01 Mayıs 2024 Çarşamba English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Sadık Albayrak'la 'Noterler ve Edebiyat'ı konuştuk “Edebiyat insanlığa yürekten bağlı yazarların eseridir” ve inancı yok, insanlığın durumunu çıkışsız olarak görüyor. Öte yandan da, bunu suni desteklerle ayakta tutmaya çalışıyorlar. Tabii, bu ayakta tutulan şeyler de insanlık adına çok değerli şeyler değil. Sermaye sınıfı kendisine uygun bir sanatı destekliyor. Brecht’in dediği gibi: Köpekbalıklarının da bir edebiyatı olsaydı, köpekbalıklarının dişlerinin ne kadar güzel olduğunu, köpekbalıklarının boğazının ne kadar estetik olduğunu, oradan geçmenin ne kadar heyecan verici olduğunu anlatırdı. Şu anda sermayenin belirlediği, sermayenin yayınladığı, roman diye piyasaya sürdüğü eserler ideolojik olarak çözümlendiğinde bu niteliktedir. Ayrıca şu da var; bu eserler dil bağlamında da çok geri. Bilinir, edebiyat gelişmiş bir dille yapılır. Prof. Tahsin Yücel, doğru dürüst Türkçe yazamayan, ama dünya çapında büyük diye pazarlanan sermaye yazıcıları için şu soruyu sormakta haklıdır: acaba kendi dilini bilmeden büyük bir yazar olunabilir mi? NEDEN KİTAP OKUNMUYOR? Yazara haksızlık etmiyor muyuz? Okurun bu durumda rolü nedir diye bir soru sormaya engel olan bir gazete haberini hatırlıyorum, bir holding kurucusunun adına ödül töreni düzenleniyor ve bir şairimize 100 bin dolar ödül veriliyor. Suç verende midir kabul edende midir? Yazara haksızlık edip etmediğimiz bu örnekten belli değil mi? Burada hangi yazarın bağımsızlığından bahsedebiliriz. Bir kere, bu toplumu değiştirmek için mücadele veren insanlar var. Bu toplumu değiştirmekle tarihsel olarak yükümlü işçi sınıfı var. Bu sınıf karın tokluğuna yaşamaya mahkum edilmiş. Sadece biyolojik olarak hayatını sürdürmeye rıza göstermiş bir halk var. Zaten bu sorunları Noterler ve Edebiyat kitabında ortaya koymaya çalıştım. Kitabın "Bata Çıka Edebiyat’ bölümünde, edebiyatın neden bir insan gereksinimi olmaktan çıktığını, neden kitap okunmadığını irdeliyorum. Kitap okunamaz çünkü Türkiye’de insanların çalışma saatleri 1213 saat, hem de asgari ücretle çalışıyorlar. Çocuklar okula bile gidemeden, 12 yaşından itibaren çalıştırılmaya başlıyorlar. Bu koşullarda yazarın işi ne? Bunlarla mücadele etmek, değiştirmek için insanlara romanla, şiirle, hikâyeyle ulaşmak ve bunun böyle gitmeyeceğini anlatmak. Shakespeare de bütün yapıtlarında kafa tutmuştur her türlü haksızlığa, Orhan Kemal de, Nâzım Hikmet de... Bugünün yazarına haksızlık etmiyoruz. Niye günümüz yazarlarısanatçıları isyan bayrağını çekip o çocukların hikâyesini anlatmıyorlar? Örneğin Asiye Nasıl Kurtulur, Zengin Mutfağı gibi oyunlar da yazıldı ve oynandı bu ülkede. Bugün niye buna benzer oyunlar yazılmıyor? 12 Eylül, edebiyat ve sanat bağlamında eski dönemin solunu aşağılayan, devrimcileri kriminal tipler olarak resmeden, toplumsal kurtuluş fikriyle alay eden ve günübirlikçiliği savunan "yapıtlara" kapıları açtı ve bu kapı hâlâ kapanmadı. Peki sanatçının mücadelesi kiminle olacak? Sanatçının mücadelesini sınıf mücadelesinden ayırmıyorum, çünkü gerçekçi sanattan yanayım. Sanatçı gerçeklikle hesaplaşmalı. Lukacs’a göre yazar romanında gerçekliği tipikleştirerek anlatır bize. Görüntünün arkasındakine işaret eder. Bugünün yazarı da bunu yapmalıdır. Bunu yaptığı zaman zaten iktidarı da gösterecek, o iktidar karşısında cahil ve zavallı insanı da gösterecektir. Bugünün yazarları kahramanlarını 4x4 ciplere bindirdiğinde bundan hiç rahatsızlık KİTAP SAYI Sadık Albayrak 'Noterler ve Edebiyat'ta eleştirel yazılarını bir araya getirmiş. Albayrak dört ana başlık altında topladığı bu yazılarında sözü dolandırmadan edebiyata getiriyor ve söyleyeceklerini ardı ardına sıralıyor. Albayrak'la kitabını konuştuk. ? Cengiz KILÇER debiyat dünyasından ya da ürünlerinden "çok satanlar", "starlar" ve "marka isimler" silindiğinde geriye ne kalır ya da tüm bu tırnak içi edebiyata/edebiyatçıya baktığınızda ciddi bir çöküş tablosunun karşısında durduğumuzu söyleyebilir miyiz? Bunu genel anlamda edebiyat, daha da genişleterek tiyatro, resim, müzik için de söyleyebiliriz. Tam da dediğiniz gibi çöküş dönemlerinden birini yaşıyoruz. Bu sadece Türkiye’de değil dünyada da böyle. Bunu bilimsel olarak düşündüğümüzde anlamak mümkün. Çünkü tarihte ne zaman gerileme varsa, edebiyat sanat da gerilemiştir. Bu gerilemeyi neye göre açıklayacağız? İnsanlığın özgürlüğü, kültürü, yaşama biçimi, bütün bunların gelişmesi, zenginleşmesi hangi dönemlerde durdurulmuşsa, gerilemişse, egemen sınıf tutuculaşmışsa, emperyalizmin bugün dünyamızı kana boğduğu gibi bir dönemde kültür sanat da ne yazık ki gerileme, çöküş içine girmiştir. Elbette, bu gerilemenin içinde yeni doğan, gelişen gerçekçi bir edebiyat var, ama hâkim renk budur. Tarihin edebiyata yaptığı bu etkiyi bir şairin gelişiminden örnekle anlatmak istiyorum. Bir kitapta aynı şairin 1979 yılında yazılmış bir şiiri ve 1999’da yazılmış bir şiiri var. 79’da SAYFA 18 E yazdığı şiiri okuduğumda şiir tadı bulabiliyorum. Gerçekten bir duyarlılığı var, toplumla paylaşmak istediği bir şey var, toplumsal savaşımda kaybettiği arkadaşının acısını yazmış. 1999’da yazdığı şiirde böyle bir şey yok, şiir parçalanmış, bütünlük kuramayan dizelerden örülü... Aynı yaratıcılık, aynı yetenek ve güzel dizeler söz konusu, ama kopuk kopuk dizeler arasında bütünlük kuran bir duyarlık yok. Şairin 1999’da yazdığı şiirde yaşadığı gerçeklikle doğru etik ve estetik bir ilişki kuramadığını görüyoruz. Yalçın Küçük’ün dediği gibi, "tarih bilimlerin en Darwinistidir". Acaba tarih, edebiyatı da, Darwinist anlamda bu ölçüde belirliyor mu, sorusunu sorduğumuzda, galiba evet, belirliyor diyebiliriz. Örneğin bugün tiyatroya baktığımızda seyretmeye değer kaç tiyatro oyunu var? İKTİDARLA İLİŞKİLER... Noterler ve Edebiyat sizin beşinci kitabınız; bütün kitaplarınızda eleştirmen kimliği ile varsınız. Bununla beraber Türkiye’de hem yazarın hem de eleştirmenin iktidarla ilişkilerini nasıl değerlendiriyorsunuz? Noterler ve Edebiyat kitabında tekellerin sanat sponsurluğu için "ölü soyuculuk" kavramını öne sürüyorum. Gerçekten de insanın edebikültürel yaratıcılığını ortadan kaldıran bir sistem sermaye düzeni... Sanatı yaşatmak için sponsorlara gereksinim duyuluyor. Bir yandan sermaye ilişkileri sanatı edebiyatı ortadan kaldırıyor, insan gereksinimi olmaktan çıkarıyor. İçinde yaşadığımız kültür, hikâyeyi, romanı, şiiri hayatımızdaki anlamlı gereksinim olmaktan çıkarmış durumda... Bir yandan da tekeller, sanatı yaşatmak için sponsorluk yapıyorlar ve buna ek olarak büyük yayınevleri, kültür merkezleri, orkestralar kuruyorlar. Burada ortaya çıkan durum sanatın niteliğini de doğrudan doğruya belirliyorlar. Bir yandan, şiirden verdiğimiz örnekteki gibi, sanatçının ortaya koyduğu ürün zaten kuru, kısır flulaşmış... Çünkü ütopyası yok, geleceğe karşı bir bilinci ? CUMHURİYET 853
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle