22 Kasım 2024 Cuma English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Homeros destanlarında bir Çanakkale gezisi Homeros İlyada’da neleri anlatmadı? Ayşen BALOĞLU Homeros'un 'İlyada' destanında Çanakkale Boğazı'na ilişkin bir mitolojik anlatıma rastlayamıyoruz. Troya savaşını anlatan Homeros neden Çanakkale'den söz etmemiş. Yıldız Cıbıroğlu destanın satır aralarında bulduklarını bir araya getirerek eksik bırakılanı göstermeye çalışıyor bizlere. ? Yıldız CIBIROĞLU Labirent denizin çeşitli etkileri: anakkale Boğazı’nın ve Ege denizinin, labirent üstüne labirent niteliğinde olan özel bir coğrafyası vardır. ‘Boğaz’ orada her zaman için değerini koruyan stratejik öneme sahiptir. İlyada gibi çok önemli bir destanda o coğrafyanın ve o tarihin yer almasını; işgalci birleşik güçlerin yetersiz kalmasını ve zaferin Odysseus’un ‘kurnazlığına’ bağlanmasını rastlantı sayamayız. Yunanistan’ın resmi kaynaklı bilgilerine göre Ege denizinde 3000 ada, adacık ve kayalık vardır. Bir çöküntü bölgesi olduğu için başka denizlere benzemeyen dantel gibi girintili çıkıntılı kıyılara sahip olan bu denizin dibi de çeşitli çanak, oluk, gedik, sırt ve tepelik alanla kaplıdır. Yunanistan’ın jeolojik yapısı da yüzey şekilleri bakımından karmaşık ve çok parçalanmıştır.(1) Denizin üzerinde birbirinden ayrılan ve birbirine bağlanan kara parçacıklarının arasını dolduran sular de Ç nizciler için bir ‘labirent’ oluşturur. Yunanistan’da kara ulaşımının güçlüğü, eski çağlarda günümüzdekinden daha çok deniz ulaşımına ihtiyaç duyurdu. Ancak denizden geçişler de pusulanın henüz bilinmediği dönemlerde son derece tehlike yaratmaktaydı. Çünkü o çağda bile Ege zengin bir ticaret yoludur ve ticaret gemilerini yağmalayarak zenginleşen korsanlar için bu ‘labirent deniz’ pusu kurmaya, aniden saldırmaya ve kaçmaya uygundur, kısaca çok güvensizdir. Gemicilik ve kurnazlık bu güç koşullarda gelişti. Parçalı bir deniz, yüzey şekilleri çok parçalanmış bir toprak ve korsanlığa dayalı zenginliğin ortasında saraylar yükselirken; sulanabilir toprak sıkıntısı çeken tarımcıların yoksulluğu, kölelerin, kadınların haklarının sınırlanması toplumsal çalkantılara yol açtı. Adalarda nüfus çoğalınca halka yeni koloniler bulmak gerekiyordu. Saraya yakın olan ozanlar Zeus’u örnek seçtiler ve destanlarında kolonici yayılma için Anadolu’yu hedef gösterdiler. Bu yazıda Homeros’un, Odysseus’tan aşağı kalmayan bir kurnazlığa ustalığını, yeteneğini ve yaratıcılığını katarak; dinsel öğeleri Akhalar’ın zaferi için nasıl kurguladığını ve Troya’nın Boğaz’a odaklı inanç dizgesini nasıl yok saydığını, anlatmayı deneyeceğim. Çanakkale Boğazı’ndaki tehlikenin tarihsel kanıtları: Manfred Korfmann’ın kazılarında çalışan üç yazarın kaleme aldığı Resimlerle Troya adlı kitapta Boğaz ve denizciler hakkında verilen şu bilgiler, gemicilerin Boğaz’da gerçekten yutulduklarını gösteriyor. İÖ 1700 dolaylarında Doğu Anadolu’dan kara yoluyla Troya’ya gelen Luvi yerleşimcileri kazançlarını "Troya’nın Çanakkale Boğazı’nın girişindeki özel konumundan, Troas’ın gerek Ege denizine, gerekse içinden geçilmesi o kadar zor olan söz konusu boğaza sınır olmasından sağlıyorlardı."(2) Fırtınalar kışın Boğaz’ın dar noktalarında tehlikeli anaforlar oluşturuyordu, Ege denizinden Ça nakkale Boğazı’na girme şansı yaz döneminde on dört günle sınırlıydı. "Tunç Çağı’ndaki gemiler, seren direğine asılan tek ve dikdörtgen yelkenli gemiler olup, derin omurgaları bulunmadığından, rüzgâra karşı yalnızca sınırlı ölçüde manevra yapabiliyorlardı. Gemiler Çanakkale Boğazı’nın önünde doğru rüzgârı beklemek zorunda kalıyorlardı. Troya’nın baş limanı bu yüzden kentin kuzeyindeki boğaz körfezinde değil, batıdaki Ege Denizi sahilinde kurulmuştu. (...) Zaten bu bölgede bir ‘uluslararası’ denizci mezarlığı da keşfedilmiş olup, mezarlarda bulunan eşyalar batıdan ve doğudan, kuzeyden ve güneyden, yani her yerden gelen tüccarlara işaret etmektedir."(agy, s. 54) Böyle bir iklime, coğrafyaya sahip olan Çanakkale Boğazı’nın kuşkusuz dinin gizemine yansıtılan tanrı(ça)ları, cennet ve cehennemi, yutma ve yutulma öyküleri vardı. Homeros onlardan neden hiç söz etmedi? ‘Resimlerle Troya’ adlı kitapta, İlyada’da anlatıldığı gibi, Troya’da Akhalar’ın katıldığı büyük bir savaşa ilişkin kanıtların bulunmadığı belirtildikten sonra "Antik kaynaklarda geçen tarih, belki farklı bir yöne işaret ediyor: Belki de Troya için yapılan çok sayıdaki savaş, Tunç Çağı’nın sonundaki önemli olaylarla birlikte (bunlar Troya’yı da büyük ölçüde etkilemiştir) bir tek olay şekline getirilerek, destansı bir havayla nakledildi; dört buçuk yüzyıl sonra da bir dâhi tarafından yazıya geçirildi" deniliyor.(3) Homeros o destanları birleştirdi, birçok savaştan tek ve büyük bir savaş, birçok destandan tek ve büyük bir destan oluşturdu. Homeros’un amacı gözle görülen dünyayı fethedecek, yağmalayacak sert ve acımasız bir erkek kahraman (Akhilleus) ülküsü yaratmaktı. Mircea Eliade diyor ki: "Platon’un söylediği gibi Homeros’un tüm Yunanistan’ı eğittiği doğruysa da, o, şiirleriyle çok özel bir okur topluluğuna seslenmişti. Bu okurlar, askeri ve feodal bir aristokrasi üyelerinin oluşturduğu bir topluluktu.(...) Yunan kültürünün birlik ve eklemli bütünlüğünün sağlanmasında Homeros’un yapıtlarının büyük katkısı olmuştur. Ancak, o bir mitoloji kitabı yazmadığı için Yunan dünyasında dolaşan bütün mitsel temaları kaydetmemişti. Her şeyden önce ataerkil ve savaşçı nitelikteki okurlarına bu topluluğun pek ilgisini çekmeyen din ve mitolojiyle ilgili görüşleri daha fazla anlatmak istemiyordu. Homeros Yunan dini ve mitolojisinin geceye, cehenneme, cenaze törenine ilişkin öğesi olarak adlandırılabilecek hiçbir şeyden söz etmez. Dinle ilgili cinsellik ve doğurganlık, ölüm, yaşam, ölüm sonrası gibi düşüncelerin önemi, bizlere daha geç dönem yazarları tarafından ve arkeoloji kazıları sonucu açıklanmıştır."(4) M. Eliade’nin yukardaki satırlarından, Homeros’un bir şeyleri eksik bıraktığının farkında olduğu anlaşılıyor. Dünyanın merkezi sayılan bir boğaz bölgesinde, Troya’nın ‘Boğaz’a ilişkin gizemli tapıncını, Homeros Eliade’nin dediği gibibilmediği için anlatmamış değildi. Erkek tanrının egemen olduğu dine sahip olan işgalciler için yazdığı destanda, işgal edilen halkın tanrıça odaklı inancının soğurulmasını istediği için yazmamıştı. Homeros Troya’nın eski mitoloji ve ritüellerinden bazılarını aldı ve onları işgalcilerin işine yarayacak biçimde yeniden kurguladı. Şöyle ki: "Dünyanın merkezinde yeniden yaratılış" mitini destanda anlatmadı, ama onun temel ilkelerini uyguladı. Örneğin o çağda bir yabancı toprağı fethe gidenler ‘dünyanın merkezinde yeniden yaratılış’ inancının dizgesini işgal edecekleri topraklar için nasıl kullanmışlardır? Bunu Eliade’den özetle aktarayım: "Bir başka toprağı fethe giden askerler önce ikonlarını götürürler. İkon hangi toprağa dikiliyorsa o toprağa yerleşmek yasallaşır. Yeniden yaratılışın gerçekleşmesi için o toprağın savaşla cehenneme döndürülmesi gerekir. Savaşa kutuplaşmış tanrılar da katılacak, kaos oluşacaktır. İşgalcilerin tanrıları yerli halkı yenilgiye uğrattığında o toprağı yeniden kendi inancıyla yaratma hakkını elde eder, işgal edilmiş toprakları kutsallaştırırlar. Böylece kaosun yerini kozmos (düzenli doğa) alır. Bu durum işgalciye KİTAP SAYI ? SAYFA 12 CUMHURİYET 841
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle