01 Mayıs 2024 Çarşamba English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

? gilendiğine gelince, bu soruyu ona sormak lazım. Bulursanız kendisini, sorun. Cevabını ben de duymak isterim. Daha fazlasını açıkçası ben de bilmiyorum. Ama dünyanın en fevkalade kuşuydu diyebilirim. Yürüyerek Çıkamazsın Korusu, dünya ile öte dünya arasında nasıl bir asma kat? Ruhların huzur bulacağı, sakinleyebileceği bir yerken, Adnan’ın durumunda bir cehennem. Engellenişi iyice doruğa tırmanıyor orada. Bir anlamda da gerçekliğe tosladığı yer Yürüyerek Çıkamazsın Korusu aslında. Ama dünyadan çok da ayırmamak lazım bu koruyu, çünkü insan kendi cennetini de, cehennemini de içinde taşır. Ah Köşkü’nü ileride Aslı Tohumcu müzesi yapmayı düşünürsen orada neler sergilersin? Tabii içine girilebilirse. Yoksa duvardaki çatlaklardan mı seyredilecek içindekiler? Hiç fena fikir değil, ama egom o kadar olmadı daha. Ancak bir ziyaretçi olarak içeriyi önce uzun uzun, çatlaklardan seyreder, sonra da içeridekilerin hiç beklemedikleri bir anda ‘neler oluyor burda!’ ya da ‘eller yukarı’ tadında sürpriz bir giriş yapmak isterdim. Kitabındaki aynaların her iki yüzünden de söz eder misin? Hem yansıttığından, hem de sırrından. ‘yok bana sensiz hayat’ın aynasından yansıyan benim bile beklemediğim kadar acıklı bir masal oldu galiba. Öfkesine kurban olmuş bir adamçocuğun hikâyesi. Bir yitirişin ve yokluğun hikâyesi. Hiçbir zaman hiçbir şekilde doldurulamayacak, her Allah’ın günü uyandığında, her gece başını yastığa koyduğunda insanı ezecek türden bir yokluk. Dünyayı verseler de telafi edilemeyecek bir yokluk. Sırrı da, benim bu kitabı yazmakla bu yokluk duygusunu alt edememiş olmam. ? Bu dünyaya bir beden büyük bir hesaplaşma ? Fırat BUDACI kâyenin keskinliğiyle, anlatım araçlarının (kahramanların çocuk olması, fantastik, masalsı mekânların kullanımı…) ‘hafifliğinin’ uyumsuzluğu, romanın daha şiddetli bir anlatım gücüne sahip olmasını sağlıyor (Şöyle düşünün; bu roman filme çekilmek istense, en başarılı uyarlamayı sanırım ve mutlaka Tim Burton yapardı). A slı Tohumcu, 2002 yılında "Abis" isimli bir öykü kitabı yayımlamıştı. Abis, gündelik hayatın içinden geçen, şiddet izleği etrafında dolanan, kendine has bir üslup ve dille yazılmış öykülerden oluşuyordu. Yazar, üçüncü sayfa haberlerine benzeyen hayatı, irkiltici, ironik ve zaman zaman da deneysel bir biçimde yeniden tasarlıyordu. Okyanusun en derin ve karanlık yerinde (abis), insan ruhunun, karanlık koyulaştıkça daha da belirginleşen şiddetini anlatan yazar, yeni kitabı "yok bana sensiz hayat"ta da yeryüzüne çıkmaya pek niyetli gözükmüyor. Bu defa ‘kuyular’dan ‘derinlere’ inen, bol katmanlı bir roman tasarlıyor. "yok bana sensiz hayat"ı, kaybedilen bir dostluğun (aşkın) hesaplaşması olarak okumak mümkünse de, Aslı Tohumcu’nun önemli izleklerinden biri olarak görülen şiddet, bu romanda da kılık ve mekân değiştirmiş olarak karşımıza çıkıyor. Romanın baş kahramanı Adnan bir çocuk (yaş tahmini yapamıyoruz ama 35 numara ayakkabı giydiğini biliyoruz). Yazar, ilk kitabı Abis’teki şiddet öğesini karakterlerin ve mekânların baskısı altında yumuşatmış gibi gözükse de, kahramanların çocuk, anlatı mekânının masalsı bir mimari içermesi dolayısıyla, bana kalırsa daha vurucu bir şiddet hikâyesi kurgulamış oluyor. Çünkü anlatılan, fantastik bir dekor eşliğinde bir çocuğun başından geçenler değil yalnızca; romanda anlatılanlar, hayatın eksilttiklerine karşı koyma çabası ve çaresiz bir isyanın metaforu olarak da değerlendirilebilir. Bu isyan bilgece, çokbilmiş bir edayla değil; çaresiz, ‘kekeme’ bir havayla dillendiriliyor. Anlatılan hi "yok bana sensiz hayat", Adnan’ın Mine adında bir kıza, dostluk ve aşkın birbirine karıştığı bir tutkuyla bağlanmasını