Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
? HAYATA POPTAN BAKMAK Kayıt tutma gelişmişliğin, kayıtları karalama da geri kalmışlığın göstergesidir. Geleneğimizde, kayıt sözcüğü sadece resmi anlam taşır. Sivil tarihin kaydıysa, ancak edebiyata, müziğe, sinemaya, resme, hatta ıvır zıvıra gönül vermiş, bu iş için sadece zamanını değil, ruhunu ortaya koymuş, bu uğurda gündelik hayata “rest” çekebilmiş insanların harcıdır. Pop Dedik’e bir de bu gözle bakmak gerekiyor. Yani sivil tarihin bir parçası olarak… İki ucu poplu değneğin bir ucundan Dilmener, bir ucundan Meriç tuttu, hayata poptan bakmanın tarihini yazdılar ya, elde var bir! Agâh Özgüç’ten Giovanni Scognamillo’ya, Metin Demirhan’a, Rekin Teksoy’a kadar birçok isim de sinemanın tarihini kayda geçirdi, bu iki… Gökhan Akçura, posterinden piposuna, filminden pabucuna neyimiz var neyimiz yoksa kurcalayıp gün ışığına çıkardı. Orhan Kahyaoğlu, Münir Tireli, Metin Solmaz’ı da unutmamak gerek. Onlar da müzik üzerine kafa yoran, araştıran önemli isimlerden bazıları. Yine Türkiye’deki rock kültürüne dair çıkan kitaplara –sayıları az da olsa fotokopi fanzinlerin, afişler ve demoların kaydını tutan çalışmalara da şahit olduk. Bir, iki diye sıralamanın anlamı yok artık… Daha onlarcasını sayabileceğimiz bu tür çalışmalardan her biri kendi başına bir bütünlük taşıyor, aynı zamanda geniş bir tarihin, kocaman bir puzzle’ın küçük birer parçası olarak da hayatımıza anlam katıyorlar. ? Pop Dedik/ Murat Meriç/ İletişim Yayınları/ 544 s. Çölden Hırka Fındıkçı’nın “Misk’ü amber kapatacak bu derin yaramı” dediği kokulardır. Çöl bir gizemdir, sığınaktır, düşlerin ve aşkların inceliğidir; çöl sıcaklıktır, sonsuzluktur ve yüzümüze vuran duyguların hırkada gizli cepkenidir. ZAMAN İLE MEKÂN Şair, kapısız, penceresiz bir odada aşkı, özlemi, bazen buluşma anlarını bazen sevişmenin derinliklerinden çıkmış durubulanık sulardan geçmiş ve yalnızlığında dünyayı keşfe çıkmış içten içe bol ve derin imgelerle kurgulamış şiirini. Zaman ile mekân iç içedir, zaman mı onu bekliyor yoksa o mu zamanı bekliyor: “Bekleyip tadına varmalı, ulaşacağı yere/sezmeli bir ırmağa, nasıl da bir mutluluk/koyun dinlenme zamanını bulmak, zamanını/ Bir pasajda beklemek, çölün derin çadırında susmak” gibi, şiiri tamamlayan imgelerin içine girmeden hırkasını sırtımıza geçirmeden anlamak zordur. Şiirlerin dizelerinde ilerlediğimizde zaman ile mekânın arasındaki mesafe aşkın mesafesidir, bu mesafe ister yaşadığı aşklar, ister bizlere sunduğu düş güçü kitabı olağanüstü olumlu yönden etkiler. “Bu ovanın sonsuzluğunu tenin diye;/ Tek tek otunu, bitkisini, böceğini bildim,/Portakalın çiçek zamanından geçtim/Zeytinin mecazını taşıdım heybemde/Yılan yuvalarının ihanetiMetin Fındıkçı ni gördüm,/Ba ? Aysel CEBECİ ana geldim/ Vazoma bıraktığın mimozalar/ Uyanmasın diye giyindiğim çölden/ Hırkamı/ İliklemeden/ …” diye başlıyor, “Çölden Hırka” kitabına Metin Fındıkçı. Mekânlar ÇarşılarLevhalar üç bölümden oluşan kitap, birbirini tamamlayan ve de birbirini çağıran bu üç imgenin ilk bakışta kitaba bir bütünlük bir içerik sağladığı hemen göze çarpıyor. Çölden Hırka’yı elime aldığımda parmaklarımın arasından aşkın sıcak kumunun aktığını hissettim. Kitabın çölünde yürüdükçe, baharat, taze kahve ve adını bilmediğim ama şiirlerin içine girdikçe öğrendiğim kokular beni sarmaladı; beni sarmalayan bu kokular, “S demlerin kokusunu duydum altında uyudum/Yıldızların, çamurunu yoğurdum, çatlayan/Toprağın dudaklarını besledim; kısa zamanların/İklimini giyindim, parmaklarımla taradım buğdayını/ Bu ovanın sonsuzluğunu tenin diye/ aşıp geldim.” Dizelerindeki aşkın bir yüzü de, doğduğu şehrin taş evleri, taştan sokaklarıdır. Taşların güneşle aynı yatakta gündoğumuna ulaşmasıdır. Taş ve güneş imgesini bana çağrıştıran sadece bu kitap değil, şairin önceki kitaplarında da bu tür imgeleri bulmak mümkündür. Arap şiirini bilip çevirmesiyle bir bağlantı kurmak sanırım hata olur. Metin Fındıkçı’nın şiiri kendine has bir özelliği vardır; Arap şiirinden uzak bir yapıda barınıyor. “Düşü gece yolculuğunda küllerin/Altında kalan seyyah bir ateş/Dudaklarını bilen dokunamayan acına/ Seni seviyorum demek için bir daha/ Kuşatılan kösnünün yılgınlığındadır diyorum,” veya Yıldızların ırmağında derinleşir gece/ yaprak ve cırcır sesi yayılır, bedenler/ çıplak, yol alır ter süzülür durduğumuz eşiğe/ ay ışığı durur dinlenir dinen tozlarla/ rüzgârı dinleriz öyle biliriz aşkı” gibi. Aşk av mıdır? Sorusu belirsizdir, Çölden Hırka’da. Bazen umutsuzluğa düşüp gece serinliğinde dolaşmak isterseniz Metin Fındıkçı’nın “Çölden Hırka”sını yanınıza almakta fayda var derim. ? Çölden Hırka/ Metin Fındıkçı/ Şiirden Yayınları/ 2006/ 80 s. CUMHURİYET KİTAP SAYI 853 SAYFA 33