Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
? cunu ödemeyebilir. Hiç kimse bu kadar riskli bir yatırıma girişmek istemez. Romanınızda kökleri gençliklerine dayanan çok büyük bir aşk hikâyesini anlatıyorsunuz. Sizce günümüzde böyle aşklar hâlâ var mı? Aşkın takıntı haline geldiği az rastlanır bir durum değildir. Cinnete dönüştüğü ya da cinayetle bittiği de olur. Deniz Taşları’nda takıntı, dostluğa dönüşüyor. Nazan’ın evlenmesi de aşkın bir başka türü. Nazan kocasını sevmiyordu. Ama onun tarafından çılgınca sevilmeyi seviyordu. Aşka âşıktı. Teknoloji öylesine ilerledi ki, dünyamızda her şey baş döndüren bir hız kazandı. Sandık ki bunlardan yararlanacağız, boş zamanımız olacak. Aşk, bir bakıma boş zaman ister. Oysa aksi oldu. Eskiden bir mektup üç günde gider, yanıtı üç günde dönerdi. O mektuba ilişkin sorun altı gün tatil yapardı. Oysa şimdilerde birkaç saniyede elimize ulaşan bir faks metnini derinlemesine kavrayamadan, başka bir konuda bir mail masamıza geliyor. Gerginliklerin çoğalması, depresyonun nezleden de beter herkesi sarması bu hızın nedeni. Aşka gelince, o da bu hıza kurban gitti. Geçmiş yüzyılların aşkını artık yaşamak olası değil. Bir Cyrano, bir Romeo bu hıza dayanamaz. Ancak aşkın özü değişmedi. Biçimi değişti. Cinsellik için zaman kaybedilmiyor. Cinsellikten arta kalan bir duygu varsa buna aşk demeli. Bence bu daha sağlıklı. ‘Buralardan Geçerken’. Altbaşlığı ‘Yaşam ve Oyun’. Bunu 1991 yılında bitirmiştim. Yayımlamaya zaman olmadı. Elimde on altı tane bitmiş öykü var. Üç uzun öyküden bir kitap yaptım. Adı, ‘Tutuklanacaklar Listesi’. Gelecek Mayıs’ta yayımlanacak. Geriye kalan on üç öykü daha var. Bunlar çok kısa öyküler. Onları da tek dosyada topladım. Adı, ‘Ciddi Hafiflikler’. Bu yaz, İsviçre’nin Bale kantonu Ağır Ceza Mahkemesi Arşivi’nde, bitmiş bir davanın dosyası üzerinde çalışacağım. Bu da 2008’in romanı olacak. Yürek kavurucu bir öykü. Ama okuyanlar kahkahalarla gülecekler. YAŞAMIN ANLAMI Yazdıklarınızda en dramatik olaylar, kişilikler hep güldürüyor. Sürekli bir ironi içindesiniz. Yaşam size komik gelmiyor mu? Hangi açıdan baktığımıza göre yaşamın anlamı sürekli değişiyor. Doğmadan önce bize irademizi soran olmadı. Dünyaya gelmek istiyor muyuz? Hangi çağda gelmek istiyoruz? Hangi ülkenin vatandaşı olmak istiyoruz? Hayır. Kimse sormadı, doğduk. ‘Günaydın dünya’. Şimdi öleceğimizi biliyoruz. Ama ne zaman, hangi koşullarda?.. Bunu bilmiyoruz. Doğumla ölüm arasında kalan sürece yaşam deniyor. Absürdle başlayıp absürdle biten mantıklı bir şey olamaz. Mantıksız şey de, ya komik olur, ya dramatik. Ahmaklığa, ya güleriz ya üzüntü duyarız. Kahkahayla üzüntü aynı anda üst üste olabilir. İşte benim yazdığım bu. Sözcük komiği, durum komiği, kişilik komiği, davranış komiği hep öne çıkıyor. Ama biraz kazırsanız altında baştan sona uzanan bir hüzün var. Yunus Nadi Roman Ödülü’nü kazandınız. Neler hissediyorsunuz? İki yıl önce Haldun Taner Öykü Ödülü’ne değer görüldüm. Bu yıl Yunus Nadi Roman Ödülü verildi. İnsanoğlu ödüllendirilince seviniyor. Ben sadece sevinmekle kalmadım, bu ödüller bana cesaret verdi. ? BOZULAN MOZAİK Romanınızda 67 Eylül olaylarına da değinerek İstanbul kültür mozaiğinin en önemli parçalarından biri olan azınlık Türkleri’nin sorunlarına da yer veriyorsunuz. Rumlar, Museviler, Ermeniler, hepsi bir dönem İstanbul’unun rengi, kokusu, sesiydi. 67 Eylül olaylarından sonra bu eşine rastlanmayacak mozaik bozuldu, daha sonra yavaş yavaş seyrelip, yok oldu. 67 Eylül olayları Cumhuriyet’in ikinci kırılma noktası olmuştur. Birincisi de 1950 seçimleridir. 67 Eylül olayları beni çok etkiledi. Bütün o yağmayı, yıkımı yaşadım. 67 Deniz Taşları/ Yiğit Okur/Can YaEylül, ilk romanımda, Hulki Bey ve yınları/ 554 s. Arkadaşları’nda yer aldı. Hızımı alamamış olmalıyım ki, ikinci romanım Güvercinler’in ikinci bölümünde de 67 Eylül olayları gene var. Ama değişik kanaviçede. Deniz Taşları’nda roman içinde romanlar yazmışsınız. Kalomira tek başına roman. Cavit Bey başka bir roman. Çoğu yazar bulabildiği tek konuyla roman yazıyor. Siz sürekli karakterler, kişilikler, olaylar üretiyorsunuz. Roman içinde romanlar yazdığıma birçok köşe yazarı, eleştirmen değindi. Yayınevi dosyayı okuduktan sonra, ‘Kalomira’nın Tuhaf Öyküsü’ bölümünü çıkartıp ayrı bir roman yapmamı söylemişti. Ama benim kişilik yaratmakta, konu bulmakta bir sıkıntım yok. Onun için yazarken cimrilik etmiyorum. Beş yüz elli sayfalık bir roman bitirdim, şimdi ne yazacağım şeklinde bir tedirginliğim de yok. Şu anda elimde bitmiş bir roman var: ‘Büyücü’. Eylül’de “Ayrıntıya düşkünüm. Değindiğiniz canlılık, hareket., film yayımlanacak. Yıl sonunda kareleri gibi bellekte canlanması ayrıntının ürünü. Ayrıntı anılarımı yayımlayacağım. olmazsa ‘bütün’ nefes alamaz” diyor Yiğit Okur. CUMHURİYET KİTAP SAYI 853 SAYFA 5