Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
Kürşat a Mektup 'Ayçiçeği Özlemi' üzerine Kürşat'la söyleşi "Ayçiçeği Özlemi", bir özleyişler şiiri. Turgayın bu yapıtta başardığı şeyi, şöyle özetleyebilirim: Kişisel özleyişlerle, toplumun gereksinimleri arasındaki ayrılıklar, özellikle belli toplum yapılarında var olan toplumsal düzen içinde gelişen bireyin bağımsızlığı sorununu ortaya koymuş. H VeCihlTlMUROĞLU ni de yaptım." Evimizc geldik ve soframızı kurduk. Ilk rakımızı anımsadım. "Haydi, dedim. doğduğun günün anısına içelim." tlk yudumlanmızı içtikten sonra, "Ee, dedim, Turgay'ın özlem şiiriyle geldin bugün. Beni, çok mu özlemiştin?" Kaşlannın altından baktı ve "Seni, dedi, her zaman özlüyorum. Ne ki, bugün Simin'e uğrayamadım. Oysa, o da katılmak istiyordu aramıza. Bir gün önce, bizim, Profrock'un denizkızları gibi, salt kendimiz için şarkılar söylediğimizi belirterek gelmeyeceğini bildirdi. Yine de gelirdi ya, ben, Turgay'ın şiirine dalmıştım. Geç kalırım diye uğradım." Simin'üı öfkesüıi bilirim. Uğrasaydı da gelmezdi. Bir kez, bizim, kendımizin şarkısını söylediğimize karar vermişse, dönmez karanndan. Ikinci kadehi, Simin için içtik. "Sözü alayım mı?" dedim. "Sözü sana verdim bile, dedi, yalnız Turgay'ın şiiri üzerine konuşacağız. Tamam mı?" Ellerini öptüm. Hâlâ, güneş kokuyordu elleri. "Tamam, dedim, kaynağında, ben de bu şür üzerine düşündüklerimi söylemek istiyordum. Başlayalun. Şair, kendisinin dışında var olan 'gerçeklik'i, kendisine özgü sözcük ekonomisiyle ve özgün biçimde yansıtır, bir de 'içsel dünası'nı. Yoruma yönelen şür de vardır, ama yorum yapan şairin şüri, düzyazılaşır. Dize satırlaşır yorumlu şürde. Kuşkusuz, yaşantmın içinden yansıtmalar yaparken, bireyle, toplumla ve doğayla da bağlantılar kurar. Şür, birilerine bir şeyler, gölgeli düşünceleri aydınlatır. Ne ki, şür, düşünceler iletisi değildir. Yaşantının öyle kesitleri vardır ki, bunlar üzerinde, yalnız, şiir yetkilidir. Hiçbir bilgi alanı, örneğin, aşkın gizi, Ehli temkinem beni benzetme ey gül bülbüle Derde sabn yok onun her lahza min feryadı var (Fuzuli) ./ .*$&.\'dınginliğe kavuşmuş kimseye 'ehli temkin' derler. Min' de bin sayısının adıdır. Sevdiğin kimseye karşı ikircikli duygular taşımayacaksın. 'Acaba' belirtecinin yeri yoktur aşkta. Abraş, yanı alaca benekli duygular duvamazsın sevgiline. Kararlı, huzurlu ve dingin sevgi, sabn geüştirir. Sevginin karşıttğını görmüyorsan, ağlayıp sızlamayacaksın, soylıı bir sabırla anlayacaksın sevgilini." Güneşi avuçlamaya çalıştı. Küçükken yapardı bunu. Gölgeleri ve ışınlarmı yakaiamaya çalışır, "alcam bunu!" derdi. Güneşin kirli muşambanın üzerine düşen ışınını yakalamaya çalışırken dönüp "Yani, bilimin sözü yok mu aşk üzerine" diye sordu. "Bilim, dedim, 'doğru'yu arar. Sanat, doğrunun ardından koşmaz. Sanatın ereği, 'gerçeklik'tir. Aşk, bir gerçekliktir ama, doğrusu yanlışı bulunmaz. Her aşk gerçekliği yansıtır, ama doğruluğu üzerine tartışamazsın. Bilim, doğruyu ararken soyut kavramları kullanır. Sanatın aracı 'imgeler'dir. Şairin değeri, imgelerinin özgünlüğünde belirir. Hegel, sanatın 'salt düşün'den (mutlak idea) ortaya çıktığını savlar. 'Düşün', sanat ürününün, örneğin şiirin içeriğidir, biçimiyse, 'duyumsal, imgesel biçimleme'dir. Biçimleme ile 'öz'leme, Hegel'in diliyle 'bağdaşır' olmalıdır (2). Klasik sanat, 'düşün' (idea) ile biçimin bağdaşmazlığını ortadan kaldırmıştır. Kaynağında, şair, özsel doğası içinde 'öz düşün'e tam uygun gelecek 'biçim' içerisinde, 'öz düşün'ün özgür ve 'tam uygun' biçimlemelidir (3).. Hegel, imge kavramına yabancı değildir, hatta, imgelemin önemine değinir, ama sanatta imgenin belirleyici işlevinden söz etmez. Bu konuda, Belinski, ilginç savlar ileri sürer. Ona göre, düşüncenin kökeni, felsefi düşüncedir. Bilimsel ve sanatsal eylem, felsefi düşüncenin uzantılandır. Felsefeci, tasımlarla (kıyas) konuşur, ama şair, örgelerle, figürlerle, imgelerle yansıtır düşüncelerini ve duygulannı. Bilimse, kavramlarla ortaya kor bulgularını. Şair, okurunun anlağını (zihin) imgelerle, özellikle de 'gerçek'e uygun imgelerle etkiler. îmgelemleme yoluyla, belirli toplumsal bir sınıfın, gerçekten, gelişip güçlendiğini ya da kötülediğini yansıtır. Bu durumu, felsefeci çıkarımlarla imler, bilgin deneylerle kanıtlar, şair imgelerle gösterir." Ikimizde de, sıcağın etkileri belirdi. Gözkapaklanmız ağırlaştı, dilimiz barlandı, dudaklarımız birbirine yapışmaya başladı. Kürşat, banyoya girip serinledi. O yıkanıncaya dein, ben de, buz gibi suyla bir kadeh parlattım. lçteki ısıyla dıştaki ısıyı dengelemeye çalıştım. Kürşat, serinlemiş olarak geldi ve soluklanmadan söze başladı, "Ama, A t ğır ve sağır bir hava. Bulut sıcağı çökmüş Susuz'un göleti üzerine. Bir yalıçapkını, göletin kıyısında, sindiremediği besinleri dışanya atmaya çalaşıyor. Her çırpınışında, mayiyeşil sırtının tüyleri kabanyor. Pas rengindelci karnı, kısa bacaklannın arasına çekiliyor. Gökkuzgunumsulann bu yaramaz çocuğuyla avunmaya çahşıyorum. Hafif bir esinti bekliyorum çamın dibinde. Nenem, ağustosa "sağıray" derdi. Gerçekten sağırlaşmış bu hava. Bunahyorum. Yalıçapkını sindiremediği besinleri, yumak halinde attı dışarıya. Esenliğe kavuşunca, küçücük başını akıl almaz bir çabuklukla sağa sola devindirmeye başladı ve yeni bir balık için suya daldı. Ah, §u doğanın gizemi! Her yaratığın ayn bir büyüsü var. Yalıçapkınınki de, kendine "özgü". Birden, En kolay gözlerini tanınm. Gözleri güzel günlere benzer içinde mutlu çocukların gezindiği. Boynunda üzümler olgunlaşır Pembeleşir, karanr, Eylül Ruhların şıralarla yıkandığı bal ayidır.(l) dizelerini söyleyerek bulutların arasından süzülüp geldi Kürşat. Sağır hava, birden ferahladı. Göletin bulut rengi suyu apak oldu. Yalıçapkını ağzında bir gümüş Dalığıyla çıktı suyun yüzüne. Görklü oğlum kucakladı beni. "Unuttun mu, dedi, bugün 20 Ağustos." Unutur muyum o günü. 1953 yılının o güzel Hekimhan şafağı, Yücekaya'dan, özgürlük kırmızısı gibi sağılmıştı Hekimhan'ın sokaklarına. Gür saçlarının arastna soktum parmaklarımı, tel tel kokladım saçlartnı. Yanaklarını yüzlerce kez öptüm. Gözyaşlanm, yanaklarından süzüle süzüle köylü bıyığına değin iniyordu. Sonunda, kendime geldim. Yüzünü ellerimin arasına alıp derin gözlerine baktım. Birinde Ozan, öbüründe Alican ağlıyordu. Göğsünü göğsüme bastırıp hıçkıra hıçkıra ağladım. Hiç kıpırdamadı. Neden sonra," Ama bugün doğum günüm, seninle kutlu rakımızı içmeye geîdim." Saçları, henüz kararmamıştı. Elinden tutar, Şıpşıpı'nın dik yamaçlanndan dereye indirirdim onu. O günlerdeki gibi elinden tutup eve yöneldik. "Rakımız nazırdır, dedim, çok sevdiğin Harput köftesi beytindeki derinlikle ve duyarlıkla yansıtamaz." Kollarını kaldırdı ve "Dur, dur, dedi, ne demek 'ehli temkin', ne demek 'min'? Anladığım dille konuş lütfen." Güldüm. "Senin de sabrın vok bülbül gibi. Aşk, bir sabır işidir. Aşk derdile hoş olacaksın, hemen feryada başlarsan, sevgiliye saygını yitirirsin. O zaman da, köyün divanesi olursun. Kararsızlıktan kurtulup huzura ve Tolstoy daha farklı şeyler söylüyor. O, sanatı, sınanmış duyguların ve doğa tarafından verilmiş duyarlıkların insanlara iletilmesi olarak belirtiyor. Plehanev, daha diyalektik bakıyor sanatsal olana. Sanatın, salt sanatçının duygulannı değil, düşüncelerini de, 'yaşam dolu imgeler'le yansıttığını savlıyor (4). Çağdaş sanat kuramcıları da, sanatm 'imgesel' bir yansıtma olduğu konusunda anlaşıyorlar." Kadehinı uzattun, birer dolu içtikten sonra, "Çok da doğru düşünüyorlar" dedim. Bcydaba'nın Kelile ve Dimne'de yaptığı nedir? Anlağında, her türlü ınsan tipini değiştirmiş, toplumu ormana, tiplerini de hayvanlara dönüştürmüş. Destanlarda ve masallarda karşılaştığımız doğaüstü olaylar ve kişiler, imgesel yansıtmalar değil mi.' 'Bir uçağa binip bütün dünyayı gezmek istiyorum', dediğiniz zaman, bir özlemınizi dışa vurursunuz, ama bir uçakla Samanyolu'nda gezi yapmaya başladınız mı, uçağınızı biçimsel olarak da ışlevsel olarak da değiştirirsiniz. Anladığınızda, yeni bir uçak yaratırsınız, arasında dolaştığınız gezegenlerin yapısını dünyamızın yapısından farklı tasarlarsınız. Anlağınızın çizdiği varlıklarla serüvenler yaşarsınız. Kısası imgelerle çıkabilirsiniz gezegenler arasında bir geziye. amaç, gerçekliği insan bilincinde yansıtmaktır. Kavramlar ve imgeler, gerÇekliği yansıtmanız araçları oluyor. Her ikisi de, her türlü görüngede görünür. Biliyoruz ki, evrende var olan her nesne, tek tek görüngülerden oluşuyor. İnsan dediğimiz varlık, 'insanlık'ın en küçük parçasıdır. Insanlık, toplumlardan, toplumlar sınflardan, sınıflar üretim araçlarına göre konumundan dolayı aynı durumda olan bireylerin topluluğundan oluşur. Her bireyin içsel ve dışsal farklılığı, 'ıra'yı (karakter) ve 'tip'i yaratır. içsel farklılıklar, bireyde, düşüncelerin ayrılığı, duyguların niteliği, duyarlıkların rengi, dışsal rarklılıklarda, içsel farklılıklan belirleyen imler, tepkiler, sözler, davranışlar olarak yansır. Bireylerin boylan posları, renkleri, bedensel özellikleri, fiziksel görüntülerdir. Tek birey, bir toplumun, bir sınıfın, bir kümenin özelliklerini taşıdığı gibi, kendisine özgü özellikleri de taşır. Bu durum, tek bireyin iki asal yanı olduğunu gösteriyor. Başka bir deyişle, bireyin genel ve özel iki yanı 'birlik' gösterir. Bu 'birlik', bireyin dirimbilimsel (biyolojik), tarihsel (ulusallık), toplumsal (ekınsel birikim), smıfsal (iş, meslek) konumlannda da söz konusudur. Tek bireye özgü bu nitemler, toplumsallaşmış bütün kişilerde görülür. Ahlaksal yansımalar, ulusal nitelik taşıyayabilir, ama salt, bireye özgü niteliklerde de bulunur. Bu, kişilik farklılığı olarak algılanır. Ira dediğimiz 'kişice hak edilmiş ayırt edici belirti' budur. Kişiyi öteki kişilerden ayıran ruhsal özellikler 'ıra'yı oluştururken, fizyolojik ayrılıklar 'mizaç'ı (huy) oluşturur. Bireysel nitelikler, öteki yurttaşlanndan (sınıfdaşlanndan, meslektaşlarından), hatta yaştaşlarından ayınr bireyi. Bu nitelikler, kişinin yinelenemez nitelikleridir. Oysa, kişinin asal olan 'anlayış, iyilik, istençsizlik, bencillik, kötülük, başkacıl' gibi nitelikleri 'ırasal'dır. Toplumsal törenin kişiye aktardıkları genel niteliklerdir bunlar. Ne ki, bireysel olan 'genel'in, 'türsel'in, 'asal'ın açık seçik bir belirtisi olarak ortaya çıktığı gibi örtülü olarak da belirir. Bireyselliği örtülü biçimde yansıtan şair, çok zayıf kalır, oysa, onu güçlü biçimde yansıtan şair güçlüdür. Örneğin, "Usandım, Yeşermesi umutsuz bahçeyi bellemekten... Usandım, Tarla kuşunun sesinden... Usandım, Bu yürekten, kendimden... Usandım, Durup durup seni özlemekten!.." (5). dizelerinde, bireysel bir 'durum' yansıtılıyor. Sevgilisinden ayrılmış şair. Sevgilisini 'özlemek' usanca dönüşmüştür. Yaşama sevincini yitirmiştir şair. Yalnızlığın baskısı altındadır. Bu 'durum', yokluğu çekilen nesneye (sevgili) kavuşamayan şairin 'özle Turgay Fi$ekçl SAYFA 26 C U M H U R İ Y E T K İ T A P S A YI 765