Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
KISA KISA... KISA KISA... KISA KISA... KISA KISA... Mersin Tahtacıları ? Çetin YİĞENOĞLU Çıblak, sanırım bunu saptadığı için çalışmalarını halkbilimi açısından varsıl birikimlere sahip Mersin Tahtacıları üzerinde yoğunlaştırmaya karar verdi. Böylece, kimi kez aralarında yaşayarak, kimi kez araştırarak, yer yer ‘katılmalı gözlem’ ve görüşme yöntemlerinden yararlanarak bu özgün yapıtı kotardı. Halen Mersin Üniversitesi FenEdebiyat Fakültesi Türk Dili ve Edebiyatı Bölümü’nde görev yapan Nilgün Çıblak, söz konusu çalışmanın önemine ilişkin sorumuzu yanıtlarken şunları söyledi: “Alevilikte ve Alevilik içerisinde kendine özgü bir grup olan Tahtacılar’da dini bilgilerin, töre ve törenlerin topluma öğretilmesi, gelecek kuşaklara aktarılması dedeler tarafından sözlü olarak gerçekleştirilmektedir. Bu gelenek yerleşik düzene geçilmesinden sonra okuryazarlık oranının artması, köyden şehre göçlerin başlaması ve en önemlisi hızlı bir teknolojik gelişmeyle yüz yüze kalınması gibi sebeplerle değişime uğramaktadır. Çalışmamızla bu sözlü kültürün günışığına çıkartılmasına katkıda bulunmak en büyük dileğimizdi.” Ancak, hemen belirtmeliyim ki, bundan çok daha fazlası var kitapta. Çünkü, Çıblak, bu önemli çalışmasında Türkçede “Ağaç kesen, tahta biçen ve kereste işleriyle uğraşan kimse” anlamına gelen Tahtacılar’ı Mersin özelinde incelemekle kalmamış. Bugün, Tahtacılar’ın yoğun olarak yaşadığı Adana, Afyon, Ankara, Antalya, Aydın, Balıkesir, Burdur, Denizli, Gaziantep, Isparta, İzmir, Konya, Manisa, Mersin ve Muğla’yı kapsayan bölgelerle de yetinmeyerek yer yer Anadolu’yu aşan bir coğrafyayı gözlemleyerek sürdürmüş çalışmasını… dıkları belirtiliyor. Ayrıca, Tahtacılar’ın Anadolu’daki Alevi oymaklarının en büyüklerinden, ancak farklı özelliklere sahip oldukları vurgulanıyor. ANADOLU’DA KİMLİK ANALİZİ Yazar Nilgün Çıblak ise Mersin Tahtacıları’nı incelerken aslında her yönüyle Tahtacılar’ı ve söz konusu farklı özelliklerini anlatmakla kalmıyor, “Tahtacı” kimliğini aşan, neredeyse Anadolu’da kimlik analizi boyutuna vardırıyor çalışmasını. Bu yapısıyla kitap yayımlanmasındaki zamanlamanın emperyalizmin Türkiye’de “alt kimlik/üst kimlik” söylemiyle ortaya çıktığı bir döneme rastlamasıyla ilginç bir nitelik kazanıyor ve Anadolu’daki etnik kimlikler üzerine düşünmeye kışkırtıyor insanı. Böylece, bir kez daha soruyorum, “Nereye gitti, Anadolu’daki bu eski etnik toplumlar” diye. Nereye gitti bu Lidyalılar, Likyalılar, Hattiler, Hurriler, Atinalılar, Ispartalılar, Urartular? Çıblak’ın kitabı biraz da bu soruya yanıt gibi. Kitabın çağrıştırdıklarına bakınca, insanın “Eğer Anadolu’da bu etnik kimlikler aranacaksa bir Likyalı, bir Hatti, Hurri, Atinalı, Ispartalı ve Urartu’nun genleri bende ya da herhangi bir Tahtacı’da bulunabilir” diyesi geliyor. Bu yaşa kadar anlayıp öğrendiğim bir şey varsa o da, Anadolu’da etnik kimlik üzerine kim ne derse başta ırkçılık yapanlar eksik söyler, yanlış söyler. Çünkü, Anadolu bir etnisite alaşımı. “Türk’lük” ise bir kültürel kimlik; etnik yapının çok üstünde bir niteliğe sahip... Sanırım, biraz da bu nedenle Anadolu’da tutmuyor, Yugoslavya’da tezgâhlanan oyun… Mersin Tahtacıları’nın yayımlanmasındaki zamanlama “Şu Çılgın Türkler’in satışta “best seller” kavramını solladığı günlere rastlaması açısından da anlamlı geliyor bana. Türk halkını “alt kimliküst kimlik” di H ayatın öznesinin para olduğu, bırakınız intihali, eskilerin deyimiyle devenin hamuduyla götürüldüğü bir dönemde bir bilim insanı düşününüz, henüz yayımlamadığı doktora tezini romanı için araştırma yapan biriyle paylaşsın… ‘Bu dönemde böyle bir insan olmaz’, demeyin, var çünkü… O, ‘insanlara karşı umudunu yitirmek üzere olanlarda umut tazeleyenler grubundan’ diye tanımlanması gereken bilim insanının adı Nilgün Çıblak… Yrd. Doç. Dr. Nilgün Çıblak’ın tezini yayımlamadan verdiği kişi de benim. Şu garipliğe bakın ki, benim roman (Haydar’ı Öldürmek) iki ay da olsa Çıblak ‘Öğretmen’imin “Mersin Tahtacıları”ndan önce yayımlandı. Kitap yayımlanınca lütfedip göndermiş, sağ olsun… Kitabı elime alınca bir tuhaf duyguyla dolup taştı içim. Nedense biraz suçluluk duygusu hissettim… Biliyordum, aslında masumdum… Eserini bana bizzat Nilgün Hanım vermişti. Dahası, yayımlamadan önce gönderdiğim romanın Tahtacılar’la ilgili bölümünü okuyarak yanlışlarımı da düzeltmişti bir güzel… Ben de huzur içinde romanın öbür bölümlerini yazmıştım. Yani, gizliden bir şey yapmamıştım, ama o duygu bir an için içimi titretti, işte... Sanırım, Nilgün Çıblak’ın kitabının benim romandan sonra yayımlanması yarattı bende bu duyguyu… Doğrusu, ‘Doktora Tezi’nin romandan önce yayımlanacağını düşünmüş müydüm, bilemiyorum. Romanın yazımı ve yayınının beş yıllık bir süreyi kapsadığı düşünüldüğünde akla Mersin Tahtacıları’nın yayınında bir gecikme olduğu geliyor. Nedenlerini iyikötü tahmin ettiğim için sorma gereği duymadım. Her şeye karşın burada, nedenini bir türlü yanıtlayamadığım bir suçluluk duygusunun yüreğimi yalayıp geçtiğini belirtmek istedim, yine de... Benim için hiçbir zaman ödenmeyecek bir vefa borcunu bu yazıyı okuyan duyarlı ve namuslu insanlarla paylaşmak istediğim için de söze buradan başladım. ye bölmek isteyenlere bir yanıt niteliğinde. Kapalı yapısı içinde orman içlerinde yüzlerce yıl yaşamış, bu denli saf, özgün, duru bir toplumun kökenini Likya’da Hitit’te arayabilen Batılıya verilecek en güzel yanıtı aslında Mustafa Kemal’in bu devleti kurarken verdiğini anımsatıyor. Bunlar bir yana, Çıblak, eserinde gerçekten de konuya geniş bir perspektiften bakarak yaklaşıyor. Mersin hakkında genel bilgilerle başlayan kitapta Mersin Tahtacıları üzerine yapılmış araştırmalara değinildikten sonra Türkiye ve Mersin Tahtacıları genel bir bakışla ele alınıyor. Birinci bölümde tarihsel konjonktürde Türklerin etkisi altında kaldıkları dinsel inanç ve akımlar genel bir değerlendirmeden geçirildikten sonra Mersin Tahtacıları’nın inanç yapısı üzerinde duruluyor. İkinci bölümde ise törenler, ‘inanç ve pratiklere bağlı dinsel törenler’, ‘sosyal içerikli dinsel törenler’ ve ‘bereket törenleri’ olmak üzere üç ana başlıkta inceleniyor. Üçüncü bölümde ‘geçiş dönemleri’ başlığı altında insan hayatının başlıca üç önemli aşaması olan doğum, evlenme ve ölüm üzerinde duruluyor. Dördüncü bölümde halk hekimliğiyle ilgili uygulamalara, beşinci bölümde halk inanışlarına yer veriliyor. Altıncı bölümde cemlerde ve cenaze başında söylenen nefesler, ‘dinitasavvufi halk edebiyatı’ başlığı altında incelenen çalışmada anonim halk edebiyatı ürünlerinden kalıplaşmış sözlerle anlatmalar üzerinde de duruluyor. Sonuç bölümünde çalışmanın genel bir değerlendirmesi yapılarak Mersin Tahtacıları’nın halkbilimi araştırmasından elde edilenler ana hatlarıyla ortaya konuluyor. Ayrıca, çalışmanın sonunda Mersin Tahtacıları arasında kullanılan terimlerden örnekler verilerek bunların kısaca açıklamaları yapılıyor. Böylesine özverili ve birikimini paylaşmayı ilke edinmiş bir kültür insanının kaleminden çıkan Mersin Tahtacıları’nın daha nice romana esin kaynağı olacağına inanarak kutluyorum. ? Mersin Tahtacıları/ Nilgün Çıblak/ Ürün Yayınları/ 362 s. “KİMLİK SORUNSALI” Bir halkbilimci olarak son günlerin tartışması “kimlik sorunsalı”na da ışık tutmuş, siyasi bir duruşun uzağında durmaya özen gösteren bir bilim insanı namusu, titizliği ve disipliniyle… Burada kitabın, çok yönlü özelliğiyle okunurken başlarda derin bir merak duygusuyla kendine çektiği insanı “Kim bu Tahtacılar” sorusuna yanıt aramaya ittiğini hemen belirtelim. Gerçekten de, Osmanlı’nın “Cemâati Tahtaciyan” dediği bu toplumun etnik kimliği, kökenleri nereye dayanıyor? Kim bunlar? Bu sorunun yanıtını ararken önce kimin savına inanacağına şaşırıyor insan. Sorular dizi dizi insanın belleğini çelmeye çalışıyor: Acaba bir Batılı antropologa mı, gezgine mi, araştırmacıya mı inanmalı? Tahtacılar bazı Batılıların savladığı gibi Likyalıların kanından mı geliyorlar, yoksa Hititlerin mi, Yahudilerin mi, İranlıların mı? Bugün Alevi bile olsalar, savlandığı gibi “Kılıç Müslümanı” olarak kabul edilmesi gereken arkaik bir Hıristiyan toplumu mu? Yine bir Batılı araştırmacının savunduğu gibi Orta Asya’dan gelen ve kökenleri Çepnilerle aynı boya dayanan eski bir göçebe Türkmen topluluğu mu? İşte, buna “evet” diyor Türkiye’de bu konuya kafa yormuş birçok araştırmacı. Söz konusu çalışmalarda Tahtacılar’ın Türk oldukları, kökenlerinin Oğuz boylarına dayandığı, “Ağaçeri” olarak da tanındıkları, Ağaçeriler’in torunları oldukları, Moğol istilası sırasında Türkistan’dan Anadolu’ya göçtükleri anlatılıyor. Türkçeden başka dil bilmedikleri, Orta Asya Türk gelenek ve göreneklerini hâlâ en güzel şekliyle korumaya çaba harca Şarkıcı Kızın Dramı şamını anlatıyor. Usta üslubu ve çarpıcı kurgusuyla, bireylerin farkında olmayarak sistemin değirmenine nasıl su taşıdıklarını, sistemin de bireylerin yöresel ve kültürel farklılıklarını derin çelişkilere dönüştürüp bu çatlaklardan nasıl beslendiğini tüm incelikleriyle gözler önüne seriyor. SAVAŞIN ARDINDAN... TAMBİNİLER VE DİĞERLERİ... 13 yaşındaki Maria Tambini, ailesiyle birlikte İskoçya’nın Bute Adası’nda yaşayan ve sesi çok güzel olan bir çocuk. İtalya’dan İskoçya’ya göçen ve Maria ile birlikte toplam dört kişiden oluşan aile, savaş yıllarında büyük acılardan payına düşeni alır. Ama kimse savaşın neden olduğu acılardan söz etmez. Savaş sonrası neslinde öğrenmek gibi bir derdi yok zaten. Onlar her daim şansın kapılarını çalacağına inanarak, kraliçeye bağlılıklarını bildirirler yaşam tarzıyla. Tambiniler ve diğerleri... Savaş yıllarında Mussolini’yi destekleyen kiliseye tüm bilezik ve yüzüklerini bağışlayan anneanne Lucia, yine savaş yıllarında bir Amerikan askerinden Maria’ya hamile kalan, balığın en büyük parçasının erkeğin tabağına konması gerektiğine inanan anne Rosa ve kasabada KİTAP SAYI ? Kenan MENDEKLİ nlar hep oradaydılar... Popstarlar, profesörler, seyirciler, bankerler, yetenek ya da beyin avcıları, politikacılar ve cümle simsarlar hep oradaydılar... Bugün de hâlâ oralardalar... Dün olduğu gibi bugün de sistemin değirmenine su taşıyorlar... “Şarkıcı Kızın Dramı”, küçük Maria’nın hikâyesinde olduğu gibi... İskoç yazar Andrew O’Hagan, “yazı sanatının sınırlarını zorlayarak” kaleme aldığı “Şarkıcı Kızın Dramı”yla sadece Maria’nın değil, hepimizin dramatik ya “BİR HALKBİLİMİ BAŞYAPITI” Kitabı “Bir halkbilimi başyapıtı” diye tanımlamamın bu vefa duygusuyla hiç ilgisinin olmadığını hemen burada belirtmek isterim. Bilindiği gibi, Tahtacılar’la ilgili şimdiye dek birçok deneme, rapor, inceleme ve araştırma çalışmaları yapıldı. Ancak bu çalışmaların birçoğu söz konusu toplulukla ilgili gelenekgörenek, töretören ve inanışların ele alındığı bütüncül bir çalışma olmaktan çok uzak kaldı. İşte, SAYFA 24 O ? CUMHURİYET 841