Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
? bi zor bir romanda dahi bunu başardım sanırım. Roman bazı eleştirmenlerin önyargısına kurban gitse de, okur tarafsızlık çabamı görebildi. Benim ödülüm de bu oldu. Daha önceki romanlarınız örneğin Adı Aylin, Sevdalinka, Köprü, Nefes Nefese, Füreya, Bir Tatlı Huzur adlı romanlarınız hep gerçek yaşanmışlıklar üzerineydi. Şimdi de Bir Varmış Bir Yokmuş yaşantıları konu edinmiş. Hangi yaşamları yazacağınıza nasıl karar veriyorsunuz, araştırma aşaması nasıl oluyor? Roman ve öykülerinizde çoğunlukla kadınları konu alıyorsunuz: Aylin biyografik bir roman, akıllı, uçarı ve şımarık bir Türk kızının başarısı ve ölümü, Füreya’da Füreya Koral’ın yaşamöyküsü, Kardelenler’de doğudaki kızlarımızın okula gitme zorlukları ve Bir Varmış Bir Yokmuş’ta da çeşitli yönleriyle Türkiye’de kadın gerçeğini ele alıyorsunuz. Kadınların açısından olaylara bakarken neler hissediyorsunuz? İNSANA DAİR... Önceleri yapıtlarıma kadın kahramanları seçmem tamamen rastlantıydı. Aylin’i çalıştığım dergiye yazacaktım, ölünce, bana onun renkli hayatını romanlaştırmak nasip oldu. Adı Aylin’in başarısı üzerine birçok biyografi teklifi aldım. Yüzlerce teklifin arasından seçip değerlendirdiğim, Füreya’nın yaşamöyküsüydü. Çünkü onu sağlığında tanımıştım, kişiliğine ve sanatına saygı duyuyordum, üstelik Osmanlının son, Cumhuriyetin ilk yıllarına tanıklık etmişti. Diğer romanlarımda ise ayrım yapmaksızın kadın kahramanlar kadar erkek kahramanlara da yer verdim. Öne çıkarmak istediğim, insan ve insana dair yaşanmışlıklar, sevgiler, acılar, savaşlar oldu. Ama öykülerimde kadınlara yönelik baskıyı sık işlediğim doğrudur. Daha önceden belirttiğim gibi, Kardelenler’den sonra, kırsal kesim kızlarının eğitimini ve kadına karşı şiddet konusunu ısrarla irdeliyorum. Yazma sebepleriniz için bize neler söylemek istersiniz? Yazma sebebim var oluş nedenimle eşdeğerli. Yazmazsam nefes alamam gibime geliyor. Konularıma gelince, hayata dair her şey, konum olabilir. Ama bu ülkede yazar olmanın da bana bir sorumluluk yüklediğini düşünüyor, bu yüzden düzelmesini çok arzu ettiğim sorunların üzerinde duruyorum. Siz çok eleştirilen bir yazarsınız, bunun sebepleri hakkında bir fikriniz var mı, siz olsaydınız kendinizi nasıl eleştirirdiniz, nasıl eleştirilmek isterdiniz? Fikrim var ama fikrimi açıklamanın bir yararı olacağını sanmadığım için, biz yazarların edebiyat tarihinde yerlerimizi bulmamızı zamana bırakıyorum. Bugün yaşayan tüm yazarlar ve eleştirmenler gün gelecek öleceğiz. Yeni yazarlar, yeni eleştirmenler, yeni okurlar yetişecek. Bizleri ve işlerimizi en sağlıklı değerlendirecek olanlar, işte o, geleceğin yazarları, okurları ve eleştirmenleri olacak. Ben bir eleştirmen olaydım, yazdıklarımı biçim, içerik, kurgu ve dil açısından irdelerdim. Bazı kitapları da mesleğim icabı merak ederdim. Örneğin Adı Aylin adlı romanın neden birdenbire bir patlama yaparak bu kadar çok sattığını, hiç kitap okumayanlara dahi kendini okutabildiğinin nedenlerini araştırırdım. Yine ben eleştirmen olaydım, yazarın kimliğini, kişiliğini, hayata bakış açısını, tek veya eşcinselliğini, solCUMHURİYET KİTAP SAYI culuğunu, dinciliğini, burjuvalığını değil sadece yapıtını değerlendirirdim. Çok veya az satması, yaşadığı semt, dostları, yemek yediği lokantalar, içki masasındaki ahbap çavuşları, dava arkadaşları, çalıştığı yayınevi ve mensubu bulunduğu edebiyat grubu beni hiç ilgilendirmezdi. Siyasi gözlüklerimi ve ideolojik saplantılarımı ne de geçmişte çektiğim acıları ve hayata karşı kızgınlığımı, kırgınlığımı, ya da üstünlüğümü, bilgeliğimi, birikimlerimi, ilişkilerimi eleştirmekte olduğum kitapla arama koymazdım. Acaba bu söylediklerimi yapabilir miydim? İyi ki eleştirmen değilim... Çünkü ben de bir insanım sonuçta. Sizin öykü ve romanlarınızda diliniz oldukça sade, dille pek oynamayı sevmiyorsunuz, bu konuda neler düşündüğünüzü öğrenebilir miyiz? Hayır, ben romanlarımda dille oynamıyorum. Dili zorlamıyorum. Benim için konu ve içerik dilden önce geliyor. Dilimi düzgün ve sade seviyorum. Okuryazarı az, kitap okuyanı daha da az olan bir ülkede laf cambazlığı yaparak okuru kitaptan soğutmak istemiyorum. Ama bunu tercih eden bazı yazarlara hayranlığım sonsuz. Murathan Mungan, Elif Şafak dille oynayan, sözcükleri zorlayan ve beni yazılarıyla sonsuz mutlu eden iki yazar, örneğin. Benim tarzım şimdilik bu değil. Ben seçtiğim konuyu en akıcı biçimde, düzgün ve duru bir dille anlatmak derdine düşmüşüm, dilde yeni arayışlara kanat çırpmak istemiyorum. Okurumla paylaşmak istediğim birkaç konum daha var ki onları da klasik roman formatında yazacağım, en iyi anlatımın klasik roman formatı olduğuna ve eğer ileri çağlara roman kalacak ise, ancak klasik romanın kalacağına inandığım için. Tüm söylemek istediklerimi, anlaşılabilir ve düzgün tümcelerle söyledikten sonra, ilerde bir gün dil ile de oynayabilirim. Ama daha değil. Türkçe öyle muhteşem bir dil ki, en yalın halinde dahi birçok sözcük üç beş anlam birden yüklenebilerek, fersah fersah derine iniyor. Hüzün, hicran, keyif, hasret, gönül, mahzun gibi kelimeler, içlenmek, yüreği titremek, gözünde tütmek gibi eylemler Türkçeden başka hangi dilde var? İnanılmaz şiirsel bir anadilim olduğu için, bir yazar olarak kendimi çok şanslı buluyorum. YENİ PROJELER Ufukta yeni bir kitap var mı? Onlar hakkında bilgi alabilir miyiz? Ufukta değilse bile, kafamın içinde bazı projeler var. Yapıtlarımın çizgisine dikkat edecek olursanız, Bir Varmış Bir Yokmuş gibi kitapları, konu ve içerik açısından ağır yapıtlarımdan sonra yazdım hep. Örneğin Sevdalinka’dan sonra Geniş Zamanlar gelmiştir. Köprü ve Nefes Nefese’nin arasına da İçimde Kızıl Bir Gül Gibi girmiştir. Öyküler, anılar, denemeler yazmak bana bir tür dinlence oluyor. Romanlarımda dil ile değil içerik ile uğraştığımdan, yazmadan önce araştırma yapmak ve konumla ilgili kitap okumak zorunda kalıyorum. Oysa öyküler ve denemelerde böyle bir mecburiyetim yok. Kolayca yazılıveriyorlar. Demek istediğim şu ki, Bir Varmış Bir Yokmuş beni yormadığına, aksine dinlendirdiğine, eğlendirdiğine, bir ara kitap olduğuna göre, sırada ön hazırlık isteyen ciddi bir çalışma var. ? Bir Varmış Bir Yokmuş/ Ayşe Kulin/ Everest/ 304 s. 841 ? SAYFA 5