Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
Barış Derneği Davasının tutuklu kalan son altı sanığının Bayrampaşa Cezaevİ’nden tahliyeleri... Soldan sağa: Avukat Turgut Kazan, Orhan Taylan, Mine Sirmen (arkada), Ali Sirmen, Ali Erol Taygun, Hüseyin Baş (arkada), Ergun Elgin, Erdal Atabek... ? tutmuş bile denebilir. Bu açıdan bakılınca da, Günlük, bir ‘‘itiraflar’’ bütünü gibi. Özyaşamsal bir itiraflar denemesi! Ancak, günlüklerdeki ‘ben’ hem tekil bir birey; hem de, genel ve kapsayıcı anlamda cezaevindeki ‘herkes’! Çünkü, orada bulunan herkesin tartışmasız bir biçimde kişisel bir öyküsü var ve bu Günlük’e yansıyor. Bu açıdan bakıldığında Günlük, Dostoyevski’nin Ölü Bir Evden Hâtıralar’ını çağrıştırır. Her iki metin de Hâtıralar ve Uzun Gece’nin Günlüğü birinci tekil kişinin ağzından anlatılmış. İkisi de, çevre gözlemleri üstüne oturuyor. Yalnız, Büyük Rus romancısı, Omsk’de (Sibirya) geçen dört yıllık kürek cezası anılarını kendi dışındaki bir kişinin (Karısını öldürmekle suçlanan ve ceza giymiş Aleksandr Petroviç Goryançikov) notları olarak sunuyor. Dolayısıyla, Dostoyevski’nin anıları, açık bir biçimde daha kurgusal; ayrıca, değişik izleklere göre bölümlere ayrılmış. Öte yandan, Hâtıralar’a malzeme oluşturan notlarını Dostoyevski, cezaevinde değil hastanede toparlıyor; sonra da yazdığı kâğıtları başhekim yardımcısı saklıyordu. ‘YORUMUN YERİ YOK’ Oysa, cezaevinde tutulan notların o dar alanda başkalarınca pek bilinmemesi, merak uyandırmaması; dahası, yapılan işin sürekliliğinin de fark ettirilmemesi gerekir. Dolayısıyla notlar, herkes uykudayken yani ya sabah erken ya da gece, çoğu kişi uykuya daldıktan sonra o günün veya bir gün öncenin malzemesi olarak yazılıyordu. Kuşkusuz, her gün yazmak çok zor; hele o koşullar içinde. O moral ve gerekliliğini ve süreklilik istencini insanın içinde duyması, ‘olmazsa olmaz’ bir zorunluluk! Yazılanlarda, bu nedenle yorumun yeri yok. Her tümce, her satır, o günün kendine özgü koşulları altında yazılmak zorundaydı. Herhalde eksiği var, ama fazlası yok sanıyorum. Günlük, 10 cmx10 cm. boyutunda yarı saydam ince kâğıtlara yazılıyordu. Öyle ki, hem yüzey olarak az yer kaplasın; hem de hacim olarak çok kabarık bir yığın oluşturmasın! Sayfalarcası bile dikkat çekici bir kalınlık yaratmasın! Ayrıca, gerektiğinde de, yani ‘tehlike çanları’ çaldığı zaman avuç içinde daha doğrusu, iç bükey bir kolun yen ağzında görünmez olabilecek bir miktarı aşmaması sorumluluğu vardı. Öte yandan numaralı her sayfanın ancak bir yüzünde yazı yazılabiliyor. Sık satırlı, bununla birlikte kolay okunabilen, dolu dolu bir elyazısı; kısa tümcelerden oluşmuş, sinirlilik belirten satırlar. Siyasal ve hukuksal düşüncelere, tartışmalara yer vermekten çok, insana ilişkin dramatik bir gündelik malzemenin ortaya çıktığı sayfalar bunlar. Olamadığımız yerlerle yaşamadığımız zamanın ortak düşü! Dar bir alana sıkıştırılmış yirmi dört aydının birbiriyle kesişen yaşam çizgileri. Bir de, ‘içeri’nin ürettiği kaçınılmaz ve sınırlı malzemeye ek olarak, cezaevinden mahkemelerin bulunduğu uzak alanlara getirilip götürülürken çevremizi saran doğanın belleğe yığdığı imgeler... Doğal olarak bu arada, geçmişte algılanmış bir resim ya da görüntü göz önünde canlandırılıp üzerinde durulmamış ayrıntılar gündeme getirilerek yalnızlığa karşı bir savaş geliştiriliyor. Geçmiş zamandan malzeme alıp yeni bir ‘şimdiki zaman’ oluşturmak! Her durumda, ‘Günlük şöyle ya da böyle sona ererken, kimi soruların karşılığı açıkta kalıyor kuşkusuz: Bu notlar, ‘kuşatılmış insan’ın kendi iç yalnızlığını aşma çabası mı? Yoksa, içinde bulunduğu koşullar karşısında bir tanık arayışı mı? Ya da, bir çeşit çoğalma isteği mi?.. Kim bilir? İşte, bir günlüğün ve yirmi beşinci yılın düşündürdükleri!.. ? Uzun Gecenin Tutsakları/ Uğur Kökden/ YKY/ 322 s. Barış Derneği Davası duruşmasında savcının mütaalasını dinleyen sanıklar... CUMHURİYET KİTAP SAYI 841 SAYFA 27