01 Mayıs 2024 Çarşamba English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Neslihan Acu ile 'Ne Güzel Bir Hiçlikti Aşk'ı konuştuk “İnsanlığın içler acısı hali empati yoksunluğundan” lerden canlı bir metin yaratmak zor bir iş. Bunun zorluğunu çok erken yaşta gördüğüm için uzak durmuştum yazmaya. Ama sonuçta geç de olsa yazmaya başladım ve garip bir şekilde kendimi mutlu hissediyorum. Söyleşilerimde, devamında yazarlara yolculukta yanında kimleri/neleri bulundurduklarını sorarım. Ama siz sanki bunu önceden sezinlemiş ve yanıtınızı vermişsiniz; Dostoyevski, Stefan Zweig, Oğuz Atay, Kurt Vonnegut Jr. ve Simenon… Peki ya diğerleri?.. İnsan ruhunun karanlık dehlizlerinde dolaşabilen yazarlar ilgimi çekiyor. Sabahattin Ali, Ahmet Hamdi Tanpınar, Carson McCullers gibi. Karen Blixen’in öykülerini severim. İyi polisiyeleri sürekli okurum. Aslında ilgilendiğim o kadar çok yazar var ki! Bizden, yenilerden İhsan Oktay Anar, Murat Uyurkulak, Hakan Erdem, Aslı Erdoğan’ın kitaplarını severek okuyorum. SİNEMA İLE EDEBİYAT Peş peşe yazdığı romanlarla bizi selamladı Neslihan Acu; ‘Meltem K.’yı Kim Öldürdü?’, ‘Kadından Donkişot Olmaz’ ve ‘Ne Güzel Bir Hiçlikti Aşk’. Yazdığı kurgusal metinlerde aşkı, polisiyeyi ve insanı çok güzel anlattı. Yeni romanında ise 12 Eylül dönemine yolculuğa çıkarıyor bizi. Bir tepki romanı ‘Ne Güzel Bir Hiçlikti Aşk’ kanımca. Gelin Neslihan Acu’dan bu tepkinin nedenlerini öğrenelim, kendisiyle yaptığım kapsamlı söyleşi vesilesiyle... ? Erdem ÖZTOP evgili Neslihan Acu, özgeçmişinizde, Boğaziçi Üniversitesi Endüstri Mühendisliği Bölümü’nde okurken bir yandan da çeşitli edebiyat ve çeviri dergilerinde yarı zamanlı işler yaptı, dense de ben bununla yetinmek istemiyor ve bunun daha da geçmişini öğrenmek istiyorum, nasıl oldu karşılaşmanız? Aslında kitaplarla, edebiyatla aram okumak anlamında hep iyiydi ama yazmaya karşı hep mesafeli durdum. Yazmak, kendini ifade etmenin en zor yoludur bence. Zor ve biraz da acıdır, çünkü yazılı bir metni anlayabilmek çaba gerektirir. Oysa bir müzisyen, ressam ya da oyuncu için işler biraz daha kolaydır. İnsanlara çok daha kolay ulaşabilir onlar. Yazarın elinde ise sadece kelimeler var. O kelimelere hayat vermek, o kelime Şanslı buluyor musunuz kendinizi? Evet, Epsilon Yayınevinin editörü Tanju Anapa ile karşılaşmam hayatımın en büyük şanslarından biriydi. Hayatın her alanında olduğu gibi yayıncılıkta da erkekler köşe başlarını tutmuş durumda. Bu ortamda bir kadın editörle çalışmayı olağanüstü buluyorum. Ama işin şans kısmı sadece bu. Gerisi sürekli çalışmak. Çok fazla yazan biriyim ben. İstediğim dili yakalayana kadar bıkmadan usanmadan yazarım. Bu anlamda hırslıyım, mükemmeliyetçiyim. Şunu merak ediyorum, İzmir’de yaşıyorsunuz, ama hep İstanbul mekânlı romanlar yazıyorsunuz, neden? Ben İstanbul’da doğdum ve otuz yaşına kadar orada yaşadım. Sokak sokak bilirim pek çok semtini. Hem nefret ettiğim , hem de çok sevdiğim S Senaryo ve uzun öyküler yazıyorsunuz belirli bir süre. Sinema tutkunusunuz! Nasıl bir koşutluk hali içinde düşünürsünüz sinema ile edebiyatı? Genel olarak edebiyat demeyelim ama "roman" ile "sinema" arasında sağlam bir ilişki var. Roman 19. yüzyıldaki popülerliğini bugün sinemaya terk etmiş durumda. Ama sinema romanı yok ediyor anlamında söylemiyorum bunu. Tam tersine, sinemanın sektörleştiği ülkelerde sinema romanlardan besleniyor. Tabii ki romandan ve sinemadan alınan zevkler farklıdır. Okumak daha çok yaratıcılık gerektiren bir eylem. Seyretmek daha kolay, belki biraz daha zevkli. Ben kişisel olarak ne romanlardan vazgeçebilirim ne sinemadan. Şimdilerde devam ediyor mu senaryo çalışmalarınız? Ben zaten yazmaya senaryo denemeleriyle başlamıştım ama roman yazmayı daha çok sevdim. Senaryo yazmak roman yazmaktan çok farklı. Çok daha teknik bir iş. Bir de ben sinemayı bir bütün olarak görüyorum. Yani olay yalnızca senaryo yazabilmek değildir, o senaryonun nasıl bir film haline dönüştüğü önemlidir. Çok iyi bir senaryodan iyi bir film çıkmayabiliyor. Kendi senaryolarından film çeken yönetmenlere hayranım. Son dönemlerde en beğendiğim yönetmen Fatih Akın. Coen Biraderler de bu ekolden. Bir de Ken Loach filmlerini çok seviyorum. Sinemayla politika yapmanın en güzel örneklerini veriyor. Yeni kitabınızla birlikte, peşpeşe üçüncü romanınız yayımlanmış oldu! bir şehir. Nefret değil de...İçim parçalanıyor, isyan ediyorum şehrin halini gördükçe. Dünyanın en güzel şehirlerinden biriydi İstanbul ama çok kötü harcandı. Sahip çıkılmadı, böyle bir güzellik ziyan zebil edildi. Yaşanılacak bir yer değil artık. Ama öte yandan, Türkiye’de yaşıyorsanız İstanbul her şey demek. İstanbul’da değilseniz her şeyin, hatta hayatın dışında kalıyorsunuz. Basın, televizyonlar, sanat dünyası, iş merkezleri, her şey İstanbul’da. Ne diyeyim, koca ülkeyi bir tek şehre sığıştırmayı marifet sananlar utansın. ‘Kadından Donkişot Olmaz’ derken bile bir nüktedanlık sergiliyorsunuz! Ki okuduğumuzda, ağır ama (belki de) haklı eleştiriler yöneltiyorsunuz topluma! Biraz bu kitap üzerine konuşalım istiyorum… "Kadından Donkişot Olmaz" benim en çok sevdiğim romanım. Çokça kendi hayatımdan izler taşı yor. Çok katmanlı bir roman. Bir yanda kendisine medyada bir iş edinmeye çalışan Seher adında bir kadın var, öte yanda bu kadının 90’ların başından itibaren yaşanan ekonomik bunalımlarda dibe vurmuş, yoksullaşmış ailesi var...Diğer yanda her türlü rezilliğiyle, sahteliğiyle medya var. Seher, iki haftalık İstanbul macerasında bir sürü şeyle yüzleşir; kendisiyle, kadınlığıyla, erkeklerle, yoksullukla, popüler kültürün darmaduman ettiği hayatlarla.... Andığımız kitapta popüler kültür alaşağı edilir!.. Ona alaşağı etmek demeyelim de...Popüler kültürün iç yüzünü ortaya sermeye çalıştım. Önce şunu belirteyim, popüler kültürden ölesiye nefret eden yobazlardan değilim. Yani 80 öncesinin kaskatı kültür politikalarını tabii ki yararsız buluyorum ve popüler kültürün sonraki yıllarda patlaması bu kaskatı politikaların bir sonucu. Ama her işte olduğu gibi bu konuda da ayarı tutturamadık. Vıcık vıcık bir popüler kültür(süzlüğe) teslim olduk son on yıldır. Başka hangi ülkede ana haber bültenlerini, televizyonların en çok seyredilen saatlerini, gazetelerin baş sayfalarını böylesine işgal etmiştir popüler kültür? Memlekette işsizlik can yakıyor, çoğu insan yarı aç yarı tok yaşıyor ama bizim medyamız popüler kültürle milleti bir güzel uyutuyor. Hangi ülkede var böyle laçka bir düzen? Otuz kanalın otuzunda da her dakika bir sürü saçmalık olacak ve benim çocuğum oturup bunları izleyecek, öyle mi? Ben buna izin veremem. Ben kendi çocuğumu koruyacak bilince sahibim. Ama ya diğer çocuklar? Kendi çocuğunu, gencini yiyen, harcayan bir düzen bu. EDEBİYATIN DURUMU... ‘Meltem K’yı Kim Öldürdü?’ adlı ilk romanınız için geçen sene "bu ülkede kimse bir şey okumadığı için, okuyanlar da görmezden geldiği için şimdilik anlaşılamadı diyelim", demiştiniz. Geldiğimiz noktada kararınız değişti mi? Çok az insanın kitap okuduğu konusundaki fikrim değişmedi. Eleştirmen sayısı da çok yetersiz ve maalesef bunlar objektif değiller. Yeni yazar keşfetmektense, bildikleri yazarlarla muhatap olmayı tercih ediyorlar. Okur sayısı ise belli. Ortalama bir kitap 2000 satıyor. Yetmiş milyonluk ülkede iki bin! Çok satarlar ayrı bir kategori. Onlar çoğunlukla çabuk tüketilebilen, okuru pek zorlamayan, tam tersine eğlendiren ya da hayatla ilgili bir takım reçeteler veren kitaplar. Edebiyat değil yani. Edebi ? KİTAP SAYI 853 SAYFA 22 CUMHURİYET
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle