01 Mayıs 2024 Çarşamba English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

? yatın durumu içler acısı. Böyle bir ortamda yeni bir yazarın kendisini kabul ettirmesi çok zor. "Meltem K.’yı Kim Öldürdü" değişik bir romandı bence. Hem gerilim romanı özellikleri taşıyordu, hem de ciddi toplumsal sorunları kurcalıyordu. Ne yazık ki bir tek eleştirmen tarafından bile ciddiye alınıp eleştirilmedi. Gene bir alıntı yapayım: "Ben bu ülkenin çektiklerinden dolayı çok büyük bir acı ve utanç duyuyorum" dedikten sonra kafanızda belirip, ‘Ne Güzel Bir Hiçlikti Aşk’ adlı bu yeni romanı mı yazdınız? Biraz bahseder misiniz? VERMEDEN ALMAK Bunu sadece o roman için söylemiyorum. Yazıyorum çünkü bu ülkede yaşananlardan dolayı çok büyük utanç duyuyorum. Çünkü hayatımın bu devresinde sadece yazarak bir şeylere itiraz edebiliyorum. Bizler, yani 60 doğumlular, enteresan bir kuşağız. Hayatlarımız 12 Eylül darbesiyle tam ortadan bölündü. Onun öncesini ve sonrasını biliyoruz. Her iki dönemim artılarını ve eksilerini çok net olarak görebiliyoruz. 80’lerin ilk yarısında tüm dünyada olduğu gibi bizim ülkede de ne idüğü belirsiz bir zenginleşme oldu. O yıllara dek yetinmeyi, paylaşmayı bilen, tutumlu olan, halden anlayan memleket insanımız bir süreçte ithal mallara, kredili alışverişlere, bol bulamaç harcamaya alıştırıldılar. Bu zenginlik borçla sağlanan bir zenginlik olduğu için tabii ki kısa sürede sona erdi ve acısı insanların burnundan fitil fitil geldi. Kredi kartı borçları, batık bankalar vs yüzünden kaç aile dağıldı kimbilir. Esas sorun şu ki, insanlar üretmeden harcamaya, vermeden almaya feci alıştırıldılar. Ve bu çok bilinçli yapılmış bir şey. İnsanlar bu yüzden korkunç acılar çektiler, hâlâ da çekiyorlar ama yine de eskiye dönemiyorlar. Toplumun kimyası bozuldu resmen. Eğitim sisteminin canına okundu, doğal güzellikler tahrip edildi, her yere ruhsuz binalar dikildi. Denizcilik, tarım, hayvancılık hepsi yok edildi. Borçla yaşayan bir ülke haline getirildik. Ve bu ülkenin insanlarını şu anda bir arada tutan tek şey televizyon, yani popüler kültür. Hep beraber popüler kültürle uyuşuluyor. Birbirlerinin soytarılıklarına karşılıklı gülüp eğleniyorlar. Çünkü gerçekten toplumsal yaşam diye bir şey kalmadı. İnsanlar hiçbir şeyi paylaşmıyorlar artık. Ortak umutlar ve hayaller bitti. "Ne Güzel Bir Hiçlikti Aşk" bir dönem romanı özünde! 12 Eylül’ün izleri tamamen yansır romana! Ama bir taraftan da aşk romanı!.. Yaptığım üçlemeye ne dersiniz? Doğru bir yaklaşım derim. Dönem romanı diyebiliriz ama darbe dönemini değil de, darbeden bir iki yıl sonrasını yansıtıyor. Tarık tipi romanın asıl karakteri. O, 80 öncesi yıllarda bir devrimci. İdealleri olan, zeki, cesur bir genç. Ama darbeden sonra hayatı duman oluyor. İçeri girip çıkıyor, işkence görüyor...O süreçte kendisini, dava arkadaşlarını, yaptıklarını ve toplumu sorguluyor sürekli. "Sokaktaki adam"ın – ReCUMHURİYET KİTAP SAYI ich’ın Küçük Adam’ı yani ne kadar kötü, ne kadar duyarsız olabileceğini görüyor ve sonuçta tüm ideallerini ve "insan"a duyduğu inancı yitiriyor. Ve sonunda kötülüğe sığınıp, kötülükle ayakta kalmaya karar veriyor. Bugün her yerde rastladığımız şantajcı, çıkarcı, yalancı, paradan başka hiçbir şeyi mühimsemeyen gençlerin prototipini oluşturuyor neredeyse. Ama başaramıyor. Romanda Tarık’ın bu başaramama öyküsünü Aysel’le yaşadığı aşk üzerinden anlatmayı tercih ettim. İşkencelerin her çeşidine maruz kalan Tarık, ‘içeriden’ çıktığında farklı bir yaşam tarzı benimser, ya da farklı bir deriye bürünüp, insanlardan öç almaya (mı) çalışır, hırsını bu şekilde (mi) yansıtır! Ya da bunların hepsi farklılığın hiçesayımı mıdır? Esas olarak insanlar konusunda büyük bir hayal kırıklığına uğruyor Tarık. Gerçekten de "sokaktaki adam" tehlikelidir. Kolay ajite edilebilir, küçük hesaplar uğruna yaşamın bütününü ıskalayabilir, başı sıkışırsa dostlarını satabilir...Bir düşünün, şu anda dünyanın bir yerlerinde insanlar açlıktan ölüyorlar, bir yerlerinde ise marketler envai çeşit yiyeceklerle tıklım tıkış dolu ve insanların çoğu bu durumu normal karşılıyor! Kalplerinde hissetmiyorlar bile bunun korkunçluğunu. Tarık da işkence görürken şu dehşet verici tespiti yapıyor: "Ben burada toplumculuk adına bir şeyler yaptığım için bir sürü acı çekiyorum ama toplumu oluşturan insanların umurunda bile değilim aslında. Benim ne halde olduğumdan haberleri bile yok. Dışarıda her günkü hayatlarını sürdürüyorlar". Bu romanın yazarı olarak ise ben şunu söylüyorum: İnsanlığın bugünkü bu içler acısı hali tümüyle insanlardaki empati yoksunluğundan kaynaklanıyor. Kimse kimsenin halinden anlamıyor, lafın kısası. Empati yoksunluğu ise modern çağın getirdiği "yabancılaşma"nın sonucu. Öyle ki aşk bile Tarık’ın dışavurumunda sahteleşiyor!... Tarık’a yakışıklılığı ya da küstahça sergilediği cinselliği nedeniyle ilgi gösteren kadınlar kızlar, onun yoksul ve eğitimsiz olduğunu öğrenince apar topar uzaklaşıyorlar ondan. Ve Tarık aşk’ın aslında hiç de romantik bir şey olmayıp, tam tersine tamamen paraya endeksli olduğunu anlıyor her defasında. Son dönemde 12 Eylül fazlaca yer buluyor metinlerde! Bunu neye bağlıyorsunuz? Yanlış hatırlamıyorsam, bir yazarımız, ismi şu an aklıma gelmedi, da ha pek çok metin üretilebilir 12 Eylül’e dair demişti, katılır mısınız? Aslında o dönemle ilgili çok az metin ya da film var henüz. Daha çok şeyler yapılmalı. Çok önemli bir dönem çünkü. O dönemde yapılan hatalar yüzünden bugün bu haldeyiz. 12 Eylül’ü, o günleri yaşamamış gençlere çok esaslı olarak anlatmak lazım. Şu anda kıyısından köşesinden dokunuluyor o yıllara. Çok daha fazla derinleşmek gerek. BİR YANILSAMA... 12 eylülün zaman olarak kullanıldığı romanlarda, aşk, o acıtıcı dönemi örseleyen bir unsur olarak kullanılıyor denilebilir mi? Bugün 12 Eylül dönemiyle ilgili bir sinema filmi ya da dizi film çekildiğinde, o dönemin aşkları çok temizmiş, çok onurluymuş falan gibi gösteriliyor. Oysa bunların hepsi yanılsama. Evet, aşk bugünün yozlaşmış ortamında ayağa düşmüş, değeri kalmamış bir şey. Belki bu yüzden insanlar "gerçek aşk"ı özlüyorlar ve o eski dönemlerde varolduğunu sanıyorlar. Oysa o yıllarda aşk bir hafiflik, bir karakter zayıflığı olarak görülüyordu ve kadınla erkek arasındaki duygusal ilişkiler tehlikeli ve gereksiz bulu nuyordu. ‘Aşkın tecavüz hali’ tanımınız belki de tercüman olur bana!.. Aşkta sizi seveni değil, sevmeyeni seviyorsunuz. Erişilmez olanı, imkânsız olanı istiyorsunuz. Erişilmezlik tutkuyu artırdığı için sanıyorum. Ve her aşk eninde sonunda tek taraflı kalıyor (çoğu zaman tek taraflı doğuyor zaten). Ve o noktadan itibaren aşkın tecavüz halini izliyoruz ilişkilerde . Romanlarınızda dikkat ediyorum, roman içinde roman tekniğini uyguluyorsunuz, neden bu romanı Tarık yazıyor? Romanı aslında Tarık yazmıyor. Kimin yazdığı belli değil. Aysel de yazıyor olabilir, Tarık da. Sonunda Aysel yazmış gibi bitiyor ama çok da kesin değil. Geçmiş zaman tesellisi ile son bulur bir anlamda romanınız! Son cümleleriniz ne olur bu söyleşiye dair peki sizin? Güzel sorularınız için teşekkür ediyorum. ? [email protected] Ne Güzel Bir Hiçlikti Aşk/Neslihan Acu/ Epsilon Yayınları “Memlekette işsizlik can yakıyor, çoğu insan yarı aç yarı tok yaşıyor ama bizim medyamız popüler kültürle milleti bir güzel uyutuyor” diyor Neslihan Acu. 853 SAYFA 23
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle