Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
Yaman Koray'ın ardından Uğurlar ola kaptan!.. Yaman Koray denizi ve deniz insanlarını anlattı bıkmadan usanmadan. Arkasında on civarında roman bırakarak ayrıldı dünyamızdan. Yeni romanı üzerine bir söyleşi gerçekleştirmeyi düşünürken kaybedivermiştik onu. Değerinin zamanla anlaşılacağını umarak güle güle demek istedik Sevgili Yaman Koray'a. ? Erdem ÖZTOP Selçuk Altun için… ürk Edebiyatı’nın usta kalemlerinden, değeri maalesef bilin(e)meyen bir yazar, Yaman Koray geçtiğimiz günlerde aramızdan ayrıldı. Hem de hiç beklenmeyen bir sonla, elektrik çarpması… Ne zaman geleceği belli olmuyor işte… Sade bir giriş yapsam da ilerleyen satırlarda, eminim ki kalemim daha da sivrilecek; buna ilaveten bir o kadar duygusallaşacak. Sivrilecek, çünkü 35 yıl onu kalemini kâğıtla buluşturmamacasına küstürdük; duygusallaşacak, çünkü son bir söyleşi yapmak için epey savsakladım ve…. *** Geçen yılın Haziran ayında sevgili Turhan Günay’la söyleşi programını belirlerken, Günay, Yaman Koray’ı önermişti, hiç unutmuyorum. Peşi sıra hemen dergiden, Yaman Koray’ı aramış, söyleşi talebinde bulunmuştuk, sağolsun o da kırmamıştı bizi. Ama o güne dair unutmadığım bir not da, Yaman Bey’le uzunca dertleşmemiz olmuştu, Gökova’ya bekliyordu bizi… Gitmek nasip olmadı bir türlü, Bodrum’dan haberleştik, bana yol güzergâhını tarif etti, "Marmaris’e gelin, sizi oradan alacağım" dedi. Araya başka işler girdi, geri dönmek durumunda kaldım, ama o kadar yaklaşmışken en azından bir ‘merhaba’ diyememek keyfimi kaçırmıştı doğrusu. Yaman Bey, yüzyüze söyleşide ısrarcıydı ama olanakları kendi ellerimle yok ettikten sonra, ben de bir şekilde bu söyleşiyi kotarmak istiyor, hiç olmazsa yazışarak yapalım diye diretiyordum, sağolsun beni kırmadı ve inanılmaz bir gayret sarfederek (bir an evvel yayımlatmak istediğim için), söyleşiyi iki gün gibi kısa bir zaman diliminde yanıtlayıp bana ulaştırıyordu. Bu kez de yazdığı metni çözemiyordum, öyle ki, ‘eski zaman yazısı’ olduğundan gazetenin dizgi ekibi de bu işi kotaramamıştı. Çekinerek bu durumu kendisine aktardığımızda, hakkı olan birazcık kırgınlıkla (acele etmemden ötürü elbette), "gönderin tekrar, ama birkaç gün bana müsaade verin, eşim Sultan bilgisayara geçip gönderecek" dediğinde mutluluğuma diyecek yoktu. O kadar eziyetime rağmen, beni kırmamış ve isteklerimi yerine getirmişti, bunda tabii ender rastlanan yazar duyarlılığı önemli bir etkendi. Yanıtlar bir CD halinde elime ulaşınca, inanılmaz heyecanlanmış, son bir kez metni okumuş, o heyecanı peşime takarak, gazeteye ulaştırmıştım söyleşiyi. Ve son kertede, söyleşimizin üç koca sayfayı kaplayarak okurla buluşması… Teknede yaşadığı için, haber vermemi rica etmişti benden. O konuşmayı yaptığımızda sesinin heyecandan titrediğini dün gibi hatırlıyorum, tabii benimkinin oranını belirtmeye gerek bile yok!.. Söyleşimizin yayımlanışının ardından daha bir hafta geçmemişti ki, ilk kez bu kadar yoğun elektronik posta ile karşılaşmıştım. Hepsi de Yaman Koray okuru olan dostlar, Koray’ı tekrar okurla buluşturduğum için teşekkür ediyor, sakıncası yoksa Yaman Bey’e ulaşmak istiyorlardı. Arayıp, bu yaşananları ilettiğimde Yaman Bey de aynı neşeyle, "elbette" yanıtını veriyordu. Ne büyük mutluluktu benim için… *** Aradan aylar geçmişti, Yaman Bey’in söyleşimizde belirttiği, prostat kanseri olduğunu öğrenir öğrenmez, "bari, gitmeden, çocuklarıma, dostlara son bir şeyler bırakayım." dediği ve iki ay gibi kısa sürede yazdığı üç kitabın yayımlanmasını bekler olmuştum. Haber Akis Kitap’tan gelmişti, "Büyük Orfoz’u yeniden yayımladık, belirttiğiniz kitapları da ay sonu yayımlıyoruz" mesajı iyice sabırsızlandırmıştı beni. Dedikleri gibi peşpeşe okurla buluştu kitaplar, önce 70’li dönemlerde büyük ses getiren ‘Büyük Orfoz’, sonra da yeni yazdığı ‘Ne Cennet Şey Şu Deniz’ ve ‘Bir Ömür Yetmez’ yayımlandı. Şimdilerde de "Annelerin En Güzeli"ni bekliyoruz. Yeni kitapların yayımlanışından sonra, bir sohbetimizde Yaman Bey, 35 yıl suskunluğunun sebebi olan ciddiyetsizlik; buna bağlı ilgisizlikten yakınıyordu gene. Haklıydı Yaman Bey, "bu çıkan kitaplarınız için de sizi yormayacaksa bir çalışma daha yapmak isterim" dediğimde, şöyle yanıt veriyordu: "Birbirimizi görmesek de biz dost olduk artık sevgili Erdem, çok kadirşinas bir beyefendisiniz, elbette sorularınıza yanıt veririm, ancak imkânınız varsa, artık gelin de uzunca bir sohbet edelim" demişti. İşte Yaman Koray ile son sohbetimiz bu şekilde gerçekleşmişti. Aradan zaman geçiyor, işler birbiri ardına kabarıyor, bir zaman aralığı bulmaya çalışıyordum, en kısa zamanda Gökova’ya gidip, söyleşecektim. Olmadı! Geç kalmıştım o zaman dilimini yaratma konusunda! Bugünün işini yarına bırakmanın bedeli ağır olmuştu. *** O gün (6 Mart 2006) akşam, internet üzerinden gazeteleri okurken, Sabah’ın Pazar ekinde (5 Mart 2006), Yaman Koray ismine rastlamış ve çok şaşırmıştım. Elif Korap, büyük bir gazetede Yaman Bey’i tanıtıyordu, daha ne olsun, "belki bu vesileyle anlarlar değerini" diye umuyordum… Bir solukta söyleşi okuduktan sonra, bu kez Hürriyet’in sitesini tarıyordum. Haberler ilerlerken birden gözüme o kısa not ilişmişti: "Ünlü yazar Yaman Koray vefat etti." Haliyle tutulmuştum, ne yapacağımı bilemez bir vaziyette, kısa süreli şoku yaşıyordum. Bir dakika önce sevinç/mutluluk, bir dakika sonra hüzün/acı… Yaşam denen şey bu muydu? Hemen ve belki de bilinçdışı telefonunu tuşlamıştım. Karşımdaki ses biricik eşi Sultan Hanım’a aitti, ağlayarak, elektriğe çarpıldığını, cansız yatarken bulduğunu söylemişti. O anda ne kadar teselli etsem de azdı muhakkak; birden beni şaşırtarak, Sultan Hanım şu cümleleri sarf ediyordu: "Erdem Bey, bir şey söyleyeyim mi size, Yaman son bir kez daha sizinle söyleşmek istiyordu, bundan çok sık bahsediyordu". Bu sözler beni kahrediyordu… Şimdi sizlerle bu anektodları paylaşıyorum ama içten içe hâlâ kendimi affedemiyorum ve keşke’li cümlelerle kendimi avutuyorum, ne fayda… *** Gelin dilerseniz, Yaman Koray’la yaptığımız söyleşiden birkaç alıntı yapıp, sözü yeni kitaplarına getirerek sonlandıralım bu yazıyı… Yaman Koray, İstanbul’da doğmasına rağmen, kısa süre sonra yozlaşmaya dayanamayarak İstanbul’dan kaçar ve Erdek’e yerleşir: "Koca Kent’in –daha o zamanlar (1956) yapma, kaba, sıkışık, doğaya ters uygarlık adı altında, yaratılmışlığı inkar edercesine tutarsız ve birbirlerini yiyerek yaşayan, o gıvıl gıvıl kalabalığına dayanamayarak, o "yedi tepeli" güzel mi güzel, ama yalan ve kahır dolu, rezil edilmiş koca kenti bırakarak... 20 yaşında, annemi de beraberimde sürükleyerek, en yakın "doğal yaşam parçası" diye bulduğumuz Erdek’e göçtük..." Kaptanlık yapmaya başlar Erdek’te, öyle ki, ilk mavi turu başlatanlardandır. 1978’ten bu yana da Gökova’ya yerleşerek Ege, Yunan adaları, KuşadasıAntalya arası kendi teknesinda kaptanlık yaparak, mavi yolculuklarda koşturur durur. 2000’den bu yana da teknesinde, deniz üzerinde bir yaşam beller kendisine: "Evet teknede yaşam, bence ve bilenlerce yüz kere daha güzeldir karada olmaktan. 1999’dan bu yana, yani son 6 yıldır artık bu turları profesyonel olarak yaptırmıyorum. 26 metrelik son guletimi (Alevok) Malta’ya sattım. Bir eski trol aldım. 27 yaşında. Trol takımlarını attık. Onu ev gibi yaptık, uydu çanak antenlerine kadar... Karacasöğüt’te evimiz var, ama biz teknede yaşıyoruz. Kah gezerek, kah (şimdi son evliliğimden, ufak 521 yaşında çocuklarım var) limanda demirli kalarak, ama tekne içinde, deniz üzerinde yaşıyoruz." Yazıyla buluşmasını ise şöyle dile getirir Koray: "Yazıyla buluşmam, annemin o güzeller güzeli parlak ve iyi yüzünü ilk algılamamdan bu yanadır sanıyorum. Çünkü o hep yazardı... Telif, tercüme..." Annesi, dönemin ünlü çevirmeni Mebrure Alevok’tan gelen bu yetenekle o da genç yaştan itibaren yazmaya başlar, 15 yaşında, yazdığı öykü sonrası ilk ödülüyle buluşur. Profesyonel olarak da ilk kitabı ‘Rüzgârla Gelen’ ya Yaman Koray T yımlanır. Ama o kendisini romancı kabul eder: "Öykü diye bir iddiam, tercihim yok. Ben roman yazarım. Romancıyım. Buna inanıyorum." Peşi sıra romanlar gelmeye başlıyor; ‘Deniz Ağacı’, ‘Gelin Taşı’, ‘Sığırcıklar’, ‘Mola’, ‘Büyük Orfoz’… "Romancı önce filozof olmalıdır" sav’ını güden Yaman Koray, uzunca bir süre eserlerini okurla buluşturmayı keser. Bir tepkidir onunkisi. Yayın dünyasının iyice yavanlaşmasına, kalitenin giderek düşmesine dayanamaz ve bu ortamda yazamayacağına kanaat getirerek, bir anlamda küser. Bakın ne diyor Koray: "Nasıl solfej, nota bilmeden, hatta Türkçe bilmeden, ortaya çıkıp, sanatçı (!), assolist, süperstar oluverip, trilyonlar kazanan "yetme"ler varsa, romanda da böyle (affedin) "fırlama"lar var... En ufak bir roman kültürü olmadan, kitap okumadan, yüzlerce, binlerce kitap okumadan yabancı dil bilip, o orijinal dilde okumadan, romancı olanlar var..." Yıllarca denizde geçen yaşam romanlarında da ona, denizi merkez alan metinler yazmasına, çevresine de birer birer insanıinsanları serpiştirmesine sebep olur; onların hallerinden kesitler sunar: "Bence, ben, sırf denize tutkun adamları değil; insanın kendi kendini tutsak ettiği, yaratılışına ve yaratılışa ters, bir yapma, uydurma, yalan, reklam, para, hırs dolu dünyayı, boşlayıp araması, bulması gereken hemen yanıbaşındaki doğal dünyayı; doğayı (ve o arada elbette denizi de) keşfetmesi, ona dönmesi gerektiğini vurgulamaya çalışan bir budalayım. Bir Don Quichotte’um, ama elimde değil." Bir gün Feridun Andaç çıkagelir yanına ve yeniden ikna eder Yaman Koray’ı yazmaya. O sıralara denk gelir prostat kanserini öğrenmesi. Yukarıda da andım, iki ay gibi kısa bir zaman diliminde üç kitap yazar. Bu sırada, 40 yıl önce yazdığı ama ailevi sebeplerden ötürü yayımlatmadığı ‘Kuyudaki Adam’ okurla buluşur. Özyaşamsal bir romandır Kuyudaki Adam. Metoforik bir çerçevede geçen hikâyede, yazar Yılmaz bir anlamda da Yaman Koray’ın kendisidir. *** Şimdilerde yeni yazdığı üç kitaptan ikisi Akis Kitap tarafından yayımlandı Yaman Koray’ın. Bunlardan ilki ‘Ne Cennet Şey Şu Deniz’. Koray bu kitabında, kurgu dünyasından uzaklaşıyor ve belgesel metinler yumağıyla bizlerle buluşuyor. Bir ömür verdiği denize vefa borcunu ödüyor son kertede. Yılların damıttığı, denize dair anılar, balıkçılık anıları, balık çeşitleri, balık yemekleri ve yozlaşan deniz turizmine dair tuttuğu notları günyüzüne çıkartıyor. İkinci kitap, ‘Bir Ömür Yetmez’ ise, 8. eşin, Sultan Hanım’ın hikâyesidir. Kendisinden kırk üç yaş küçük, ama bu kadar yaş farkını hiçe sayarak, mutluluğu yaşayan Sultan Hanım’la olan ilişkilerini kitaplaştırır. Onunla ilk karşılaşmaları, ilk görüşte aşkı ve tutkuyla birbirlerine bağlanmaları… Bakın ne der satırlar arasında Koray: "Hiç beklemediğiniz bir anda çıkagelir. Kurmaya iç yaşıyla yüzyıllar verdiğiniz tüm duvarlarınızı alır, yıkar, içeri girer. Elbette davetsiz… Siz onu sorgularken neden geldin, nereden geldin diye, o sizin içinizi görmeye davranır. Görür de… Küskün dilinizi, yüreğinizi çözer. Sizi unutmuş görünen hayatsa, size aşkını anımsatır ve amansız bir yarışa girer sevdiğinizle. Belli etmeden en kuvvetli silahını, kaldığı yerde zamanı işletir hem bedeniniz hem yüreğiniz için… Yaş farkı, nesil farkı, zaman farkı gibi hayranı bol isimler bulur kendisine. Oysa, içinizde beslediğiniz o büyük aşk, ne zaman, ne yaş farkını dinler; dinletemezsiniz." İşte, benimle bir kez daha söyleşmek isteyen Yaman Koray’ın bu istencine, hiç de beklemediğimiz bir son engel oldu. Öyle ki, bir ara laf arasında ‘bu kanser öyle ya da böyle, beni götürecek’ demişken, bir elektrik çarpması, sona hiç yakışmadı. Üşengeçliğimin cezasını bu yazıyla hafifletmeye çalışıyorum, ne fayda!.. "Uğurlar ola kaptan!" sonsözünü bile belki de hak etmiyorum ama… Toprağın bol olsun. ? KİTAP SAYI *eoztop@aof.anadolu.edu.tr 841 SAYFA 10 CUMHURİYET