anlatıyor. Bir gün, beklenmedik bir anda Mine’nin ‘ruh balonu’ patlayıverince, (biz buna gündelik hayatta ölmek diyebiliriz) Adnan, Mine’nin kendisine sürekli anlattığı ve dünyada Mine’den başka kimsenin görmediği ‘cumurkuşu’nu aramaya çıkıyor. Aşka benzer bir dostluğun kaybedilmiş olması ve bu durumu ‘kabullenememe’yle uzayan, griftleşen bir yol hikâyesi başlıyor böylelikle. Roman, bu ‘arayışın’ (ya da ne yapacağını bilememenin) hikâyesi etrafında gelişiyor ve romanın konusunu özetlemeye çalışmak, düpedüz romana haksızlık olarak gözüküyor. Çünkü hikâyenin ilerleyişi, bu çok katmanlı roman için yalnızca bir araçtan ibaret kalıyor. Örneğin Adnan’ın Cumurkuşu’nun peşinde, aşkı uğruna, önüne çıkan her şeyi ve herkesi engel kabul ederek ani bir cinnetle yok edivermesini, masalda kahramanın başından geçenler olarak değil, hayatın insandan götürdüklerine duyulan çaresiz tepkinin metaforu olarak okumak gerekiyor. GERÇEKÜSTÜ BİR HAVA... Anlatıcı, karakterlerin ruh durumunu, birden fazla seçenekli tahminler yoluyla betimliyor. Böylelikle çokbilmişliğin getirdiği sıkıcılıktan uzak duruyor yazar. Girişteki ‘bir dönem hesaplaşması’ havası üslup ve dille bozularak yeniden yaratılıyor. Yazar, trajik hikâyelerin bağrı yanık, bilgiç dilini değil, çizgi filmleri anımsatan gerçeküstü bir havayla birlikte mizahı yüksek bir dili tercih ediyor. Fantastik bir dekorun fonunda, sıradan gözükenin kazısını yapmaya davet ediyor okuru. Aslı Tohumcu’nun dili, imzası görülmeden de tanınabilecek, pürüzlü, bazen bilinçli olarak aksatılan, oyunsu alışkanlıkları olan, tamamıyla kendine has bir dil dünyası yaratabilecek güçte. Bu romanda da kendi dilinin ana hatlarını saklayarak, metnin getirdiği olanaklarla oyunlar kurguluyor. Romanı okurken bu dilin zaman zaman Sait Faik’e, Shakespeare’e selam çaktığını hissediyorsunuz. "yok bana sensiz hayat"ı iyi roman ölçütlerine sokan en önemli özelliğinin, yazarın sürüden ayrı, kendine has dili olduğunu kesinlemek gerekiyor. Deneysellik, oyunsu anlatım, yazarın ironisini güçlü kılan öğeler; öyle ki betimlemeler dahi bu havadan nasipleniyor ve ‘ağır edebiyat’ın tırmalayan, klişe betimlemeleriyle dalgasını geçiyor: "… bunları ve daha fazlasını, bir çitanın bacaklarındaki hızla düşünen adnan’ın midesinden gırtlağına taş gibi sert –acıtıyordu yani– ve tüylü –gıcık yapıyordu– bir sıkıntı topağı kendine yol aça aça ilerliyordu." Romana hakim olan ‘oyunsuluk’, metinlerarası ilişkilerde de kendini gösteriyor. Roman, "Alice Harikalar Diyarında"dan Freud’a; Tolkien’den Shakespeare’e kadar uzatıyor dilini. ŞİDDETLİ BİR HİKÂYE Abis’te, bizi hayatın içindeki düz şiddetle tanıştıran yazar, bu defa iç içe geçmiş anlam katmanlarıyla tasarlanmış masalsı bir kurguyla karşımıza çıkıyor. Çocuk olmanın "bana ne, istiyorum olacak!" duygu durumunu kullanarak şiddetli bir hikâye kuruyor. Böylelikle anlatılmak istenen, bin dereden su getirilmeden, bir çocuğun yapacağı netlikte ve hızda okuyucunun suratına çarpılmış oluyor. Kahramanımız Adnan sinirlendiğinde, dünyanın geri kalanının huzurlu olmasını kendine küfür sayıyor; ayaklarıyla yeri tepiklemeye başlaması, depremlere yol açıyor. Her insanın içinde bir yerlerde gizlenen şiddet ve o şiddeti besleyen ‘sahip olma arzusu’, ancak kontrol mekanizması henüz tamamına ermemiş bir çocuğun "bana ne istiyorum" anlayışı ve diliyle anlatılabilirdi. Aslı Tohumcu, tüm kontrol mekanizmalarından arınarak, bir çocuğun yedeğinde olduğu için ayıplanmamayı da garantileyerek, son sözünü sakınmadan suratlara çarpmayı başarıyor: "benim olanı bana geri verin yoksa topunuzu gebertirim." ? ‘yok bana sensiz hayat’/ Aslı Tohumcu/ İş Kültür/ 51 s. CUMHURİYET KİTAP SAYI 853 SAYFA 25
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle