu kez tinsel bir göreneğin hayatına yansımış ipuçlarını verir. "Öyle kirlendim ki kurtlar yiyecek beni mezarımda" diye feryat eder. Kurgulanan gerçeklik, somut hayatı örseleyen o binlerce olumsuz tezahürden sadece biridir. Bu kirlenme karşısında anne imgesine başvurması, her ne kadar klasik Freudyen bir tavır gibi görünse de, özü itibarıyle yapıtın bütününe yansıyan hesaplaşma ve reddedişin kalıtsal bir ifâdesidir. Kitabın son şiiri "Eyvay" ise, ustaca kurgulanmış bölümlerin yarattığı o tinsel atmosfere bir an için veda ederek, "dünyaya dönüş"ün manifestosunu hazırlar: "Sonra dünyaya döndüm; kredi kartlarıma, zaman aşımı faizine, icra memurunun insafına kalmış itibarıma, elektrik faturası kuyruğuna, dünyada ödenmesi gereken borçlarıma, döndüm, muhâneti muhannet edinmiş dostlarıma, kalpleri mühürlenmişlere". Ve şiir, "Döndüm! döne döne kendime dönemeden döndüğüm yere döndüm!" diye biter. "Çalgın", bilhassa 15 sayfalık "Cıva" bölümündeki 9 şiirde sıkça tekrarlandığı için genel sentaksı hafifçe örseleyen "Bu cıvayı, Necati, kim koydu kalbimize?" dizesinin yol açtığı tempo düşüklüğü ile şiirlerde ara ara rastlanan ve dize sonlarının aynı şiirde ...zorunda/ ...yokluğa/ ...dünyada/ ...rüyada/ ...kalbine gibi aynı sesle bitmesi nedeniyle dizelerin gerçek ruhunun yansımasını engelleyen teknik zaaflar dışında; gerek özgün şiirsel çerçevesi, gerekse duyarlılık boyutu anlamında ortaya koyduğu poetik donanımla, örnek bir şiir kitabı. ? cihanoguz@yahoo.com "Çalgın"/ Yücel Kayıran/ Metis Yayınları, İstanbul: Mayıs 2006/112 s. Yücel Kayıran’ın şiiri, bir türbülans duygusu yaşatır okuyanda: Dizelerin birdenbire savrulduğu yerde, sadece o edimin bizzat yaratıcısı olan şair ile o dünyayı paylaşmak için ter döken okurun somut varlığı yoktur; onların ruhsal haznelerine nüfuz etmiş büsbütün bir "mahvolmuşlar" korosunun sessiz sol anahtarı asılıdır kapıda. ? Cihan OĞUZ ücel Kayıran, "Hayaline Firar Edemeyenlerin Afsunu" (Ekin Yayınları, 1997) ve "Beni Hiç Göremezsin"den (Ekin Yayınları, 2004) sonra, üçüncü şiir kitabı "Çalgın" ile çıktı okur karşısına. Ortaya koyduğu ve savunduğu "felsefî şiir" açılımıyla, son birkaç yıldır Türk şiirinde tartışma ortamı yaratan Yücel Kayıran, "Çalgın"da, kendi deyimiyle, ‘kaybolan insan’ın sessiz trajedisini içten içe duyuruyor. Yapıtın ilk şiiri olan "Çalgın"da, "Açık kalmış ruhun kapısından / çıkıp dolaşırdım öyle dalgın / çalındım başka bir göze doğru / içimden sökülen bana salaydı // ama inmeli, ama kötürüm, ama deli" dizeleriyle beliren bu duyarlık, "benden kopan bana mahsus olaydı" vurgusuyla tamamlanır. İlk şiirin fonunda gizlenen ezgisel tarz, bir kabak kemanenin ya da divan sazının o güçlü tınısını andırır. Modernist bir şiire eklemlenen bu yerli eda, köklerine bağlı ama yeni dünyalara susamış bir poetik duruşun da varlığına işaret eder. O ‘yerli eda’, kitabın ilk bölümü olan "Mahvolmuşların esrarı"nın epigrafında, Seyyid Rıza’nın dilinden çıkıveren mısralara denk düşer: "Senin yalanlarınla, hilelerinle baş edemedim Bu bana dert oldu. Ben de senin önünde diz çökmedim Bu da sana dert olsun." SAYFA 28 Y CUMHURİYET KİTAP SAYI 853