01 Mayıs 2024 Çarşamba English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Sözcükler daha ilk sayısında “Edebiyat Ne İşe Yarar?” sorusuna yanıt arıyor. Bu soruyu yurt dışındaki yazarlara da soruyor. Bakalım Sözcükler’i nasıl bir edebiyat serüveni bekliyor. T am edebiyat insanı olmak zor iştir. Benim gibi yaşadığı zamanı yoğun olarak cerrahi ile geçiren bir hekim için edebiyat, artan zamanı kullanmasını bilmek anlamında geliyor. Ama Memet Fuat gibi bir edebiyat insanı, soluğu kesilene dek, bir yandan canıyla uğraşıyor, öbür yandan neyi okuyup yazacağının hazırlığını yapıyordu (ÖLÜNCEYE KADAR, Günce 12, Adam Yayınları 2003). Yaşamak, önce kendini, sonra çevresini denetleyerek, yaşamanın anlamına varmak diye yorumlanabilmeli. Memet Fuat’ın “günce”lerini okurken, soluğu kesilene dek bilincini yitirmediği, gene de çevresini denetlemede yorgun düştüğü görülür. Adam Yayınları’nda çalışma düzeninin bozulduğu yıllardır. Kapak tasarımında bile sorunlar çıkmaktadır. Canıyla uğraşan Memet Fuat, İnci Asena’yı kırmak istemediği için işi oluruna bırakmıştır. Ama Turgay Fişekçi, yayın danışmanı olarak işi sıkı tutmak zorundadır. Uzun yıllar Memet Fuat’la birlikte olmanın ona kazandırdığı bir çalışma düzencesi vardır. Bu birliktelik, yalnız okumayla elde edilmeyen bir edebiyat birikimi de kazandırmıştır ona. “Üretim”, toplumun geleceğini etkileyen, insanlığı kurtaracak olan en önemli çalışmadır. Ama “edebiyat üretimi”, tüketim ekonomisine yarayan yapay bir çoğaltmaya dönüşürse bütün değerini yitirir. Bir yazarın kendini yinelemesi bile yapay bir çoğaltımdır. Bu anlayışa karşı çıkarak SÖZCÜKLER’i yayımlamayı göze alan Turgay Fişekçi, “Edebiyatın insani bir değer olduğunun bilincindeki belki de son kuşağız” sözüne bağlı kalacakları izlenimini veriyor. EDEBİYATIN İŞLEVİ SÖZCÜKLER daha ilk sayısında “Edebiyat Ne İşe Yarar?” sorusuna yanıt arıyor. Bu soruyu yurt dışındaki yazarlara da soruyor. Alain de Botton’un yanıtı kafamızı biraz karıştıracaktır: “Ebediyatın amacı, hayatın geri kalan alanlarının sessiz kaldığı şeyleri bize söylemektir. Kitaplar, insanlığın en saklı ve altüst edici düşüncelerinin biriktirildiği yerlerdir.” Alain de Botton edebiyatçıdaki muhalif tavrın önemi üzerinde de duruyor: “Romanlar, saklı hayatlara tanıklık ederek, egemen hiyerarşik kavramlara karşı yaratıcı birer karşı sav olabilirler.” Alain de Botton, Eliot’un bir sözüyle tamamlıyor yanıtını: “Eğer sanat insanların duyarlıklarını geliştiremezse ahlaki olarak hiçbir şey yapmamış demektir.” SÖZCÜKLER’in ilk sayısında böyle çarpıcı bir yanıtın bulunması umut vericidir. Keşke çeviri dili daha özenli olabiliseydi. Edebiyatın yaşamaya anlam kazandıran gücü olmasaydı, Memet Fuat, yalnız o solunum aygıtıyla bunca yıl yaşayamazdı. Turgay Fişekçi de “Neden Çıkıyoruz?” yazısında, “Edebiyatın insan ve toplum için yaşamsal bir gereklilik olduğuna inanıyoruz” diyor. Sonra da SÖZCÜKLER’e bağla Mustafa Şerif ONARAN Değinmeler ‘Edebiyat ne işe yarar?’ nan okurları onurlandıran bir yorumla bakıyor edebiyata: “Edebiyat sorulmamış sorular sorar, o soruların yanıtları ardında koşarken doyumsuz tatlar ve güzellikler yaratır. İnsan kişiliğinin ve doğasının bağımsızlık duygusunu yüceltir.” SÖZCÜKLER bu gerçeğin izini süren bir dergi olacak mı? Kimi öykülere, şiirlere bakarak bu gerçeği anlamaya çalışalım. İKİ DOĞU ÖYKÜSÜ Fedit Edgü yalnız öyküleriyle değil, denemeleriyle de bizi şaşırtıcı bir serüvene çağırır. “Ders Notları” ile “Yazmak Eylemi” biçem oluşturmadaki yaratıcı gücü, bir olayı değişik yönleriyle anlatmadaki ustalığı açıklıyor. “Yazmak Eylemi”nde bir olayı 101 metinle, birbirinden ayrı özelliklerile anlatma denemesi, öykücünün ne denli özgür olabileceğini düşündürüyor. Öyküye nasıl başlayacağını bilemeyenler “Yazmak Eylemi”ni okumalıdır. Ferit Edgü “Bir Doğu Yolculuğundan Notlar”da, eksiltilmiş bir dille, bir kamp gecesinden kesitler çiziyor. Besna bir roman kahramanı olabilir. Gecenin dinginliğinde bir kadının çağırdığı türkü insanın içine hançer gibi işler. Dağın öteki yüzünün akmasını beklerken ağasının geleceği düşüne dalan Meran çocuk, dağlarda yankılanan bir sesin umuduna kapılmıştır. Bir “mülteci” akınıdır bu! Sonra yaşlı bir “mülteci”, kör olsa da, düşünde dağları, Zap’ın kanlı aktığını görecektir. Ferit Edgü’nün öyküsü, karanlıkta yankılanan türküye değip, şiirli bir rüzgâr gibi geçiyor içimizden. Adnan Binyazar, genelevden çıkarılan Atiye’nin yazgısını anlatıyor bize, Binyazar’ın anlatımıyla tanıyalım Atiye’yi: “Kendinden yaşlıların bile Atiye Abla’sıydı o! Atiye Abla, topuklara inen kızıl kara saçlardı, süslü nalınların avlunun delikli taşlarında bıraktığı tıkırtılardı, sigaradan kalınlaşmış buğulu sesti, yüz güzelliğini dilinin balı eyleyen söz ermişiydi, fal bakmanın umut kurgulayıcısıydı...” “Şah Mamet” Atiye’ye sevdalanmıştı ama genelev patronu Hımhım Ayşo “Şah Mamet... Şah Mamet... Orospuyla evlenmek ölü eti çiğnemektir; ağzında gevelersin, lakin yutamazsın” diyordu. Şah Mamet Atiye’yi kendi elleriyle yıkayıp günahsız mı kılmıştı? Düşü de, gerçeği de aşan bir öyküdür bu! Büyülü ayışığının, Atiye’nin gövdesini ele geçirmesiyle ilgili bir söylenceler öyküsüdür bu! Şah Mamet, ne Atiye’nin ay aydınlığına akan dişiliğini, ne üç kardeşin “Gerdeğin mübarek ola!” diye bağrıştıklarını, ne de Kör Haco’nun aşiretleri dolaşıp “Genelev karısından zürriyet olunmaz” diye anlattığı öyküleri duyamıyordu. Mahalle kadınları zılgıt çekip Atiye Abla’ya destek olmaya çalışsalar da boşunadır. Töre böyledir: Atiye Abla’nın çocuğu dölyatağından parça parça koparılıp çıkarılır. Dengbej Möho’nun dilinde Atiye Abla’nın öyküsü söylencelere karışmıştır. Adnan Binyazar, kardeşlerinin öldürdüğü “Şah Mamet”in Dicle’ye akan bu öyküsünü, destansı bir dille anlatıyor. Günün ayrıntılarında nice değişik öykü olabilir. Biçem özelliğiyle onlara yakınlık duyabiliriz. Ama Doğu’nun gizemi başka. Doğasıyla, insanıyla, Ferit Edgü ile Adnan Binyazar, yalnız Doğu’yu değil; içimizdeki öteki insanın yalnızlığını anlatıyor bize. ÖNCE ŞİİR Kentin her hangi bir yerinde bizi bekleyen bir park var mı? Evlerin içinde yitip gitmekten bir parka sığınmayı unutmuş olmalıyız. Gülten Akın’ın şiiri, yorumlamayı gerektirmeyen bir derinlik taşır. Gene de insan kendince bir yorumla o şiiri çoğaltmak ister. Yaşlıların zamanı kısadır, yerleştiği yerler onlara yeter. Oysa ne evlere sığar torunlar, ne de zamana. Belki de bir sığmazlık şiiri olarak bakmak gerekir “Park”a: “evler, giderek daha karmaşık düzgünlüğü içinde neneler dedeler çıktılar kocaman alanlar gerekiyor torunlara öfkelere günlük bunalımlara küçük tanrıların sitemlerine çoğu kez yalnızlıklarına” Yavaş gösterimli bir film gibi akıyor yaşlıların bakışlarındaki zaman. Onlar anlıyor ki, “yaşlanmak yitirmek demek bir anlamda bir gün ölerek kazanırlar” Torunların kimi büyüme özlemi çeker, kimi değişmek istemez, kiminin sesi yankılanır, “Hayali sallanır durur”. Bir üzgünlük, bir yalnızlık elenir şiirden üstümüze. Yaşamanın ustası Gülten Akın, şöyle bir bakmakla yetinir kente. Çünkü, “şehir pazartesiyle hazırlanıyor.” Alova, kendine özgü sözcükleri, kendine özgü imgeleriyle şaşırtıcı bir şiir ortamı hazırlıyor. O ortamda bulunmaya hazır olmayan başkalaştığının ayrımına varamaz. Ne bir sabun kokusu olduğunun, ne Yunus olarak doğduğunun, ne geçmez bir para gibi bir yerlerde unutulmuşluğun ayrımına varır. “yitik bir sesmişim çok uzak ormanlarda.” Sonra eskil bir coğrafyada o yitik sesin izini sürer. Bir kralın sözlerinde, bir kraliçenin iç sesinde arar o “yitik sesi”. “Organik şiir”den yana olanlar, düşlerden yontarak insanoğlunun yarattığı Pigmalion’u, eski Yunan tanrılarını, söylencelerde yaşayan yarı tanrıları yadırgayabilir. Ama birer simgedir onlar. Alova, “tenseme” olarak yorumluyor şiirini. Yaşamaya cinsellikle bağlı olduğumuzu, sonrasızlığın tensellikte yaşadığını anımsatmak istiyor. İmgeler yüklü, o zengin şiir ortamında anlatı şiirinin tekdüzeliği yadırganıyor. Ferruh Tunç hangi gerçeği anlatıyor? Bağış olmayan tek ilişki sevi midir? Neyi bağışlıyoruz biz? “Haklılara değil, en çok haksızlara (verilen) haklılardan değil, en çok haksızlardan (alınan)”. Belki de içinde yaşadığı bir gerçeğin altını çiziyor Ferruh Tunç: Haklıların hakkını arayamadığı gerçeğini. Yitip giden haklar “Bağış” sayılıyor. Sevi ilişkisini bunun dışında tutuyor: “Çünkü sen rüyamda aktığım kadınsın; fidyecim, kuzgunum, ayıbımsın.” Sözcükler yeni bir ses getirdi edebiyatımıza. Okudukça çoğalan bir dergi. Turgay Fişekçi amacına ulaşırken iki ayı beklemek daha da zorlaşacak: “Edebiyatın sorgulama, eleştirme, uzlaşmama, yetinmezlik gibi temel değerlerinin de savunusunu amaçlıyoruz” (Sözcükler, Neden çıkıyoruz?, MayısHaziran 2006). Ama “edebiyatta uzlaşma”, toplumsal barışı hazırlayan bir seçenek de sayılabilir. “Ben iyimserim, dostlar, akarsu gibi”. Bir edebiyatçının “muhalif tavır” içinde olması, “barışçı” olmasına engel değildir.” Bakalım SÖZCÜKLER’i nasıl bir edebiyat serüveni bekliyor. Göreceğiz...? Bu sayfayla iletişim kurabilmeniz için dergilerinizi ve kitaplarınızı aşağıdaki adrese gönderirseniz memnun oluruz. MUSTAFA ŞERİF ONARAN Hekimköy Sitesi 20. Sk. No: 8 06800 ÜmitköyAnk. Tel.: (0312) 235 91 11236 23 46 Turgay Fişekçi SAYFA 34 CUMHURİYET KİTAP SAYI 853
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle